103 barışseverin katledildiği Gar Katliamı, 6. yılına girdi. Dava avukatlarından Senem Doğanoğlu ve 10 Ekim Barış Derneği Başkanı Mehtap Sakıncı Coşkun ile konuştuk
Gülcan Dereli
Bugün 10 Ekim Ankara Katliamı’nın yıldönümü. Tarih 10 Ekim 2015 tarihini gösterdiğinde onbinlerce barışsever Ankara’da Gar’ında buluştu. 7 Haziran seçimlerinde HDP barajı aşarak Meclis’e girmiş, AKP iktidardan düşmüştü. Ondan önce Dolmabahçe Mutabakatı inkar edilmiş, çözüm süreci fiilen bitirilmişti. Ardından ülke 10 Ekim Katlimanı’na giden bir karanlık tünele sokulmuştu. Mersin, Diyarbakır miting bombalaması, sonra Suruç’ta 33 genç katledilmişti. AKP iktidardan düştüğü için ülke yeniden seçim sürecine sokulmuş, seçim propagandası da sanki bombalamarla start almıştı. Dönemin AKP’li Başbakanı Ahmet Davutoğlu, 10 Ekim Katliamı sonrası oylarının yükseldiğini söylüyor, AKP’li yetkililer katliam yaşanırken kameralar karşısında sırıtıyordu. Failler IŞİD idi ama bu işte bir ‘devlet’ yeniği vardı. Devlet, aralarında çocukların da olduğu 103 barışseverin katledilmesine gözcülük yapmıştı. Katliam sonrası ortaya çıkan bilgiler ve skandallar dizisi buna işaret ediyordu. Davanın avukatlarından Senem Doğanoğlu ve katliamda eşini kaybeden 10 Ekim Barış Derneği Başkanı Avukat Mehtap Sakıncı Coşkun ile konuştuk.
Devletin sorumluluğu
Dava sürecinde yaşanan skandalların çok fazla olduğunu söyleyen Avukat Senem Doğanoğlu, “Aslında baştan 11 Ekim 2015 günü bütün dosyanın mağdurlarına da gizlilik kararı aldırmasıyla başladığını söyleyebiliriz. Fiziken soruşturma sürecinin başladığı 10 Ekim’den sonra ilk yaptıkları iş olması sebebiyle. 10 Ekim 2015 günü de zaten olay yeri inceleme, savcıların olay yerine gelişi, her zaman başından beri söylediğimiz skandallar dizisi vardı. Ama herhâlde ilk gizlilik kararıyla başlayan ve daha sonrasında 8 ay boyunca bir şey yapmayan ve ardından 2016 Kasım’da başlayıp neredeyse 5 yılı doldurduğumuz yargılama sürecinde devlet sorumluluğunun tartışılmasının önüne geçmek üzere alınan bütün kararlar, atılan bütün adımlar, herhâlde skandalın diğer köşe taşları” dedi.
Gürcistan almadı
Faillere dikkat çeken Doğanoğlu, “Firarilerle ilgili başlayan yargılamada kayıp klasörler adını verdiğimiz yani katliamdan 3 yıl sonra ortaya çıkan klasörler meselesi de yine skandal olarak da tarif edilebilecek bir süreçti. Bombacıları taşıyan Yakup Şahin’in katliamdan önce 30 Eylül günü itibari ile aslında tespit edildiği, Nizip Emniyeti’nin takibe aldığı, ‘bakın Suruç Katliamı oldu çok yüksek bir gübre alışının peşinde’ demesine rağmen Antep Emniyeti’nin hiçbir şey yapmadığı ve 10 Ekim Katliamı gerçekleştirildikten sonra IŞİD tarafından bu belgelerin dosyaya adeta aleni bir şekilde yollandığı ve savcılık tarafından bu konuda bir tane bile işlem yapılmadığı, dahası savcılar Yargıtay’a gittiklerinde artık Ankara Adliyesi’nde olmadığında birdenbire Anayasal Suçlar Bürosu’nun koridoruna bu klasörlerin bırakıldığı şeklinde skandallarla karşılaştık. Nusret Yılmaz çok önemli faillerden biri IŞİD’in katliamları yönünden ve IŞİD’in örgütlenmesi yönünden. Gürcistan’a 2 kere giriş çıkış yapmaya çalıştı, Gürcistan iade etti, hakkında kırmızı bülten var alamam diye” ifadelerini kullandı.
İzleniyor, biliniyordu
Av. Doğanoğlu, şöyle devam etti: “Faillerin hala aramızda dolaştığı skandallar dizisi var. Yunus Emre Alagöz’e dair olmak üzere faillere işaret eden ve canlı bomba eylemi yapılabilir bir mitingde dedikten sonra bile bu istihbaratları ciddiye almayan terörle mücadele istihbarat şube, valiliklerin kusuruna işaret eden mülkiye müfettişlerinin raporuna rağmen tek bir devlet görevlisinin katliamla ilgili yargılanmaması hatta soruşturmaya bile tabi tutulmaması sanırım daha büyük meselelerden ve hala peşinde olduğumuz meselelerden biri. Her bir sanık ile ilgili aslında Yunus Durmaz gibi -Antep’in IŞİD örgütleyicisi- gibi faillerin 10 Ekim günü bile izlendiği, hakkında yakalama kararı olduğu ve diğer canlı bombalarla yönünden de bu izlemenin devam ettiği, teknik takip olduğu, iletişimlerinin tespit edildiği konusunda birçok belge, bilgi dosyaya geldi. Bunlara dair hiçbir şey yapamıyor oluşumuz aslında skandalların diğer kısmını oluşturuyor.”
Bir sürü skandal var
Yargılamada başka bir skandala daha dikkat çeken Av. Doğanoğlu, “El Kaide’den bu yana aslında takip edilen bu sanıklar hakkında söz dilimi Ahmet Güneş kendisinden esirlerin infaz görüntüsü çıkmasına rağmen MİT’in doğrudan bağlantı göremedik yazısı üzerine serbest bırakılması gibi bütün IŞİD’li sanıkları bir dönem işte takip edip sonra bırakmak ya da bir dönem alıp tutuklayıp sonra hızlıca bırakmak şeklinde bir yargısal durum olduğunu bu vesileyle yani 10 Ekim Ankara Katliamı vesilesiyle gördük. Yine IŞİD’e katılan kadınlar yönünden Yargıtay hepsinin neredeyse beraat etmesi yönünde bir içtihat geliştirdi” dedi.
Delil çok
6. yılın sonunda aslında çokça kanıtın biriktiğini, hala dosyaya onlarca yazışmanın geldiğini söyleyen Doğanoğlu, “Mahkeme Heyeti tarafından bir delil toplamama pratiği geliştirilse de katliam dosyalarını hem Suruç hem Diyarbakır üzerinden görmek gerekiyor. Oralara gelen bilgiler, kamuoyu ile paylaşılan ve artık ifşa olan birçok ilişki ağları açısından her bir gün daha büyük hukuk skandalı aslında gündemimizde ama en temel olarak tek bir devlet görevlisinin tanık olarak bile dinlenilmemiş olması yüzyıllar boyunca tarih önünde de hesap verilmesi gereken bir mesele olacak” dedi.
Herkes sahip çıkmalı
Av. Doğanoğlu sözlerini şöyle tamamladı: “Duruşmalar kapı duvar halinde. Sanki hiç devletin sorumluluğu yokmuş, ya da yargı mekanizmasının hiç sorumluluğu yokmuş, neredeyse IŞİD’lilerin hiç sorumluğu yokmuş çok kriminal meseleleri anlatmak zorunda kalmanın zorlukları var. Biz didik didik etmeye devam edeceğiz bütün dosyaları. Yıllar boyu devam edecek bu yargılamada biz hiçbir zaman durmayacağız, aileler de durmayacak. Memleket ile ilgili meselesi olan herkesin bu yargılamalara sahip çıkması gerektiğini söylemek istiyorum.”
Adalet olmadan yara hafiflemez
Ailelerin yargılamada yaşadıklarını anlatan 10 Ekim Barış Derneği Başkanı Avukat Mehtap Sakıncı Coşkun, “Biz katliamdan hemen sonra başlatılan soruşturma kapsamında pek çok talebi birlikte götürmüş ve bu süreci başından takip eden bir noktada duruyoruz. Kötü bir iddianame ile başlayan bir dava ve umduğumuz adaleti beklediğimiz adaleti hiçbir şekilde bulamadık, katliamda yaşamını yitirenlerin aileleri olarak. Mahkeme salonlarında her duruşmada neredeyse başka bir şey yaşadık. En son duruşmada firari sanıklar hakkında devam eden ceza yargılaması, tutuklu sanıklar zaten Ağustos 2018’de bir karar verilmişti. Şu an o dosya Yargıtay’da devam ediyor kesinleşmedi. Sanıklar müebbet cezasına çaptırılmıştı. Firari sanıklar hakkında devam eden ceza dosyasında da heyet değişikliğine gidildi. Yakın zamanda, adalet talebinde bulunan bir babanın bile sesine tahammül edemeyen bir mahkeme heyeti ile karşı karşıyayız. Salondan çıkarılmak istenilen ve ailelerin haklı taleplerini de çok fazla dikkate almayan, ya da ailelerin deyim yerindeyse sanık gibi gören bir heyet ile maalesef yargılama devam ediyor” dedi.
Talebimiz açık
6. yılın sonunda taleplerinin çok açık ve net olduğunu dile getiren Coşkun, şöyle devam etti: “Adalet talebiyle bu zamana kadar ayakta kalabildik. Adalet istiyoruz, çünkü hiçbir acı bir adalet duygusu olmadan azaltılamıyor. 10 Ekim Katliamı’ndan sonra hissettiğimiz acı tam olarak böyle. Adaletin hafifletebileceği bir acıyla karşı karşıya bırakıldık. O yüzden gerçek adalet bizim için her şeyden daha önemli. İlk yıllarda biz yitirdiklerimiz geri gelecek duygusunda yaşıyorduk. Çünkü psikolojik olarak hepimiz çok başka bir noktadaydık. Ama şimdi artık kaybettiğimize dair, kaybettiğimizi kabul ettik, kabullenmek zorunda kaldık. Bu kadar büyük bir kaybediş, bu kadar büyük bir bedelin sonrasında olması gereken ve zamanında gelmesi gereken bir adaletle de buluşamamanın ayrıca öfkesini taşıyoruz.”
Barış talebimiz heves değil
Katliamın göz göre göre geldiğini söyleyen Coşkun, “Her şeyi bir kenara bıraktığımızda önceden izin alınmış, önceden tertip komitesince kapsamı belirlenmiş, Türkiye’nin her yerinden insanların geleceği bilinen ve ismi barış olan bir etkinlikten bahsediyoruz. Aslında göz göre göre de gelen bir katliam olduğunu yargılama süresinde hepimiz nail olduk. Barış talebinin bu kadar rahatsız edici olması bu ülkede gerçekten anlaşılabilir değil. Savaş çığırtkanlığı yapsaydık böyle cezalandırılmazdık herhâlde. Biz 10 Ekim öncesinde de zaten bir takım zorluklar yaşıyorduk barışı talep eden insanlar olarak ama 10 Ekim’den sonra maalesef konjonktür değişti. Barış talep eden herkesin terörize edildiği, terörist yaftasıyla yaftalandığı bir süreçten geçirildik. Gerçeğin bu olmadığını herkes biliyor. Bizim barış talebimizin de bir katliamla böyle geçirilebilecek, geçici bir heves olmadığının da herkes farkında. Derdimiz tabi ki bir taraftan adalet mücadelesi verirken bir taraftan da barışa olan inancın da çok pekiştirmesini sağlamak. Çünkü gelecek nesillerin barışa dair umutsuzluğa kapılmaması gerekiyor ve bu da bizim aslında görevimiz” vurgusu yaptı.
6 yıl önceki halimiz…
Katliamda yitirdiği eşi Uygar Coşkun’un KESK’e bağlı bir sendikanın avukatı olduğunu söyleyen Coşkun, şöyle devam etti: “Özellikle Adana’dan gelen sendika üyelerinin dostuydu, arkadaşı, yoldaşıydı, onları karşılamak üzere daha erken gitmişti. Ve yaşamını yitiren pek çok insan gibi o da 2. canlı bombaya en yakın olan kişilerden biriydi. Veysel ile, İbrahim abi ile, İdil’le, Rıdvan’la, Yılmaz’la yan yana düştü. BTS’nin sendika üyeleriyle yan yana düşen, onlarla birlikte yaşamını yitiren birisi. Yaşamını yitiren Muhammet Veysel Atılgan, katliamda ölen en küçük çocuk. Bir çocuk daha vardı o da 17 yaşındaydı. Aynı zamanda Veysel’in babası eşimin özel müvekkiliydi de, Ankara’da yaşıyordu onlar. Olay yerinde de yan yana düşmüşler. Buruk bir tarafı da var. Eşimi kaybettiğimde 2 yaşında bir çocuğumuz vardı. Katliamda zaten BTS kortejinde bir çocuğun babasıyla birlikte öldüğünü öğrendiğimde henüz saatler daha 12’ydi, ben babasıyla bir çocuğun öldüğü haberini alınca zaten eşimin de onlarla olduğunu düşünmüştüm ve çok enteresan bir şekilde gerçekten eşimi hastanede ararken o yerde üstü bayrak ve flamalarla kapatılmış ve kan gölüne dönüşmüş bir alanda Veysel ve babasıyla birlikte yerde yatıyordu. Söyleyebilecek çok fazla bir şey yok. 6. yılın sonuna geldiğimizde artık hepimiz 6 yıl önceki halimizi özlüyoruz. 6 yıl önceki halimizden eser kalmadığını görüyoruz.”
Biz olmasaydık salonlar dolmayacaktı
Bu mücadele süresinde çok yol kat ettiklerinin altını çizen Coşkun, “Her şeyden önce sabırla ve metanetle bu süreç nasıl işletilebilir ve bu ülkede haksızlıklara karşı bir duruş sergilemenin ne kadar erdemli bir davranış olduğunu ve ne kadar güç gerektiren bir durum olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. 10 Ekim yargılamasının, ceza davasının teminatları biziz. Biz olmasaydık salonların dolmayacağı, dosyaların hemen kapatılacağı, firari sanık dosyalarında bile o inadımız, o maddi gerçeği ortaya konulmasına dair derdimizi ortaya koymasaydık çok bambaşka bir yargılama süresine evrilecekti durum. Ama şu an 72. ayında 10 Ekim Katliamı kapsamında verilen bir mücadele var ve bu mücadele kim ne derse desin, kim nasıl isterse istesin herkese rağmen bir güç odağı ve biz bu süreci 10 Ekim Barış Derneği yıllardır siyasetler üstü bir perdeden layıkıyla yapmaya çalışan aileleriz. Bu bize bir şeyler yapıyor olmak duygusu da daha iyi geliyor aileler olarak” dedi.
Vazgeçmeyeceğiz
Umutlarının hiç bitmeyeceğini söyleyen Coşkun, sözlerini şöyle tamamladı: “Bir avukat olarak da baktığımda Türkiye’de adaletin olmadığı ama biz talep etmedikçe de adaletin gelmeyeceğini söylemek istiyorum. Bir adalet yoktur önyargısıyla hareket etmiyoruz. Mutlaka adaletin geleceğine dair bir söylem geliştirmeyi ve gerçek adaletin mutlaka bir gün acılarımıza iyi geleceğini düşünüyoruz. Genel olarak bu ülkede adaletin olmaması katliamların aydınlatılamayacağı anlamına gelmez. Ve adalet talebimizden de vazgeçmemizi gerektirmez.”