Zeynel Kete
İnkâr ve kabul edilmeyen her suç onun potansiyel olarak yeniden işleneceği anlamına gelir. Kabul etmemek, yüzleşmemek aynı zamanda inkâr etmektir. İşlediğiniz suçu kabul etmezseniz, “ben bu katliamı yeniden yapabilirim, bu suçu bir daha işleme potansiyelim güçlüdür” anlamına gelir. Zamanla bu yok hükmünde oluş hukukî metinlerde de yer alır.
Beyninizde insan olmadıklarına dair inancı kökleştirirseniz, bu öldürmenizin gerekçesi olur; rahat rahat öldürürsünüz, hatta katmerli sevap kazandığınıza bile kendinizi inandırırsınız. İmparatorluklar döneminde “mülhit, zındık, kâfir” olarak sıfatlandırılan Dersimli, Cumhuriyet modernitesinin zihninde ise “barbar, şaki, vahşi, çağdışı, feodal, gerici, terörist” gibi sıfatlarla tanımlanmıştır. Bu tanımlamalar toplumu insan olarak kabul etmemek, insan olmaktan çıkarmak anlamına gelir. Dersim katliamında mermiler boşa gitmesin diye meşe odunuyla insanların kafasına vura vura öldürülmelerinin resmiyet kazanması, bu tekçi zihniyetin bir sonucudur. Katliama katılan bazı askerlerin daha sonraki söylemleri bu konuya ışık tutmaktadır: “Bize gideceğiniz yerde yaşayanların çok kötü insanlar oldukları, ana, baba, namus bilmedikleri, din düşmanı oldukları, devlete karşı isyan ettikleri, katledilmelerinde bir sakınca olmayacağı” şeklinde söylemler, tanıkların dilinde resmiyet kazandı.
Tekçi ulus devlet zihniyetinin güdümünde olan şairlerin faşizan duygularında Dersim hep ötekiydi.
Seyit dede tanımam/ Benziyorlar şeytana,
Sözlerine inanmam, çıktı foya meydana.
Süpürgeden bir sakal, / Karmakarışık yüzleri,
Seslerinden var çakal, / Korkunç bakar gözleri (Dersim Destanı) , (1)
Rêya Hakk Kürt Alevilerin toplumsal hafızası olan Pirlik kurumunu “şeytan ve çakal” ile özdeş tutmaları edebiyattaki faşizmin göstergesidir.
Yeni ulus yaratma projesi inşa ettiği tekçi kimliği “ötekilerine” karşı geliştirip yüceltirken, “ötekilere” ve doğaya karşı katliam girişimlerini meşru hale getirmişlerdir.
Cumhuriyet tekçiliğe dayalı yeni kimliğini “ötekine” yöneltilmiş, düşmanlık üzerinden yüceltmiştir. Kimliğin inşasında belirleyici olan faktörün “öteki” olduğu Cumhuriyetin en yetkili kadroları tarafından sansürsüz dile getirilmiştir: “Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, dost da düşman da bilsin ki, bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsin.”
Yeni kurulan bir ulus devletin hukuki ve iktisadi alt yapısını oluşturan Mahmut Esat Bozkurt’un yukarıdaki sözleri bir kişinin sözleri değil, bir rejimin zihin kodlarını ifade eder. Cumhuriyetin toplumsal kimliği “ötekilerin” kötü, çirkin, eşkıya, ahlaksız, hayvan şeklinde tanımlamasıyla yaratıldı. Dersim raporlarında Dersimlilere yönelik bu kimlik tanımlamaları en üst düzeyde tasvir edilmiştir.
Tasvirlerde “şeytan” sıfatının kullanılması rastgele bir söylem değildir. Yeni Cumhuriyet modernitesinin iç ve dış şeytanları vardı. İç şeytanları kurucu kadroların iktidar mücadelesi iken, öteki şeytanları ise daha çok Kürtler ve Alevilerdi. Aslında tasvir edilen şeytan kavramı iç ve dış iktidar odaklarına karşı toplumsal varlığını savunma gayretine girenler manasına gelir.
Dersim katliamı son derece plânlı, programlı, masa başı yoğun mesai harcanan, devletin kontrolünde yapıldı; “Toplum kırımı, doğa kırımı, kadın kırımı iç içe geçen bir felaket zinciri olarak tahlil edilmedikçe bu sistemin karakteri de çözümlenmiyor.”
Dersim katliamında yaşananları tekçi sistemin sonuçları olarak görmek bir pozisyon almayı gerektirir. Demokratik olmayan bir ulus devlet anlayışını sistemsel, tarihsel olarak çözümlemek bütün rıza toplumu süreklerinin, elmaya ikrar verenlerin bir araya gelerek cem olmalarını gerektirir. Kurdun kuşun, çıplak yılanın, toprağın suyun, yerin altının ve üstünün hatırını gözeten canların el ele vererek sürece cevap olmaları tarihi bir sorumluluktur.
Kendi hakikati ile buluşmayan, protez bir akılla zihniyet dünyasını oluşturan, resmi ideoloji ile zihinsel ve ruhsal olarak hesaplaşmayan, kendi dilini oluşturmayan, ilericilik adına tarihsel kavramlarının içini boşaltan bir duruş yeni katliamların oluşmasını engelleyemez.
Hakikat zulmü karşı mücadele ile başlar. İkrarlı yaşamın olmadığı yerde hakikat arayışı olmaz. Hakikat anlamla ilgilidir; anlamın dile gelmesi ve yapısallaşmasıdır. Anlamlı yaşam anlamsızı görme ile başlar. Bir şeye anlamsız denilmezse anlam arayışı olmaz.
4 Mayıs 1937’de alınan Dersim’e katliam kararı hala yürürlüktedir. Alevi sürekleri tekçi zihniyeti anlamsız olarak görmezlerse, rıza şehrinde kurulan kırklar meclisindeki anlam arayışına giremezler. Aslolan manaya ermektir.