Hüseyin Deniz
Türkiye derin bir krizin içinde. Mevcut siyaset çözüm üretemez noktada! Ortaya konulan çözümler de aynen benzin-mazot fiyatının seyri gibi. Bir inip bir çıkıyor. Ama her gün daha da pahalıya mal oluyor. İş başa düşünce herkes kendince bir şeyler yapmaya çalışıyor ama nafile! Belirsizlik her şeyi alt üst ediyor.
Bu belirsizliğin, dolayısıyla krizin en çok yaşandığı yerlerden biri de Dersim. On yıllardır büyük bir cendere altında bulunan bu kent yoğun göçle birlikte ciddi bir nüfus azalması yaşıyor. Merkez köyler hariç kışın köyde kalanların sayısı 5-10 arasında. Hane başına 2-4 nüfus düşüyor; Genç sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
Önceki gün kent merkezine gitmek istedim. Mazgirt’in en işlek noktalarından biri olan Germisi’de, Dersim merkeze gidecek araç bulamadık. Çünkü mazot litresi 22 liraya dayanmış. Nüfus az olunca kente gidiş geliş de ancak 5-6 kişi olunca kurtarıyor! Sadece seyahat değil, birçok şeyde böyle. Dolayısıyla hem tarımsal üretimin hem de hayvancılığın azalması sürpriz değil. Bu maliyetler de var olan üretim de tıkanır. Fabrika yok. Devletin bir yatırımı yok. Yayla yasağı, askeri bölge uygulaması da cabası… Özetle, Türkiye’nin içinde bulunduğu kriz, Dersim’de daha katmerli!
Temel sorun ise üretmeme… Dersim artık ezici bir çoğunluk olarak tüketiyor. Merkez nüfusunun büyük çoğunluğu memur, asker, polis ile emeklilerden oluşuyor. Geriye daha çok esnaflık ile az bir ücretli kesim kalıyor. Üretim ise OSB’yi hariç tutarsak, Munzur Su, Munzur Et, Munzur Süt (simge) ile daha çok inşaat yapımı ile sınırlı. İnşaat işinde çalışanların büyük bir kısmı başka kentlerden geliyor. Genç nüfusun büyük bir kısmı öğrenci. Yıllardır böyle.
Yani Dersim çoktandır tüketim toplumuna dönüşmüş durumda. Tüketim, sadece yeme içme ile sınırlı kalmamış, yaşamın tüm alanlarına sirayet etmiş. En somut örneğini, inanç açısından kutsal sayılan yerlerin altın arayıcılarının hedefi haline gelip harap edilmesinde görüyoruz. Kısa yoldan zengin olma! Bu tüketme zihniyeti, doğaya, kültüre, tarihe, topluma, kirveliğe, kadına, musahipliğe, pirliğe, talipliğe yaklaşımda da kendisini gösteriyor.
Tüm bu tüketimlerin toplam sonucu mevcut durumu ortaya çıkardı. Onun ekonomik ifadesi olarak Dersim insanının feryat figan ettiği pahalılık meselesi… Fiyatların sınır kentlere göre çok yüksek oluşu, en çok dillendirilen mesele. İki gün önce seyahat ettiğim kentin tek firmasına ait otobüste konuşulan konu yine bu pahalılık idi. Dersim’deki kira ve ev fiyatlarının İstanbul ile yarıştığı; Et, un, yem aklınıza ne gelirse… Pülümür’de et fiyatı merkezden daha ucuz!
Niye böyle? Üstelik, sol ve sosyal demokrat, Alevi kimliği ile öne çıkmış bir kentte… Belki kurtarmıyor? Belki de hesaplar ve fiyatlar, daha çok ‘yazın kente akın akın dışarıdan gelen Dersimlilere göre yapıldığı’ndan! Özellikle de yurt dışındakiler… Ya da kent sadece yazın iş yapabildiği için mi? Herkesin bir gerekçesi var. Yıllardır böyle. Ne CHP’li ne HDP’li belediyeler buna çözüm bulabildi ne “komünist” başkan! Bu olumsuzluklara karşı Dersimlilerin tek çaresi dayanışmak. Maliyetler, imkanlar, coğrafik nedenler vs. göz önüne alındığında dayanışma olmadan çıkış zor.
Bunun da yolu geriye dönüş ve kooperatifleşmeden geçiyor. Ancak mevcut dolmuş-minibüs, inşaat kooperatifçiliği değil. Gerçek anlamda dayanışmayı ve el ele tutarak zorluklara karşı durmayı, inanç diliyle ifade edersek “el ele el hakka” yürümeyi içeren, içselleştiren bir kooperatifleşme. Var olanları güçlendirmek. Çıkış ancak buradan olabilir. Dersim derken, aslında bölgenin tümü Dersim’den farklı değil…