Erdoğan iktidarının bizzat kendileri, inşa ettikleri sisteminin sebep olduğu krizlerden mağduriyet algısı inşa edip kârlı çıkmakta pek de mahirdirler.
Bu durumu çoğu zaman da saklama gereği bile duymadılar. Erdoğan’ın sebep olduğu krizlerde “Rabbim ve milletim bizi afetsin, helallik istiyorum, bize düşen helallik almaktır, kandırıldık” gibi çıkışlarla mağduru oynayarak kendisine yönelik tepkilerin önüne geçmekte çoğu zaman başarılı da oldu.
Erdoğan sebep olduğu krizlerde mağdur rolüne girdikten sonra krizleri fırsata çevirmekte de ‘usta’dır. Önce toplumun tepkisini dindiren Erdoğan, sebep olduğu çoklu krizleri “Allah’ın lütfu” olarak görüp kendi yağmacı, talancı, baskıcı rejimin inşasını ve koltuğunu korumasını bildi.
Bunun en son örneği 6 Şubat 2023 tarihli Pazarcık – Elbistan merkezli ve 11 ili etkileyen “afetin doğal ancak felaketin iktidar kaynaklı” depremdir.
Aldırmadıkları tedbirler, usulsüzlük ve partizancılık hatırı ile alınan iskanlar ve sonrasında çıkarılan yasalarla doğal afetin felaket olarak yaşanmasının öncelikli sorumlusu siyasal iktidar ve Erdoğan’dır. Erdoğan sorumluluktan kaçmak için depremi önce “asrın felaketi” olarak tanımlamaya çalıştı. Oysa yaşananlar “asrın felaketi” değildi. Yaşananlar ‘asrın ihmali’, ‘iktidarın felaketi’ idi.
Erdoğan Adıyaman’da ve Hatay’da almadıkları tedbirler ve çıkardıkları yasalarla; enkaz altında yalnız bıraktığı ve yakınlarının ölümüne, evlerinin yıkımına neden olduğu depremzedelerden ‘helallik’ istedi.
Şimdi sıra; neden olduğu iktidar felaketini, yaklaşan seçimler ile fırsata çevirmede.
Erdoğan, 10 Mart 2023’te erken seçim kararının açıklandığı basın açıklaması görünümlü propaganda toplantısında, önce “Ülkenin bir bölümü can kayıplarıyla feryat ederken bir kesimin siyasi hesapları uğruna sergilediği aymazlığın faturasını milletin sırtına yükleyemeyiz” pişkinliğiyle deprem suçlarını muhalefete yüklemeye çalıştı.
Sonrasında da “Türkiye’nin vakit kaybına ve dikkat dağınıklığına tahammülü yok” deyip sözüm ona sorumluluk hissettiğini ve en son olarak “yaralıyız, dertliyiz” diyerekten duygu sömürüsü yaparak seçim süreçlerindeki propaganda şeklini açıkladı.
Ha bu arada ola ki muhalefetin aklı başına gelir de iktidarın deprem öncesindeki almadığı/aldırmadığı tedbirler ile depremden hemen sonra insanların enkaz altında bırakıldığı ifşa olmuşken, bunun önüne geçmek için seçim sürecinde “kısır çekişme” içine girilmemesi gibi sözüm ona sağduyulu çağrılar yaptı.
Türkiye toplumu Erdoğan’ı tanıyor artık. Erdoğan’ın açıklamalarından önce halk arasında “Erdoğan seçim kararı aldıracak, bir taraftan mağduru oynayıp duygu sömürüsü yapacak, bir taraftan kendi suçlarını örtmek için sağduyu çağırısı yapacak, diğer taraftan da halktan topladığı deprem yardımlarını deprem bölgesinde seçim propagandası için kullanacak” diyordu. Gelinen aşamada toplumun öngörüsü tek tek gerçekleşiyor.
Peki; Erdoğan ve iktidarı gerçekten halka yaşattıklarından dolayı dertli ya da yaralı mı?
Deprem öncesi gerekli tedbirleri almak için toplanan vergileri başka amaçlar için kullananların, afetlerde toplanma alanları dahil olmak üzere depreme elverişli olmayan alanları imara açanların, imar planına aykırı yapı ruhsatı verenlerin, yapı denetim firmalarının denetimsizliğini denetlemeyenlerin, cebine biraz para koyanlara müteahhitlik izni verenlerin, kamu kurumlarını partizancı liyakatsiz kadroları nedeniyle depreme zamanında müdahale etmeyenlerin, alacakları 3-5 kuruş vergi için depreme uygun olmayan yapılar için imar affını çıkaranların halkın sağlıklı barınma hakkı gibi bir dertleri olmadığı açıktır.
Başta deprem afetinde sebep olduğu felaket olmak üzere Erdoğan’ın halkın derdi ile dertlenmediği ortada. Erdoğan’ın şimdiye kadarki derdi bir taraftan ‘gemicikler’ biriktirmek, bir taraftan da başta Kürtler olmak üzere ülkenin tekçi cumhuriyetini demokratikleştirme mücadelesini verenleri siyasi ve kültürel soykırıma uğratmak olmuştur. Ülkenin kaynaklarını deprem bölgesi olan coğrafyamızda depreme elverişli kentler inşa etmek yerine; yolsuzlukla, rantla, yağmayla, talanla ve savaş politikalarıyla çarçur ettiler. Şimdi de bunun hesabını vermek yerine zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışıyor, sorumlu ve sağduyu bir profil çizmeye çalışıyor ve kader-fıtrat deyip suçu Allah’a bile yüklemekten geri kalmıyor. Helallik istiyor ama özür dileyip istifa etmeyi düşünmüyor. Günahları ve suçları o kadar çok arttı ki artık ne din perdesi günahlarını saklayabiliyor ne de bayrak suçlarını gizleyebiliyor.
O nedenle bunlar dertli ve yaralı değiller. Bunlar gerekli tedbirleri ve önlemleri almadıkları ve imar affı gibi suç üreten yasalarıyla günahkâr ve suçlular.
Bu dünyada önce 14 Mayıs’ta sandıkta sonra bağımsız mahkemeler önünde hesap verecekler, sonrasında toplum vicdanında ve tarih önünde sonsuza kadar mahkûm edilecekler. Ahirette de Allah’a hesap vermekten kurtulamayacaklar.