Devrediyor hayaller; olacaklara yeni deltalar, keşfedilmemiş yeni yollar biriktiriyor. Öfke ve hasret yan yana, yana yana kenetlenip birbirini sürüklerken hatırlıyoruz. Sonra yeniden hatırlayıp hayaller kuruyoruz. Olacak bir şeyler, hem de yeni şeyler. Öyle yenilikler ki şaşırmayacağız. Bir vuslat azabı son bulacak, özlediklerimizle helalleşeceğiz. Öyle bir veda ki hüsran ve hüzün yanımızdan geçmeyecek.
Bir vakitler kusursuz bir inattı: “Faşizme geçit yok.” Bunun için inat ve isyan paralel dönüyordu dünya ile beraber. Dünya çünkü döner ama kiminle döndüğünü bilmez. Özne ve hakikat, tıpkı tarih ve felaket der gibi. Yetiyordu herkes ve her şey birbirine. Ne zaman ki masal ve tarih birbirine karıştı, yeni hayallerin yolcusu oldu insanlar.
Her şeyin ve herkesin kullanışlı olduğu bir çağdayız. Veba gibi bir durum ama herkes durumundan fena halde memnun. Bu memnuniyet, bu aşırı güven birer memuriyete çıkarıyor herkesi. Bürokrasinin arbedesi yaşanıyor resmen. Karşıdan karşıya geçerken, itiraz ederken, olanı hatırlatırken bile bir görev. Yaşanmış binlerce yıldan şimdinin saniyesine kadar herkesin görevi var çünkü dünyanın öyle döndüğünden aşırı eminiz.
Temkin yok artık. İsraf, dini bir telkin. Israr sınır dışı edilen bir görülmeyen çıkar yol. İtiraz bilinen yoldan çıkmaz yola bir adres tarifi.
İzlenmiştir; Abbas Kiarostami hasta yatağında bir şarkı ister. Şarkının ismi Nobahari. Şarkının bir yerinde şu sözler geçer: “Bir ömür daha lazım vefatımızdan sonra, çünkü bu ömrümüzü sadece umutlanmakla geçirdik.” O esnada gözyaşını siler büyük yönetmen Kiarostami. Ümit etmek, sonuç almak, umudu gerçekle yüzleştirmek hasret hala. Büyük yönetmenden önce de öyleydi, halen de öyle. Pek tabi beklemek umuda emanet edilmez, o ayrı. Beklediğini kovalamak lazım bir dünya burası.
Bekleyip unutan, neyi beklediğini unutup yeni şeyler hatırlayanlar var bu düzende. Bazı beklentilere karşıt koşan atlar gibi, aynı kulvara savrulan atlar gibi bambaşka beklentiler var, umut diye koşan. Başkası, karşıt ve karşı ve beraber diye bir final fiyaskosu. Bilinir ki Bir denilen, Aynı denilen bir efsaneydi. Ancak bir yola doğru beraber olan bir gerçekti. O kadar bilinmeyle, o kadar bildirmekle, o kadar bilmeyenle, bilmeyi istemeyenle, bu yol, ovalara çıkar ve kaybolur yola çıkanlar. Heybetine küsen dağlar var, bu bile gidilememiş, varılamamış bir yol başlangıcının serencamı.
Patikalardan, asfaltı yeni döşenmiş yollara, taşları henüz döşenmiş kaldırımlardan yolsuz adımlara kadar yeniden yürümek lazım. Yeniden olanın sürpriz sonuçları, kaybettikçe öğrettikleri vardır. Korkuyu yerinden ettiren, gereksiz asabiyeti sürgün eyleyen, dışladıkça engelleri, onları yoluna yeniden döşeyen adımlar. Lazım lazım bunlar. İki değil, birkaç defa tekrarlayıp, yeni bir tekrarı ıslah etmeyen, sabredip genişleyen; öyle bir yol, öylesine bir başlangıç. Evet, öylesine başlangıçlara ciddi ciddi açız ve açık olmalıyız. Yoksa bu çağ, bu melodram, bu yıkılan ve yok olanların gölgesinde başka türlü bir yeniden başlamak nereye götürür ki bizleri?
Olacak ve olmasını istediğimiz yerlerin yollarında adımlar atacağız. Korkuyu öfkeye yem edip hatıraların umudunda hayal edeceğiz. Sonra o hayaller gittiğimiz yolda karşımıza çıkacak ve diyecek: burası orası!
Bakacağız ve içinde olacağız; devredilen her şeyin her yerine vardık. Devredilen her şeyin sonrası devrimdi. Öncekileri devreden, devrilmeyi göze almayıp ölen, devretmeyen, devredemeden ölen ve daha neler neler. Geldik bir dalga sürüklenmesiyle, bir taşın dağı devirmesiyle, devrildi umut ve hayal. Buradayız işte. Yeniden dünya, dünya yeniden.
Salgın gibi bir devrim devirecek umutsuzluğu, hakikat ve umut yüzleşecek. Hayal dürtecek biriktirdiklerini. Gökkuşağı nedir ki bulutlardan, yıldızlardan nadir kendini sayacak? Yıkılacak olanların heybeti, umutların hüsranı bile yağacak yeryüzüne. Hayat öyle değil, ölmek bu kadar değil, umut bu denli değil, yeniden olacak ne varsa öylesine değil. Teknoloji ve umutsuzluk çağında, savaş ve barışın bu amansız yok etmesinde değil. Yer ve gök, hayal ve gerçek şahit ki öyle değil. Godot neden beklensin ki diyecek kadar bir sert dünya.
İnsanın düşünü ve düşüşünü heybesinde taşıyan burası, çukurunda gökyüzünü başka gören hayvanın gözlerini de taşıyacak, devirecek her şeyin duvarına. Dünya hep beraber, herkesle beraber ve herkese kadar…