Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin mevcut Başkanı ve yeniden aday yapılan Alinur Aktaş, rakibi olan Mustafa Bozbey’e yönelik, “Nerede bu devlete ve bayrağa savaş açmış; Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Nazım Hikmet; nerede dinle diyanetle problemi olan insan varsa onların ismini verdin” sözleri devletin ne olduğunu tartışmamıza vesile oldu. Saydığı isimler bu coğrafyanın bilinen namuslu ve halkını seven aydınları olduğu iyi biliniyor. Uğur Mumcu ile Bahriye Üçok ‘gizli’ ellerce katledildi, Nazım Hikmet ise sürgünde yaşamını yitirdi. Peki bu Aktaş kim? Böyle sözleri nasıl söyleyebiliyor dersiniz? Hani bir söz vardır balık baştan kokar diye! Aktaş, başı çoktan kokmaya başlamış balığın kuyruğundaki bir pul bile değil aslında.
Aktaş’ın vesile olduğu devletin ne olduğunu, Odalar ve Borsalar Birliği toplantısında OHAL’in sermaye çevrelerinin çıkarları için uygulamaya konduğunu ve artık grevlerin bile olmadığını belirtirken çok açık biçimde ortaya koyan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. Yani Türkiye’de devletin varlık nedeni sermaye kesimlerinin ‘ulvi’ çıkarlarını korumaktan gayri hiçbir şey olmadığı ancak böyle anlatılabilirdi. İnsanlık tarihi içinde devlet olgusu ortaya çıktığından bu yana tek işlevi; devleti kim ya da hangi sınıflar kontrol ediyorsa o kesimlerin çıkarlarını baskı aygıtı ile korumak ve bunu sürekli kılmaktır. Polisi, askeri, jandarması, istihbaratı vb. gibi zor araçlarının tümü ‘ulvi’ olduğu iddia edilen çıkarlara hizmet için vardırlar.
Bu nedenle işçiler onlar için çok tehlikelidir. Gençler kontrol edilmesi gereken tehlikeli bir kesimdir. Aleviler, Ermeniler ile Türk ve sunni müslüman olmayan diğer halklar ve inançlar tehlikeli olmaktan çok düşman kategorisindedir. Hele Kürtler hem düşman hem de teröristtir. Hak arayan ya da hak arayanı destekleyenlerin tamamı da terörist kategorisinde değerlendirilir. Üniversitelerde binlerce akademisyen devletin ‘ulvi’ çıkarları yerine halkın çıkarlarını tercih etmiş olmaları, akademisyenlerin tek suçudur. Onlar mevcut sistemin baskısına boyun eğmemiş ve ‘ulvi’ çıkarları reddetmişlerdir. İşte bu nedenle düşman katogorisine alınıp işsiz bıkarılmış ve bir kısmı ise cezaevlerine alınmışlardır. Gazeteciler ise bu sistem için baş düşmandır. Yalın gerçeği ‘ulvi’ çıkarlardan üstün tuttukları ve ezilen, hor görülen, sömürüye tabi tutulanların yanında yer almaları onları baş düşman katagorisine taşımaya yetmektedir.
Son zamanlarda ‘beka’ sorunu diye birşeye tutunarak yol almaya çalışan iktidar ve yardımcısı partinin kendilerinden olmayan tüm kesimleri düşmanlaştıran tutumları ise bir tesadüf değil. ‘Beka’ sorunu vardır, ancak bu sorun onların kendi iktidarlarının son bulmasının artık her zamankinden daha yakın olmasından başkaca birşey değildir. Ülkede satacak birşey kalmamış ve yüksek fazilerle bile borç bulmakta zorlanan iktidar, seçimi nasıl atlatırım telaşı içinde sürekli sağa sola çamur atmaya devam ederken, asıl beka sorunu haline gelen devasa borçların kapatılamaz hale gelmesi, bankaların batmak üzere olmaları, metalaştırılmamış doğal zenginliklerin neredeyse kalmamış olması gibi bir dizi sorunu görünmez kılmakta artık çok başarısızlar.
Mevcut iktidarın bir süre daha sürmesi halinde Türkiye’de yaşayan tüm halkların ciddi bir ekonomik krizle birlikte sefalete savrulacaklarını söylemek ise kahinlik değil. Peki bu iktidar gittiğinde değişen bir şey olacak mı? Hayır! CHP ve İyi Parti’nin olası bir genel seçimde iktidar olmaları halinde değişen hiçbir şey olmaz. Çünkü, mevcut iktidarın fotokopisi gibiler ve ortaya koydukları ekonomi politikaları birbirinin aynısı. Umutsuzluk peşinde değilim ancak böyle bir alternatif halkın yararına bir durumu ortaya çıkarmayacaktır. Fakirden, işçiden, memurdan, doğadan alıp zengine veren bir politik anlayış, mevcut iktidarın har vurup harman savurduğu ülkeyi mevcut halde bile tutamaz. Onlarda bankaları kurtarmak için bizlerin cebine göz dikecek. Dış borçları ödemek için daha çok doğal yaşam yok olacak, halklar köleleşecek. Kredi bulmak için gittikleri fonların onlara vereceği tavsiyeler halkın ve doğanın daha çok sömürülmesinden başkaca bir şey olmayacak. Ancak iktidar ve alternatifi olanlara, yani ecüşlere ve büçüşlere karşı halklar çözümsüz değil. Bir örnek vermek gerekirse, Karadeniz’de yağma yolu olan ancak ‘yeşil yol’ olarak lanse edilen ve dağları yara yara ilerleyen yola karşı direnen Havva Ana’nın sözleri çözüm yolunun tek anahtarı; ‘’Yaylaların yolu birleşmeyecek. Kesinlikle istemiyoruz. Vali bize çapulcu diyor. Biz çocukluğumuzdan beri burada yaşıyoruz. Vali, Kaymakam kim? Ben, ben, ben, halkım ben’’ diye isyan edip “devlet kim?” diye soran o güzel annenin tutumundaki yalınlık yakalanabilirse, her şey ama her şey çok daha güzel olacak.