Tüm halkımız Dersim’e attı kendini bu yıl. İyi de ettiler. Tabi henüz kamp kurulan, çadır açılan yerlerle temizlik ilişkimiz tam oturmadıysa da umut edelim düzelsin.
Bu yıl malum şartlardan festival de düzenlenmedi. Fakat sosyal medya akışlarından gördüğüm kadarıyla festivale gerek kalmamış. Sazını, gitarını, erbanesini alan müziğini de icra etmiş. Yine iyi etmişler…
Her yıl Dersim’e aynı ekip ile gidiyoruz. Kinyas, Özê, Murat û ben…
Ara sıra başka arkadaşlar da ekleniyor. Bu yıl olmadı henüz, gidemedik. Amed sıcağında kendimizi oyalıyoruz. Sıcak değil adeta Jack London’un vahşete çağrısı… Neyse bu konuya girip moral bozmak istemiyorum! Üzerimize atılan fotolarla idare edeceğiz.
Hatırlarsınız, geçmiş yıllarda Dersim festivaline ilgi de doğal olarak çok fazlaydı. Özellikle mavi köprünün etrafına erkenden kurulan çadırlar, Amed hattından yoğun akışlar, Elazığ-Batman-Mardin plaka yoğunluğu gözle görülür şeylerdi. Ovacık yolu ve Kutuderesi tarafındaki sirkülasyon da yine tekrar eden şeylerdi…
İşte birkaç yıl önce hemen Dersim-Ovacık yolu çıkışı, henüz tesislerin çoğalmadığı, beton yapıların dikilmediği bir yere demir attık. Gayet sakindi, çadırımızı stratejik bir yere kurduk. Perşembe akşamından ordaydık ve hafta sonu yığılma olacağını söylüyordu yakın kaynaklar!
Gerçekten de cuma gecesi yüzlerce çadır kuruldu etrafa. Sabah 4, 5’te varan bir ekip vardı, onlar hala aklımda! Oraya varmış olmanın sevinci ile müzik açtılar. Sabahın beşinde “Oremar e bilind e, zozan û gelî gund e” sesleri yükselmeye başladı. Çadırdan fırladık, herhalde uyuyan herkes uyandı ve kafasını çadırdan çıkarıp bu çılgınlığın ne olduğunu anlamaya çalıştı. Hele hele şarkının nakarat kısmında zılgıt çeken biri vardı, dedik zaten çadır alanında kesin çatışma başladı. Çadırlardan çıkıp kaçan bile oldu…
Bu arkadaşlar Batman’dan gelmişlerdi. Dersim oksijeni fena çarpmış olmalıydı. Sonraki günler hiç şarkı söylemediler. Dendikê zebeş bile yediklerini görmedim fakat çay alışverişimiz oldu elbet!
Tabi çadırlar çoğaldıkça tanıdık arkadaşlar da çoğalıyor. Uzun süredir görmediğim bir çocukluk arkadaşımı da gördüm. Sinan da arkadaşları ile gelmişti. Biraz sohbet ettik vs.
Çadırlar kısmında suya giriş+ateş yakma+suya karpuz koyma çabaları popüler uğraşlar iken, şehir merkezinde de festival başlamış. Oluyor bir şeyler yani…
Öyle bir günün sabahında, kalktığımızda el broşürleri vardı çadırların önünde. Adını şimdi hatırlayamadığım bir inisiyatif, uyuşturucu ile mücadele bildirisi dağıtmıştı. Özellikle festival sürecinde kullanımın arttığını, bununla mücadelenin herkesin görevi olduğunu ve bu uğurda mücadelelerinin de amansız olacağını yazmışlardı. Öyle okuyup geçtim…
Üçüncü gecemiz olmalıydı. Sandalyelerimizi alıp suyun kenarına geçtik gece 12 gibi. Hava soğuk, suyun esintisi de eklenince ateşi habire gürlüyoruz. Dört kişi oturmuş sohbet ediyoruz. Zaman da Munzur gibi akmış, gece 3’ü bulmuştu. Biz tam kalkmaya hazırlanırken baktım az ilerimizde Sinanlar daha yeni ateş yakmaya çalışıyorlar. Biz ateş işini bu tutuşturucu jellerden, mangal jeli ile hal ediyoruz. Sinanlar habire üflüyor. Durumu görünce bizim jeli alıp yanlarına gittim. Merhaba bile demeden, “çekilin” dedim. Adeta ‘açın kapıları, efbiyay’ modundayım!
Yakmaya çalıştıkları küçük bir ateşti, ben de jeli o küçük ateşin üstüne döktükçe döktüm. Ben döktükçe ateş çıldırdı, ateş çıldırdıkça ben döküyorum. Hayallerimizi ısıtan ateş, yüreğimizi aydınlatan ateş temalı şiirlerinin nasıl yazıldığını hemen orada anladım! Öyle bir ateş yakma aşkı benimkisi… Üzerinize afiyet ateş uygun kıvama gelince durdum ve jelin ağzını kapattım! Üç kişi vardı orada, üçü de pert û perişan olmuş gibi, bön bön gürleyen ateşe şaşkınlıkla baktıklarını fark ettim. Ben de sırayla onları süzdüm ama hiçbiri bana bakmıyor, resmen dalmışlar. Kimse bişi demiyor, öyle ateş başında bir gerilim oldu, hissediyorum. Hele hele zaten teşekkür eden de yok! Sinan desen, ateşin yansıması gözlerinde alev topu gibi!
Ben de ne diyeceğimi, yapacağımı şaşırdım! Laa ne oluyor? Biri bir şey desin…
Tam bu esnada üzerlerindeki tişörtleri çıkarıp suya doğru koştular. Gecenin üçünde o buz gibi suya atladılar! Onlar atladı ben ateş başında üşüdüm, dondum resmen! Olan bitene akıl veremiyorum hala…
Yerime geri geçtim, durumu anlattım bizimkilere. Onlar da şaşırdı. Sonra çadırlarımıza geçtik… Uyumaya çalıştık!
Sabah uyandığımda ne göreyim? Sinan bizim çadırın arkasına geçmiş, keko oturuşu ile bize bakıyor. Elleri çenesinde, gözleri kıpkırmızı. Dedim aha çadırı yakacak sabah sabah! Selam verdim, tık yok!
Başınızı ağrıtmadan, gün içinde meseleyi öğrendim. Sinanlar gece gece küçük bir alem yapmak için hafif ateş yakmışlar. Kubar otlarını ve başka bazı cigara vs. hafif ateş kenarına koymuşlar, ısıtıyorlarmış. Yani zaten kafa dumanlı, durumları da pek sıcakmış! İşte o jel ile hepsini iki dakikada yok etmişim. Şaşkınlık, kızgınlık hali ondan!
O an diyemiyorlar da ‘dur uyuşturucumuz gitti’… Olan oldu anlayacağınız!
Diyeceğim o ki, yanlışlıkla da olsa o yıl uyuşturucu ile gerçek anlamda mücadele eden tek kişi olabilirim! Yani galiba…