Devlet ondan 30 yıl, 6 ay çaldı. Henüz 24’ünde hayalleri olan bir Kürt genciydi. Fahrettin Şahin’in çalınan hayata cevabı, büyüyen hayaller ve direnmenin erdemi oldu: Çıktığımda evin yolunu bulamadım. Koskoca, kat kat binalar… Cezaevi gibi… Nasıl yaşıyor insanlar hala anlamış değilim. Korkunç bir paradoks, bir uyumsuzluk. Şahsen daralıyorum. Çıktık şimdi de buradayım, İstanbul cezaevinde!
Gülcan Dereli
Ankesörlü telefonlar, jetonlar, geniş, yemyeşil çayırlar, Aram Tigran’ın gizlice dinlenen kaseti, zifiri karanlık gecelerde kendi adımının sesiyle yürümek, yürümek… Köy evleri… Şehirde henüz köy havasının olduğu zamanlar… Betonu az, maneviyatı çok zamanlar… 30 yıl, 6 ay öncesi… Henüz 24’ünde hayalleri olan bir Kürt genci… Fahrettin Şahin… Müebbet alır, dışarıda köpek seslerinin geldiği tarih öncesi zamanlarda! ‘Dışarı’ya infazı yakıldığı için 6 ay daha geç çıktı Şahin. Karşısındaki manzara bir paradoks. Cep telefonları, bilgisayarlar, internet, kibrit kutusu gibi üst üste yığılmış hücre evleri… Hücrelere kadar inşa edilmiş kapitalist hegemonya. Hiç bu hengame nedeniyle evinizin yolunu bulamadığınız oldu mu? Fahrettin Şahin, 30 yıl 6 ay sonra çıktığı cezaevinden evinin yolunu bulamaz. Peki çalınmış bir ömür nasıl geri kazanılır? Cevabı Fahrettin Şahin’de. Ondan çalınan hayatı toplumsal bir yaşama, bilince, paylaşıma, kolektivizme dönüştürerek… Devlet ondan bedenini 30 yıl 6 ay çalar, o devletten sonsuz bir toplumsal bilinci, maneviyatı, direnmenin erdemini, hakikatin sırrını… Kim kazandı? Tarih yazacak! Fahrettin Şahin’i iyi okumalar…
Hayat şimdi bambaşka
Fahrettin Şahin, söze şöyle başlıyor: “24 yaşında cezaevine girdim, o zaman hayata daha yeni merhaba demiştim. Duygu kabarmaları beni yönlendiriyordu. O zaman öyleydi, fakat 31 yıl sonra bambaşka bir insana dönüştüm. Biraz daha hayatı anlayan, insanı anlamaya çalışan, daha iyi bir muhakeme sahibi olan bir insan oldum. Yani olgunlaştım diyebilirim. Fakat hayatı sorsan hayat çok değişti. Cezaevine girdiğimde henüz şu gördüğünüz telefonlar falan yoktu. Ankesörlü telefonlar vardı. Kartlı olanlar. Onlar da her yerde yoktu. Yaygın değildi. O zaman yeni yeni çıkmıştı, koca koca jetonlar kullanılırdı. İletişim onunla olurdu. Fakat şimdi hayat bambaşka.”
Aram Tigran…
Sadece bu değildi Şahin’in dikkatini çeken. İnsanı da değişmiş buldu: “İnsanı çok değişmiş buldum. Eskiden insanlarda korkular çoktu. Hatırlıyorum bir gün beni bizim bir köylü çağırdı. Sıcak bir yaz günüydü. Gel dedi sana bir şey göstereyim. Böyle bir sır anlatır gibi ben de merak ettim ne gösterecek diye. Taksiciydi, taksiye bindik arabanın teyibine bir kaset koydu, Aram Tigran’ın kaseti, sesini kısmış dinle diyor. Allah Allah, o zaman bana çok güzel gelmişti. Tabi o zaman yasaklar çok yaygındı. İnsanlar korku, endişe içinde, o zaman onu cesaretli bulmuştum. Fakat şimdi bakıyorum neler neler olmuş, neler değişmiş. Mersin’den Cizre’ye giderken arabayı bizim yeğenlerden biri kullanıyordu, radyo açmış, Kürtçe bir radyo dedim bunu herkes dinleyebiliyor mu? Dedi evet. Dedim şimdi bu radyo mu, kaset mi? Dedi radyo. Normal arabesk türü bir müzikti. Biraz garibime gitti, bir yanı o, bir yanı da tabi insan düşünüyor ister istemez geçen 31 yılın neler oluşturduğunu insan anlayabiliyor.”
Her şey çok değişmiş
Dışarıya çıktığında gördükleri Şahin’i çok şaşırtıyor. Çünkü bıraktığı yaşam ve içeride yaşadığı hayat bambaşka. Şahin, şöyle karşılaştırıyor: “Hala şoktayım. 31 yıldan sonra dışarı çıktım, insanları görmek, havayı görmek, bambaşka bir şey. Ama çok dikkatimi çeken bir şey oldu bana her şey küçülmüş gibi geliyor. Hala öyledir. Köye gittim, yollar daralmış, bana öyle geliyordu, ağaçlar küçülmüş, evler küçülmüş. Köyde ilkokul binaları vardı. Aklımda kaldığı kadarıyla koca koca binalardı. Fakat gittim baktım, küçücük bir kulübe gibi. Bana mı öyle geldi yoksa onlarda mı canlı bir organizma gibi değişiyorlar, binalar, taşlar bilmiyorum ama bana her şey çok küçülmüş gibi geldi. Dikkatimi çok çekti o. Kısacası hayatta çok şeyi değişmiş buldum.”
Uçsuz bucaksız arazi…
Şahin, tahliye olduktan sonra soluğu doğduğu topraklarda alıyor. Başkaldırının kenti Cizre’de. Yolculuğunu Şahin’den dinliyoruz: “Ben Cizre’ye en son 90 yazı gitmiştim. Abimlerin kaldığı yer Cudi Mahallesi’nin düzlükteki kısmındaydı. Önünde uçsuz bucaksız boş bir arazi vardı. 5-6 futbol sahası, hatta daha da fazla büyüklükte evinin önünde arazi vardı. İlk bahar olduğunda diz boyu sosunlar (lale) çıkardı. En son gittiğimde Cizre gitmiş, köprüyü geçmiş. Ben hayrete düştüm. Zaten çıkmadan önce soruyordum. Gelsem evi tanır mıyım diye. Mümkün değil dediler. Fakat görünce insan anlayabiliyor. Muhtemelen hayatın karakteriyle ilgili bir şey. Daha çok müstakil evlerdi. Fakat şimdi bakıyorum koskoca binalar, kat kat binalar, üst üste çıkmış, kibrit kutusu gibi üst üste koymuşlar. İnsanlar orada yaşıyor. Nasıl yaşıyor, ben hala anlamış değilim. Düşününce bile canım sıkılıyor. Cezaevi gibi yani fakat öyle bir yaygınlık var. Dediğim gibi en azından Cizre’ye gittim, orayı gördüm eski Cizre ile yeni Cizre’yi kıyasladım; arada korkunç bir paradoks, bir çelişki, bir uyumsuzluk, bana eğreti geldi. O toprağa, o araziye uymayan yapılaşma ister istemez kültüre de yansıyor ya da kültür ona yansımış, bunu bilemiyorum. Tam tersi de olabilir ama o yönlü değişiklik sıkıntı veriyor. Şahsen daralıyorum.”
Eve dönüş heyecanı
Şahin, değişen Cizre’de evinin yolunu bulamadığını söylüyor ve ekliyor: “Evi bulamadım. Kendileri götürdü zaten. Bıraksalar gidemezdim, mümkün değil. Şu anda bile gidemem. Orada on gün kadar kaldım her gün dışarı çıktığım oldu. Her döndüğümüzde de abime şuradan mı gidiyoruz, buradan mı gidiyoruz diye soruyordum. Esasında ben köyde kaldım. Ama gidip geliyordum, Cizre’yi biliyordum. Ben köyde doğdum, büyüdüm. Köye gittiğimde esas çarpıldığım yer orasıydı. Tabi zordu, biraz duygulandım. Çocukluk anılarımı anımsadım, annemi hatırladım. Annemle olan ilişkilerimizi hatırladım. Birlikte kaldığımız yılları hatırladım. Dedim ya çocukluk anıları, gençlik anıları… Bütün bunlar duygulandırdı beni. Annem 96’da vefat etti. Cezaevindeydim söylememişlerdi bana, çok sonradan öğrendim. Bir-iki yıl sonraydı Hollanda’da bir yeğenim var. Benim bildiğimi var sayıyor. Ona dayanarak mektup yazmış, nenem öldü çok üzüldüm falan diyor. O zaman öğrendim. Gecikmeli bir haber, tabi ona rağmen insan üzülüyor. Yansıtmamaya çalıştım ama üzüldüm. Ama dediğim gibi beni en çok düşündüren köye gidişim oldu. Çok kalmadım gerçeği; bir, bir buçuk saat kadar. Fakat diyebilirim ki 24 yıl bir buçuk saate yansıdı. Epey etkili oldu. Zordu yani, girişte heyecanlandım, ana yoldan ayrıldığımızda biraz daldım. Bazen konuşuyorlardı ne konuştuklarını bilmiyordum.”
Ev benim diyemedim
Cizre’nin Mizizax (Doğançayır) köyündeki anıları Şahin’i geçmişe götürüyor: “Yaşanmışlığı yaşadım ve hissettim, annemi, çocukluğumu, arkadaşlarımı hissettim. Duydum mesela hala köylüler arasında bir hır gür varmış. Şurası benim, orası benim diye bir kızılca kıyamettir kopmuş. Valla çok garip geldi. Anlayamıyorum. Bir karış yerdir, burası benim mi bu senin mi tartışması hala yürüyor. Çok garip geliyor. Anlam veremiyorum, anlamakta zorlanıyorum hala da öyle. Ama dediğim gibi belki o son 31 yıllık oluşmuşluktan kaynaklı bir şey ama ben de şahsen öyle bir şey olmadı. Bu ev benimdi diyemedim.”
Hayallerim topluma dönük
Tahliye olan tutuklulara sorulan klasik soruları sıralıyorum tabi, hayallerini soruyorum Şahin’e, şöyle yanıt veriyor: “Her tutsağın çıkınca ben şöyle yapacağım dediği hayalleri vardır. Bizimki de vardı. Biliyorsunuz. Bizim hayallerimiz biraz başkaydı. Bizim kilitli olduğumuz bir takım alanlar ve yerler vardır. Genelde hayallerim buna dönüktü. Hiçbir zaman şunu düşünmedim, şuraya gideceğim, şu yemeği yiyeceğim, şurada gezip tozacağım, bunu diyenler var, ama bende şahsen olmadı. Fakat dediğim gibi hayallerimiz vardı. Bütünü, geneli bağlayan hayallerimiz vardı. Hala var tabi ki.”
Karanlıkta yürümek
Bir arzusunu da şu sözlerle özetliyor Şahin: “Ben en çok karanlıkta yürümeyi özledim. Orada da arkadaşlara söylerdim. Beni en çok cezbeden şey, karanlıkta, sessiz yerlerde yürümek. Bunu özlemiştim. Hatta birlikte kaldığımız arkadaşlara şöyle söylemiştim. Eğer gidersem Midyat’tan köye gece karanlığında yürüyerek giderim. İmkan olmadı ama kafamda bu var. Daha olmadı ama umarım olur.”
Kolektivizm…
Biraz da cezaevindeki yaşamı soruyorum. İşte Şahin’in ondan çalınan 30 yıl 6 aya verdiği yanıt bu hakikat bilinci oluyor: “Biz kolektif yaşamın içinde şekillendik. Ona aykırı davranışlar olduğunda bize çok garip gelirdi. Epey iyi işliyordu, tabi bir takım aksaklıklar vardı. Her ortamda, her iklimde, her insanda olduğu gibi bizde de vardı. Sonradan tutuklanan arkadaşlarda bir takım sıkıntılar çıkıyordu. Bir takım bencillikler, bireysellikler vardı, yok değildi. Fakat uzun yıllar kalmış bizim arkadaşların yüzde 90’nı onsuz yaşayamıyor, zaten mümkün değil. Benim param, senin paran denildiğinde bana çok garip geliyor. Dediğim gibi sen ben yok, biz varız. Düşünün 30 yıldır ailesi gelmeyen arkadaşlar var, adına havale gelmeyen arkadaşlar var, giyim eşyasıdır, şudur budur gelmiyor. Fakat tek bir sıkıntısı yoktur. Her gün ailesi gelen neyse o da öyledir. Zaten bu F Tipleri galiba bunu dağıtmak için yapıldı, en azından bir yanı bu. Ama ona rağmen bu darbeyi yemedi yaşam şekli. Sanırım biraz özlü olarak kendisini bu yaşama veren insan istese de yapamaz zaten. Bazı duygular kolay gelişmiyor. Kolay da bozulmuyor. Bir gerçeklik var, bunlar kolay dağılmıyor. Kolay darbelenmiyor, unutulmuyor, aykırı durumlar insana garip geliyor. Birisine dışarıdan bir eşya geldiğinde sahiplenmesi çok yadırganır. Bizde böyleydi. Bu tür durumlar burada çok tabi, haliyle bizim yaşadığımız temel çelişkilerden biri bu kıyaslamadır, bu kıyasa gidiyoruz. En azından ben gidiyorum. Fakat bir gerçek de var orası bir evren, burası başka bir evren. Dolayısıyla bu evrenler örtüşmüyor birbiriyle, bir takım çelişkiler var.”
Nefs terbiyesi uç oldu ama pişman değilim
Yaşam tarzı onun kısmen de olsa sağlıklı kalmasını sağlamış. Sağlığını merak ettiğim Şahin, “2000 yılına kadar ağrı kesici bile almıyordum, sağlığım iyiydi. Mevsim geçişlerindeki gribal enfeksiyonlar dışında bir rahatsızlığım olmamıştı. Bunun dışında pek revire çıktığım da olmuyordu. Doktor bir gün bana ya sen hiç çıkmıyor musun diye sordu. Ben de vallahi ihtiyaç duymuyorum dedim. Gayet iyiydim. Fakat 2000’den sonra peyder pey rahatsızlık belirmeye başladı. Ölümcül şeyler değil belki ama yaşamı sınırlayan rahatsızlıklarım gelişti. Bir insan 31 yıl cezaevinde kalır ama taş gibiyim der mantık dışı tabi, hiç de öyle değilim. Fakat yaşamımı ciddi anlamda sınırlayan bir durum yok. Benim yaşamım çok düzenliydi. Spor yapamıyorum bacağımda sakatlık var ama düzenli yaşıyordum. Hiçbir zaman 11’den sonrasına kalmadım. Hiçbir zaman sabah 6’dan sonrasına da kalmadım. Her sabah 6’da kalkarım istisnasız. 31 yıldır. Bizim eskiden koğuş nöbetçileri vardı, sabah erken kalkar oraları temizlerlerdi, kahvaltı hazırlarlardı. Kaldığım koğuşlarda nöbetçiler kalkmazdı ben kalkardım sürekli. 31 yıl boyunca bunu sürdürdüm. Hatta biraz mekanikleştim. Bende mekanik bir şeye döndü. Şu anda da öyle 6 oldu mu uyuyamıyorum. Abim geçen bana diyor uzan uyuyormuş gibi hisset uyursun. Vallahi uyuyamıyorum. Orada tutturduğum form burada da sürüyor. Bir ikincisi, bu düzenli bir yaşamın parçası olarak öyle çok fazla abur cubur yiyecekler yemedim. Genelde 3 öğün yemekte masaya ne geldiyse onu yerim. Onun dışında bir şey yemedim hiçbir zaman. Arada hiçbir şey yemedim bugüne kadar. Bir zamanlar bizde nefs terbiyesi derlerdi. Benimki belki uç oldu ama ben bunu yaptığıma da pişman değilim. Günde 3 öğün dışında hiçbir zaman bir lokma ekmek bile atıştırdığımı hatırlamıyorum. Belki istisna vardır ama yaşam şekli haline dönmedi bende. Bunun da sanırım payı vardır.”
Cezaevi güncesi
Sürgünlerden Şahin’de nasibini almış. Birçok cezaevi gören Şahin, önce Mardin, sonra Diyarbakır Cezaevinde kalır. Ekim 1992’de Diyarbakır Cezaevi’ndeyken davası sonuçlanır ve müebbet verilir. Her cezaevi onun için ayrı bir tecrübe olur. Diyarbakır’dan sürgün edilmesini Şahin, şöyle anlatıyor: “92’nin Şubat’ında biz cezaevinde saldırıya uğramıştık. Çok sayıda yaralı vardı, onun üzerine açlık grevine girmiştik. Biz açlık grevinde Antep’e sürüldük. O zaman orası özel tip cezaeviydi. Sabri Ok’lar, Muzaffer Ayati, falan oradaydı. Antep’e gittiğimde kendi kendime herhalde cezaevi esasında burasıdır. Kaldığım yer cezaevi değilmiş. Gece saat 12’de o büyük raylı kapılar kapandığında bizim odaların acayibime gitmişti o zaman dedim ya ilk cezaevi duygusunu orada yaşadım. Orada da bir buçuk yıl kadar kaldım. Bir gün bize cezaevinin boşaltılacağını söylediler. Bizim sayı o zaman 200-250 civarıydı. Hepsini boşalttılar Türkiye’nin bütün cezaevlerine serpiştirdiler. Ben de Aydın’a düştüm.
2000 yılının 15 Şubat’ına kadar Aydın’daydım. Sonra Nazilli’ye kendim gittim. O zaman Nazilli yeni açılmıştı, hep gençler vardı. Orada da 4 yıl kaldım. 2004’te F’lere alındık. İzmir Kırıklar F Tipi’ne oradan da 2 yıl sonra bizi Bolu’ya sürdüler. Aniden ve sebepsiz yere niye sürdüler anlamadık. Sonradan öğrendik ki herhalde son duraktır Bolu. Çünkü ötesi yok. Sürgün yeri diyebileceğim bir zemindi orası işte son 16 yıldır oradaydım. Bolu belki de bizim arkadaşların kaldığı en negatif görebileceğimiz bir yer. 16 yılı öylece orada geçirdik. Ve çıktık şimdi de buradayım İstanbul cezaevinde. 31 yıl öyle geçti işte.”
Son güne kadar bekledim
Bolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde 31 yıldır tutuklu olan Fahrettin Şahin, 16 Nisan’da şartlı tahliye olması gerekirken, Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulu’nun “iyi halli olmadığı” kararı gerekçesiyle tahliye edilmedi.
O süreci bir de kendisinden dinliyoruz: “Benim cezam Nisan ayında bitiyordu. Benden önce tahliyesi ertelenen bir arkadaş vardı. Üyelikten ceza almış bir arkadaştı. Amedli senin hemşerindi. Biraz şüphelenmiştik açıkçası. Başka cezaevlerinden de haber geliyordu. Fakat benim yattığım süre bizi biraz umutlu kılıyordu. Çünkü ben eski jenerasyonun ilkiyim. Benden önce tahliye olacak kimse yoktu. Haliyle herkesin gözü bendeydi. Sadece kaldığım cezaevi değil diğer cezaevleri de öyleydi. Benden 2 gün önce yakalanmışların hepsi 15 yıldır dışarıdadır zaten. Ben ilkim. Herkes bana bakıyor, çıkacak mıyım çıkamayacak mıyım. Çıkarsam onlar da çıkar. Çıkmazsam onlar da çıkmaz. Dolayısıyla benim çıkışım merak konusuydu. Dışarısı kadar içerisi için de öyleydi. Tabi bir takım düşüncelerim vardı. Fakat yine de acabalarım da vardı. Tahliye olabilirim uzun süre yatmışım bu uzun süreye rağmen sen kalacaksın derler mi düşünüyordum. Böyle son güne kadar bekledim tabi.”
Traş oldum hazırlandım ama…
İnfazı yakılan Şahin’e hiçbir bilgi verilmiyor. Umutlarını diri tutan Şahin, “Hiçbir şey söylemediler, en son güne kadar yarın çıkacağım bugün arkadaşlar dedi hazırlan gidersin. Avukatlar da benzer şeyler de söylüyordu. Haliyle umutlar artmıştı. Ama yine ben de şüpheler vardı. Dolayısıyla hazırlandım. En detay hazırlıklarımı bile yaptım. Traş oldum, giyindim. Son gün sabah kalktım bekliyorum ha geldiler ha gelecekler, gelmediler. Saat 10 gibi avukat geldi. Sordu bir şey söylediler mi diye yok dedim. Sonra o çağırdı oradaki gardiyanları dediler bilmiyoruz bize henüz bir şey söylenmemiş. Fakat kendisi biliyordu. Gitmeyeceğimi öğrenmişti. Bana net bir şey söylemiyor belki de etkilenmeyeyim diye ya da yavaş yavaş mı söylemek istiyordu” diyor.
Tahliyeyi heyet engelledi
Avukatı Özgür Erol ile görüşmesinin ardından koğuşuna dönen Şahin şöyle devam ediyor: “Neyse gitti dedi ben öğleden sonra yine gelirim. Ben de koğuşa geri döndüm tabi. Yemekten sonra yine çağırdı gittim bu sefer gardiyanı çağırdı niye bırakmıyorsunuz falan diye gardiyan karar var karar olumsuzdur dedi. Öyle deyince ben anladım mesele bitti benim açımdan. O zamana kadar yazılı bir şey yok. Saat 2 buçuk 3 gibiydi mazgaldan verdiler bana. Karar işte iyi değildir, topluma zararlıdır. Devlete zarar verir, ıslah olmamış, kötü hallidir, kalacak. 2. Müdür size açık söyleyeyim bizden kaynaklı değil sorun dedi. Dışarıdan bir heyet geldi müdahale etti. Bu bana daha çok inandırıcı geldi.”
Ben aynı benim
Öğleden sonra saat 2 buçuğa kadar ellerinde yazılı bir şey olmadığını dile getiren Şahin, “Sonradan tahliye kararı çıktığında öğrendik ki bunlar infaz hakimliğine hem ağır cezaya benim hakkımda iyi hal raporu vermişler. Oradan ve avukattaki belgeden okuduk. Fakat hem infaz hakimliği, hem ağır ceza mutlaka kalmam gerektiğini söylemiş. Neyse geldik ikinci 6 aya ben çıkmayacağımı düşünüyordum. Çünkü bir şey değişmemişti ben neysem oyum. Bir söz var ne olmuşsam oydum, hayatımda bir şey değişmedi, fikirlerimde, ideolojik aydietlerimde, tutumumda bir şey değişmedi, idarede bir şey değişmedi, müdüründen gardiyanına kadar. Dışarıdaki politik atmosferde bir şey değişmedi. Dolayısıyla bütün bunları bir araya getirdiğimde büyük ihtimal kalacağımı düşünüyordum” diye belirtiyor.
Ters bir prosedür izlendi
Artık cezaevinden çıkacağı umudunu yitiren Şahin, “Normalde bir ayın altına düştü mü dosya yeniden ele alınıyor. 29. günde bana tebliğ ettiler. Sen 14 Ekim’de gidiyorsun dediler. Tebliğ ile birlikte kızgın saç üstünde tutmak için sanki sana ikinci bir karar gelecek dediler. İnfaz hakimliğinden onay gelecek. Normalde tahliye kararı verildiğinde infaz hakimliğine gönderilir oranın onayı alındıktan sonra ilgiliye tebliğ edilir. Oradan onay alınmadan tebliğ edilmez. Fakat benimki tersi oldu. Oradan onay alınmadan tebliğ edildi. Ya da tebliğ edildikten sonra infaz hakimliğine gönderdiler. Böyle bir prosedür işletildi. Son güne kadar da ikinci karar gelmedi. En son gün saat dokuzda dediler gidiyorsun hazırlan. Böylece çıktım” diyor.