İlginçtir, bir çoban işe alınırken, eskiden çobanlık yapıp yapmadığı sorulur. Bir ilkokul öğretmen adayı, öğretmen okulundan diploma aldığı halde, ikinci bir yetenek sınavına tabi tutulur.
Ama beri yandan, herif kasaba avukatıdır; bir üçkağıt ticaret şirketinin ya sahibi ya müdürüdür. Hatta Erzincan Hal Müdürlüğü’nü dahi iyi idare edememiştir. Bu beceriksiz zat, başbakan diye Türkiye’nin başına getirilir; ondan sonra da kolaysa ellerinden kurtul. Sopa ve kırbaç korkusunda tüm Türkiye vatandaşları, sirk hayvanları gibi bu palyaçoların elinde oynarız.
Mesela Yıldırım Akbulut, o kadar beceriksizdir ki, karısı hakim hanım olmazsa kendi maaşını dahi alıp harcayamaz. Çünkü alışveriş yapmayı bilmez.
Ama bu insan kalkar, beceriksizliğini meziyet sayar. “Efendim ben hırsız değilim, haram para yemem” der. Zaten adam değil haram parayı, kendi helal parasını dahi yemekten acizdir.
Siz bakmayın hakim hanımın kendisine taktığı altın kravat iğnesiyle kol düğmelerine.
İnanıyorum eğer becerebilseydi, Süleyman Demirel ve Turgut Özal’ı geçerdi. Bunlar Kürt oğlan için. Şimdi gelelim Laz oğlana…
Mesut Yılmaz bey, Suadiye’de komşumuzdu. Oğlumun arkadaşıydı. Babası içyağı, mısır unu ve karalahanaya bayılırdı. Mahallede hiç kimse kendisini sevmezdi.
Arasıra işe giderken, yolda selamlaşır, konuşurduk. Aklı fikri para ve karalahanada idi. Mesut pırıl pırıl bir çocuktu. Tipik Laz oğlandı. Girişken ve sevimliydi. Ancak konuşmasında tutukluk vardı. Hatta bir ara çocuk felci geçirip geçirmediğini sordum; değilmiş. Top oynarken kıpkırmızı kesilirdi. Heyecanlanınca konuşması daha da ağırlaşırdı.
Ama gel gör ki, bu konuşma tutukluluğu, şimdi meziyet olmuş. Efendim ‘ciddi devlet adamı’ imiş. Öyle ki, hatta fikirlerin üstüne basa basa kelam edermiş!
Sonuçta insanın şansı yaver giderse, Akbulut’un beceriksizliği ve Mesut Yılmaz’ın konuşma tutukluluğu bile meziyet sayılıyor.