Meinecke, devlet aklı derken bir akıl veya yüzden bahsettiğini düşünmüyorum. Devlet dediğimiz mekanizmanın birden çok yüzü vardır. Devlet aklı, akıllar toplamıdır. Bu akılların bir aradalığı çeşitli imgeler ve inşa edilmiş değerler silsilesi üzerinden yan yana gelir. Bu akla sahip veya kümelendiği havuzlar bambaşka kodlara sahip ama hepsinin birleştiği noktalar, aklın tarihselliği, kurumsallaşma başarısını da belirler
Friedrich Meinecke (1862-1954) açıktır ki Alman kuramcıları içinde kısmen göz ardı edilmiş bir isim. En azından devlet kuramı bağlamında adının az anılıyor olması ilginçtir. Bu yazıda bu ismin kült eseri ‘Devlet Aklı’nı biraz tartışmak istiyorum.
Meinecke bir tarihçidir. Tarih anlayışı pozitivist dursa da, olaylar dizgesinden öte düşünceler üzerinden hat kurması ve bunların etkileri üzerine düşünmeyi tercih etmesi, daha sonraları gelişen Braudelci tarih anlayışının nüvelerini erkenden taşıması dikkate değerdir.
Meinecke, 1924’te basılan bu eserinde, ‘günah işlemeye mecbur bir varlık’ olarak gördüğü devlet aklı olgusunu Machiavelli’den başlayarak Treitschke’ye uzanan bir uzam içinde anlatıyor. Şimdilik tüm bu hattın değişim-dönüşümden öte, özetle bu kavrama dair ne demek istediği, neyi içerip neyi dışarıda bıraktığı üzerine konuşmak kâfi gibi.
Kitapta ana iskelet Machiavelli üzerinden kuruluyor. Çünkü yazara göre devlet aklı düşüncesini ilk başlatan (modern anlamda tartışma yürüttüğü unutulmadan) Machiavelli’dir. Machiavelli’nin ayırt edici özelliği devlet aklının özünü keşfeden, bu akla giden tüm yolların çukurlarını ve tepelerini ölçmesi, insanın içine inen canavarları tanımasıdır. Herhangi bir eserinde bu kavramı kullanmamış olması önemli değil, meselenin kendisi ile hemhal olduğu için önemlidir.
Şüphesiz Meinecke’nin böylesi bir tespitinin dayandığı bazı temel noktalar var. Özellikle ‘Prens’ adlı eseri ile bilinen Machiavelli, 35 bölümden oluşan kitabında verdiği ‘öğütler’ siyaseten hala canlı. Kısaca hatırlanacak olursa; “sevgi ve korku ikliminin yaratılması ve burada korkudan yana taraf olunması, sözünde durmamak gerektiği, iki kimlikli olma, halkın nefretini dengeleyebilme, işgal edip ilgili yere yerleşme ve vergiye bağlama, sonuç olarak da yakıp yıkma mecburiyeti” hükümdara verilen temel öğütlerdir.
Bu öğütlere bakıldığında, evet devlet ve özüne ilişkin fikir sahibi olmamak elde değil.
Öyle ki 20. yy ile birlikte tartışmaya başladığımız bazı siyasal kavramların da ilk haline Prens kitabında görmek mümkün. C. Schmidt’ın, hukukun hukuk eliyle gaspını anlattığı ‘istisna’ aslında 16. yy’da açıkça ifade edilmiş durumda.
Machiavelli’yi konuşurken önümüze çıkan 3 temel kavram var: Virtu, Fortuna ve Necessita…
Bunlar siyaset felsefesi açısından da son derece önemlidir. Virtu, erdem, yetenek, kapasite ve niteliğe; fortuna, şans/talihe ve necessita da zorunluluk/mecburiyete işaret eder.
Bu kavramlar üzerinden daha çok bireyleri konuşma şansımız olur, ki Meinecke de zaten tartışmasının büyükçe bir kısmını devlet adamı ve onun reflekslerine adıyor.
Açıkçası Machiavelli’ye direk odaklanmaya anlam verilebilir ama onun esas derdinin, bilerek ya da bilmeyerek, devlet olgusundan öte esas odağının ‘prens’ olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda yazara küçük bir şerhimi eklemiş olayım. Fakat yazarın es geçmediği konunun devlet aklına da atfettiği “sinsilik ve şeytanilik” durumları olduğunu düşünüyorum. Siyaset-sinsilik ilişkisi en iyi Machiavelli üzerinden görülebilir.
Meinecke ve onun devlet aklına dair söylediklerine şimdi bakabiliriz.
Meinecke’nin devlet aklında esas tartışmak istediği, yani özce yaklaştığı çerçevenin ‘iktidar’ mefhumu olduğunu düşünüyorum. Devlet için zaruri iktidarın mutlak olması, yani her türlü araçla temin edilebileceği önermesini tartışmaya açması biraz bununla ilgili olsa gerek. İktidar ile kurulan ilişkide onun ‘organize edilebilirliği’ temel bir ölçüdür. Organize edilen iktidar müstakil bir nicelik, fertler üstü bir şey olur, bakılması hizmet edilmesi gerekir.
Öncelikle yazarın bazı tanımlarını verelim. Kitabın giriş cümlesi, belki de en güçlü tanım olmuş. Şöyle diyor: “Devlet aklı, devletin davranışındaki düstur, devletin hareket etme yasasıdır.”
Burada devletin bir davranışlar silsilesine ait olduğu ifade ediliyor. Devlet, bu davranışları nasıl oluşturur? Nereden bunlara sahip olur ve bu davranışlar nasıl dönüşür! Nasıl karakter halini oradan da kadere evrilir! Buna dair belirgin bir açıklama yok. Bir ikincisi, ‘hareket etme yasası’ devlet dediğimiz mekanizmanın ruhudur. Bu yasalar tam da meşrutiyetini devşirdiği, şiddeti siyasala çektiği, varlık yokluğunu teorize ettiği alandır.
Diğer önemli bir tanım, devleti birlikte inşa edip yaratan “Kratos ve Ethos” metaforlarıdır.
Yani devletin gücünün korunmasına yönelik gerekli olan somut yöntemler ile hukuksal ve etik ilkeler arasında çıkabilecek bir çatışmanın çözümü söz konusu olduğunda gözümüzü çevirdiğimiz metaforlar!
“Devlet hayatının yücelerinde Kratos ile Ethos arasında iktidar dürtüsüne dayalı davranış ile ahlaki sorumluluğa dayalı davranış arasında bir köprü vardır, bu köprüye devlet aklı denir, varlığının en iyi seviyesine en iyi seviyesine ulaşması için devletin yapması gerekenlerin hangilerinin amaca uygun, faydalı ve sıhhatli olduğunun mülahazaya alınması anlamına gelir.”
Başka hangi açıdan düşünebiliriz? Yazar tanım vermeye devam ediyor: “Tarihi yapıların en önemlisi ve zindesi devlettir, haliyle devlet aklı; devletin yaşam fikridir, entelekyasıdır. Devlet aklı iktidar dürtüsünün kamu ihtiyaçlarını tatmine, iktidar dürtüsü ise bu tatmini belirli sınırlar içine girmeye zorlar.”
Hegel’in devlet felsefesine temelden karşıt olan Meinecke, gereklilikler ve zorunluluklardan ibaret devlet aklının ‘bencilliği, iktidarı ve hayatta kalma dürtüsü, devletin başlıca menfaatidir’ diyor. Kan, körü körüne bakış, zorunluluk ve ikili karakter; devlet zihninin arkaik sütunlarıdır.
“Devlet aklının esasının dayandığı iki kaynaktan biri, hükmedenlerin şahsi dürtüsüdür, diğeriyse karşılığında eline bir şeyler geçtiği, kendi gizli iktidar ve yaşam dürtüleriyle, hükmedenlerin dürtülerini de beslediği için hüküm altına girmeye boyun eğen halkın ihtiyacıdır… Hükümdar kendi iktidarının hizmetçisine dönüşmüştür.”
Devletin faydası bir yandan da hep bir şekilde hükmedenlerin faydasıyla birleştiği tespitini yapan ve bu aktüaliteye selam veren Meinecke, devlet aklının her şeyden önce siyasi davranışta bir rasyonalite gerektiğinin altını çiziyor. Bu rasyonalite, onun zaman ve koşullara bağlı olarak değişen özel yapısı ile genel ve değişmez ruhunun da bir gereğidir. Çünkü devlet aklı bu özel ve genel durumun birleşimden doğar.
Bugün ‘rasyonalitenin imhası’ tam da içinden geçtiğimiz aralığın tarifine denk düşüyor. Yani devlet aklının özle ve genel şartlarını tüketmiş olma durumu.
Meinecke, devlet aklı derken bir akıl veya yüzden bahsettiğini düşünmüyorum. Devlet dediğimiz mekanizmanın birden çok yüzü vardır. Devlet aklı, akıllar toplamıdır. Bu akılların bir aradalığı çeşitli imgeler ve inşa edilmiş değerler silsilesi üzerinden yan yana gelir. Bu akla sahip veya kümelendiği havuzlar bambaşka kodlara sahip ama hepsinin birleştiği noktalar, aklın tarihselliği, kurumsallaşma başarısını da belirler.
Meinecke, her şeyin katı olduğu ve Nazi rejiminin doğup yükselmeye başladığı bir zamanın şafağında devlet aklını yapı söküme uğratıyor. Sadece aklı değil, bu aklın somutlaştığı devlet kişiliği/kişileri de çözümlüyor. Bu da özgün bir tartışmadır.
Özellikle bir eleştiri yazısında belirttiği tespit ile şimdilik son verelim yazıya:
“…Devlet bizatihi ahlaklı bir varlık değildir, hiç olmamıştır da…”