Leonardo Henrichsen, annesi Arjantin’li babası İsveç’li gözü pek bir kameraman ve foto muhabiriydi. Latin Amerika’da 10’u aşkın ülkede darbelere tanıklık etmiş, oralara koşup sıcağı sıcağına sokakları belgelemişti.
1973’te Şili’de Allende’ye karşı darbe tezgahlanırken de, İsveç televizyonu adına oradaydı. Santiago’da Başkanlık Sarayı La Moneda’nın karşısında bir otelde kalıyordu. 29 Haziran sabahı kahvaltısını ettikten sonra, sokaktan silah sesleri duyar. Yanındaki muhabir arkadaşıyla birlikte kamerayı kapıp dışarı fırlarlar. Sokaklar askerlerin işgali altındadır; ordunun içinde bir grup, başarısız olacak ilk darbe girişimiyle La Moneda’yı kuşatmaya gelmiştir. Henrichsen 16 mm kamerasıyla sağa sola ateş eden, sivilleri kovalayan askerleri çekmeye başlar. Yanındakilere emir verirken gördüğümüz bir rütbeli, bir ara kamerayla ‘göz göze’ gelir, elindeki tabancayı doğrultup ateş eder. 33 yaşındaki Henrichsen arkadaşının kucağına yığılır; kamera hâlâ çalışmaktadır ve her şeyi kaydetmiştir. Sonradan askerler gelip içindeki filmi alsa da, kameranın kayıt yedekleme özelliği vardır ve bu sayede bu soğukkanlı cinayetin belgesi bugüne kadar gelmiştir.
Darbeci asker, o an orada hem kameramanın hem de kameranın gözüne (lense) ateş etmiştir; kameramanı öldürmüş ama görüntüyü yok edememiştir. Öte yandan görüntü her izlendiğinde, bir bakıma onu izleyen bizlere, yani tanıklara ateş etmeye devam etmektedir.
Dünya üzerindeki ceberrut rejimleri kardeş kılan özelliklerden biri, göze karşı besledikleri ortak husumet olsa gerek. Despotlar yaptıklarıyla, nutuklarıyla varlığını her daim hissettirir, lakin çıplak gözle görünmekten nefret ederler, hele de insanlık suçu işlerken! Camları karartılmış araçları içinde, kara gözlüklerinin ardına saklanırlar. Biz faniler, ekran dışında onları göremeyiz kolay kolay.
Hakan Yaman adlı servis şoförünü hatırlayan var mı? Hatırlatalım: Gezi isyanı sırasında Sarıgazi’de aracını park etmiş evine giderken, çevik kuvvet polisleri tarafından ‘gösterici sanılarak’ feci bir işkenceden geçirilmiş, gözüne sert bir cisim sokulup kör edilmiş, sonra da ateşe atılmıştı. Tüm bunları, Yaman birileri tarafından hastaneye yetiştirildiği ve yaşadıklarını anlatabildiği için biliyoruz. Türk Tabibler Birliği’nin o zamanki verilerine göre, Gezi sürecinde polisin attığı kapsüllerden 11 kişi gözünü kaybetmişti. Kanunen yere 45 derece açıyla havaya ateşlenmesi gereken bir silahla atılan gaz kapsülünü tam göze isabet ettirmenin özel bir maharet gerektirdiği aşikâr.
Ocak 2011’de ve izleyen dönemde Mısır’daki gösterilerde, polisin saldırısı sonucu 80’den fazla eylemci gözünü kaybetmişti. Öyle ki göz bandı Mısır devriminin simgelerinden biri haline gelmişti. Kamerayla yakalanan bir görüntü ve görgü tanıkları sayesinde, polislerden birinin nişan alıp eylemcinin gözüne isabet ettirdikten sonra amiri tarafından “Helal olsun!” diye tebrik edildiği ortaya çıkmıştı. Bu nişancı polis, eylemci gençler tarafından tespit edilince teşhir olmuş, kısa zamanda üstünde “Wanted” (Aranıyor) yazan stencil portreleriyle Kahire’nin duvarlarını kaplanmıştı.
İsrail askerlerinin de, Filistin’deki eylemcilere karşı plastik mermi ve gaz kapsülü ile göze nişan alma oyununu zevkle oynadığını yine pek çok vakadan biliyoruz. En son geçen hafta El Halil’de çatışmaları belgelemeye çalışan Moath Amarnih adlı Filistinli gazetecinin bir gözünü plastik mermiyle çıkardılar. Dünyanın her yerinden insanlar tek gözlerini kapatarak dayanışma gösterdi, ancak Amarnih’in gözü işgalci devletin ne ilk kurbanıydı ne de sonuncusu olacak.
Bütün bunları hatırlayınca, Şili’de devam eden isyanda polis saldırısı sonucu şimdiye kadar 300’e yakın kişinin gözünü yitirmiş olmasının bir tesadüf olmadığını anlıyoruz. Despotların her dönemde her coğrafyada tekrar eden göz nefreti, insanlık tarihi kadar eski olmalı. Mitolojide tek gözle temsil edilen Eski Mısır tanrısı Horos’un gözü, kötülük timsali Set tarafından oyulmuştu nitekim. Kötülükle mücadelede gözünü ve bazen canını feda edenlere bin selam!