Yönetmen Ezel Akay ile 6 Şubat depremini, rantı, devlet-toplum ilişkilerini ve çıkış yollarını konuştuk: Her konuda devletten beklentisi olan bir halk olmaktan vazgeçmek lazım. Devletten bu kadar çok şey bekleyen toplum, devletin kölesi olur
Rohat Emekçi
6 Şubat 2023 depreminin yıldönümündeyiz. Deprem esnasında “Devlet yok” sözleri hafızalardaki yerinin korurken, bir yılda ne yapılıp ne yapılmadığı tartışılıyor. Biz de 1999 depremindeki kurtarma deneyimi olan yönetmen Ezel Akay’a mikrofon uzattık. Akay, 1999 depremindeki kurtarma deneyiminden yola çıkarak, deprem sonrası ortaya çıkan sorunlara işaret etti ve toplumsal dönüşüm çağrısı yaptı. Rüşvet kültürü, yetersiz denetim ve siyasi çıkarlar sebebiyle bina izinleri konusunda ciddi eleştirilerde bulunan Akay, AKP’nin ilan ettiği imar barışının rant yönüne vurgu yaptı. Devletin deprem bölgelerindeki kurtarma çalışmalarına yetersiz kaldığını, gönüllü grupların daha etkili olabileceğini belirtti.
Akay, devletin halk dayanışmasından korktuğunu belirterek, “Dayanışmanın ne kadar mümkün ve uygun olduğunu herkes gördü, ben bu yüzden önümüzdeki yıllarda yavaş yavaş veya aniden bir değişim olacağına neredeyse eminim” dedi.
- Depremin üzerinden bir yıl geçti. İnsanlar evsiz ikinci kışlarını geçiriyorlar. Sürece dair neler söylersiniz?
1999 depreminde Gölcük’te kurtarma çalışmalarına katıldım. Maraş depreminde bölgeye gidemedim, burada yardım desteklerine katıldım. Deprem olup bittikten sonra, bir yanda görevlendirilen, yeteneksiz, yetersiz insanlar yüzünden aksak ilerleyen çalışmalar bizde çok fazla! Sosyal durumumuz var bir yandan da gönüllü dayanışmasını engelleyen resmi görevliler var. Bu ülkenin resmi görevlilerle başı dertte, halkın başı dertte gerçekten, bunlar başka bir devlet için çalışıyorlar, biz başka bir devlet için çalışıyoruz. Bu çelişki uzun yıllardır, cumhuriyetin kurulduğu yıllardan beri devam eden berbat bir gelenek. Bu gelenek aynı zamanda vatandaşın olan biteni sorgulamasını da engelliyor.
Bütün bu depremlerin bir tek sorumlusu var o binalara izin verenler, o binaları yapanlar. Ahlaksız, vicdansız vs. olabilirler. Dünyanın birçok ülkesinde ahlaksız, vicdansız insan var, kanunlar ise onları engellemek için var. Hâlbuki bütün belediyeler hangi siyasetten olursa olsun çok ciddiye alınması gereken “rüşvet geleneğiyle” birer rant kapısına dönüşüyorlar, inşaat, imar izni kurallarını esnetmek için para alıyorlar ve çeşitli çıkarlar elde ediyorlar! Ama bu, insanların hayatına mal oluyor. Sadece deprem konusunda değil birçok konuda benzer şeyler var. Trafik polisinden tutun bina ruhsatına kadar, her yerde rüşvet var. Bunu basit bir yakınma olarak görmeyelim, bu dehşet verici bir gelenek ve bu gelenek hayatımıza kastediyor.
Deprem bunun en iyi örneği. Depremde binaların yıkılmasını önlemenin bir yolu var. Rüşveti ortadan kaldırmak, imar kurallarına uymayı sağlamak, gelir kaynağını tamamen ortadan kaldıracak düzenlemeleri yapmak. Esasen kültürel bir değişim lazım.
- 2019 yılında adına ‘imar barışı’ dedikleri bir süreç başlatıldı. 10 milyondan fazla insana ‘müjde’ denilerek reklamlar yapıldı. 6 Şubat’a gelindiğinde, o müjde enkaza dönüştü. Bu süreci nasıl yorumlamak gerekir?
Hukuk sistemi delik deşik. ‘Kanunu bir kere delmekten bir şey çıkmaz’ diyen Özal’dan başlayarak hukuk sisteminin delik deşik olduğu, hukukun kevgire döndüğü, uzun süredir devam eden bir durumu yaşıyoruz. AKP ile başlatmasa da, bunu muazzam bir kültüre dönüştürdü. Kanunlara uymadan uyuyormuş gibi yaparak hem de… Kanunlara uymayanlara verilecek cezaları hafifleterek, hepsini avukatlar, savcılar, hâkimler sayesinde istifleyerek ve hukuktan bir şey beklemeyi imkansız hale getirerek çaresizleştirdiler bizleri. Tabii depremde bir yığın hukuki problem var, sadece parayı verebilenler kurtuluyor. Sokaktaki her insan bunu biliyor, herkes böyle düşünüyor ama bu insanların siyasi tercihini, ahlaki tercihlerini değiştirmiyor. Ama herkes biliyor birileri bu işten büyük para kazanıyorlar ve cezadan kurtuluyorlar. İmar barışı mesela, on milyon değil dört yüz-beş yüz bin insanı ilgilendiriyor. Bunlar evlerini kaybetmiş olanlar ya da depreme dayanıklı ev yaptırmak isteyenler! Esas olarak inşaatçılar para kazanıyor. İmar barışı maalesef pis bir yalana dönüşüyor.
- Deprem bölgesinde devletin enkaz altında kalanları kurtarma çalışmaları 3 günden sonra başladı. ‘Devlet yok’ diyenler de hapse atıldı. Toplum kendi dayanışma ağlarını inşa etti. Bu toplumsal dayanışmaya dair neler söylersiniz?
AFAD ve Kızılay’ın elindeki imkânlar dayanışma gruplarının elinde olsaydı -herkes bunu kabul eder sanırım- çok daha etkili bir kurtarma çalışması olurdu. Çünkü bunu para, maaş karşılığı yapmadı gönüllüler. İmkânlar ellerinde olsaydı bu imkânlarla bir yıl içinde müthiş eğitimler verilirdi bütün o insanlara ve vinçleri bile kullanacak insan olurdu aralarında. Aynı zamanda vinç vs. gibi araçları bile daha kolay bölgeye getirtirdi gönüllüler.
Bir siyasi gıcıklaşma olmadan Antakya’dan Maraş’a kadar her yerde eyleme geçer, örgütlenirlerdi. Bu örgütlemenin önündeki en büyük engel eski moda Türk bürokrasisidir. Antakya devlet tarafından sevilmeyen bir yer. Antakyalıların hepsi bunu bilir, yıllardır bir sınır gediği bölgesi olduğu gerekçesiyle doğru dürüst bir teşvike mahzar olamamış bir yerdir Antakya. En gariban kalmış yerdir şu anda, siyasi ve sosyal mülahazalarla karar verilen bir yer. Gizlice aralarına girip dinlesek yöneticilerimizin “gebersinler! biraz çeksinler!” diye konuştuklarından yüzde yüz eminim. Devlet halkın dayanışmasından korkuyor, bunu engellemeye çalışıyor. Sadece depremde değil her konuda böyle. Bu Türkiye’nin kötü kaderidir ve geleceğini belirlemekte olan bir gelenektir.
Ben bu geleneğin yıkılmakta olduğunu da biliyorum, bu kadar yakındığıma bakmayın. Ben bir sınıra doğru gidildiğini, herkesin geçmişe göre çok daha iyi gördüğünü düşünüyorum. Biz mesela mobbese kameralarının özel hayatımızı ihlalinden korkarak, büyük güçlerin eline geçeceğini, bizleri gizli bir gözün takip edeceğini düşünerek çok itiraz ettik zamanında. Şimdi, devletin görevlileri kapatıyorlar mobbese kameralarını, kendi ahlaksızlıkları görünmesin diye kapattırıyorlar. Ama, görünüyor! Yani devletin, ceberut devletin yâ da devletin içindeki devletin görünürlüğü çok arttı. Eskisi gibi değil. Hukuksuzlukların görünürlüğü çok arttı. Dayanışmanın ne kadar mümkün ve uygun olduğunu herkes gördü. Ben bu yüzden önümüzdeki yıllarda yavaş yavaş veya aniden bir değişim olacağına neredeyse eminim.
- Devletin enkaz kaldırma sonrasında çalışmalarındaki sorunlar da basına yansıdı. Deprem öncesindeki bu rantçı anlayış deprem sonrasında da devam etti diyebilir miyiz?
Bu yaşananları ifşa etmekten başka çare yok. Direniş, dayanışma ve protesto örgütlenmesi gerekiyor. Her ne kadar ceberut bir silahlı gücün, ya da emniyetin, jandarmanın engellemesi söz konusu olsa da, devlet sürekli bu eylemlere şiddetle müdahale etse de başka hiçbir çare yok. İfşaya devam etmek bir vatandaşlık görevi!
Stratejik davranıp medyada hızla yaymak gerekiyor hukuksuzlukları. Ancak bu türden bir “ifşadan” korkarlarsa yöneticiler, böyle eylemleri yapmaktan vazgeçiyorlar. Yukardan fırça yiyorlar çünkü. O molozları meralara döktürenler bir kere alçak ya da cahildir. Büyük ihtimalle o molozlar ihaleye çıkıyor, taşeronlar geliyor, taşeronlar da paradan başka hiçbir şeyi umursamıyor, götürüp döküyorlar. Ama aslında ve öncelikle bu kararı veren bir yöneticinin alçaklığı bu.
- Deprem bölgesinde; OHAL ilan edildi, gazetecilerin haber yapması engellendi, dinci gruplara yol açıldı. Sizce bunun nedeni nedir?
Devletin ceberutluğunun ve halktan korkusunun göstergesi. Haberin yasaklandığını, içeriğinin yasaklandığını duyuyoruz. Bu çağda sosyal medyanın varlığı ile haber engellemenin hiçbir manası yok tabii. Halk da duyuyor bunu. Gazeteciler yapamasa da normal halk paylaşım yapıyor, 40 bin kişiye ulaşıyor, 200 bin kişiye ulaşıyor bir anda… Ben bu durumdan çok korkmuyorum, lanet olasıca bir şey haber engellemek. Ne demek örneğin İtalyan kilisesinde, Sarıyer’de bir cinayet saldırısı oldu, onun hemen arkasından haber yasağı çıktı. Anlaşılır gibi değil.
Filistin’le ilgili haberler hatırlıyorum. Filistin’de İsrail saldırısı ile Filistinliler, Gazzeliler feci şeyler yaşıyordu. Ancak yağma olmuyor, hırsızlık olmuyor, büyük şiddet gösterileri halk içinde yer almıyor. İki farklı kültür demek.
Deprem bölgelerinde korkunç akbabalar var. Bunların hepsine şahit olduk, için için çürümeyi gördük.
Tarikatlara gelince deprem bölgelerinde özel faydaları olmadı. Tarikatların deprem bölgesinde olmaları vicdan ve iyilik değil, biraz propaganda gibi görünüyordu. Mutlaka farklı davranan vicdanlı dindarlar da vardı ama, siz hiç gönüllülerin kendileri ile ilgili propaganda yaptıklarına şahit oldunuz mu, hayır.
Tarikatlar özellikle ne yaptıklarını duyuruyorlar, bunu propaganda aracıyla yapıyorlar (aralarında ahlaklı insanlar da vardır mutlaka tenzih ediyorum).
- Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Bunlar kader planının içinde olan şeyler’ demişti. Ardından da Antakya’dan, Adıyaman’dan, Maraş’tan helallik istedi. Bu söylem değişikliğine neler söylersiniz?
Ben devleti yönetenlere helallik veren Antakyalı tanımıyorum; birçok depremzede de helal etmedi haklarını. Yöneticiler birazcık inançlı olsalardı bu helalliği alamadıkları için vicdanları çok sızlamış, uykuları kaçmış olurdu herhâlde. Gördüğünüz gibi laftan ibaret bu helallik meselesi, kimse de hakkını helal etmez, çünkü devlet gerektiği denetleme görevini yapmamıştır.
Elâzığ’da hala kalıcı konutlar yapılacak, yapılmadı. Çünkü rant var. Devlet elindeki parayı halkı için harcamıyor kimse içtenlikle helallik vermez.
- Deprem sonrası ırkçı-milliyetçi söylemde de artış oldu. Sizce bunun depremle ilgisi var mı?
Sadece milliyetçilik değil İslamcılık da hortladı. Bunun bir nedeni var: düşman yaratarak ancak dikkati dağıtmak mümkün! Siyasi bir stratejidir. Başınıza gelen suçları bir başkasına atarsanız, “zina işleyenlere”, mültecilere, Türk ırkından olmayanlara yönlendirirseniz herkesin içini gıdıklamış olursunuz. Ve bu düşmanlık işe yarıyor. Tabii yalnızca siyasi işlere…
Türkiye’de özellikle milliyetçi hareketin bir bölümü, bir tür kemik bölüm, bu ırkçılıktan başka, düşman yaratmaktan başka hiçbir şey yapmaz. Vatana millete bir faydası olmaz, sığ bir radikal milliyetçi görüş var. Hiçbir faydası olmadı ülkeye. Ancak siyaset konuşulmaya başlandığı anda kendini gösteriyor, yoksa sokakta, çarşıda iş yaparken, esnaflık yaparken kimsenin aklına düşmanlık gelmiyor ama, bir zehir gibi yayılıyor o tür milliyetçilik. Devlet geliyor seni dövüyor, işkence yapıyor, hapse atıyor, yargılıyor. Onun için mültecilere çemkiriyor insanlar, devlete çemkiremiyor.
- Depremin bir de Kuzey Suriye tarafı vardı fakat yaygın medyada buna dair bir şey göremedik. Bu konuda neler söylersiniz?
Bunun milliyetçilik dışında bir açıklaması yok.
- Kurtarma çalışmalarında devlet yoktu itirazları da susturulmaya çalışıldı…
Örgütlenelim. Yeni taktikler bularak kötü kalpli iktidar dönemlerini namağlup olarak bitirelim. Devlet deprem bölgeleriyle ilgilenmiyor, hiç ilgilenmiyor bile diyebiliriz. Özellikle her konuda devletten beklentisi olan bir halk olmaktan vazgeçmek lazım. Ancak bu sayede devlet küçülebilir ve âdemi merkeziyetçi bir sosyal hayat kurulabilir. Devletten bu kadar çok şey bekleyen toplum, devletin kölesi olur. Hâlbuki devlet bizim kölemiz olmalı. Onun için sivil örgütlenmeye, devletten bir şey beklemekten daha fazla önem vermek gerekir.
- Halkın öz gücüyle örgütlenmesinden bahsediyorsunuz. Peki nasıl bir örgütlenme modeli ortaya konulmalı?
Devlet kendi dışındaki örgütlenmeleri engelliyor. Bu soruya cevap vermek Avrupa’daki kadar kolay değil ama dünyada çok örneği var. İnsanların, özel kurumların, derneklerin, vakıfların bunların hepsi örgütlenme modelleridir. Yerel halk ile işbirliği yapabilecek birçok kurumsal yapı da var. Bunlar devlete bağlı kurumlar değil, özerk kurumlar, kamusal fayda kurumları. Bunun örnekleri var dünyada. Ders çalışmak lazım. Benim aklım bilgim bu soruya detaylı cevap vermeye engel ama örgütlenmek lazım. Devletle mücadelenin barışçı yollarını bulmak ve kullanmak lazım.