34 yıl olmuş ‘Üstü kalsın’ diyerek bu dünyadan göçeli ama şiiri değerinden hiçbir şey kaybetmeden doludizgin koşusuna devam ediyor. ‘Sıcak Nal’ hiç soğumadı.
Asıl adı Cemalettin Seber. Bilinen adıyla; Cemal Süreya…
Çok konuşuldu yazıldı belki ama şu sürgün macerası bilinmeden şairimizi (ve dahil kimi şiirlerini) anlamak o kadar kolay değil. Bu yazıda onun kendi anlatımlarıyla çok da bilinmeyen yaralarından konuşalım istedim.
Yokluklarla, zorluklarla geçmiş bir çocukluğun izleri şiirlerine yansımış. Dersim sürgünü bir çocuk olduğunu yıllar sonra açıklasa da onda her dem kanayan bir yara olmuştur.
1988’de yaptığı bir söyleşide bu travmayı şöyle açıklamıştı; “Anılarımın kökeninde yer etmiş. Küçükken, altı yedi yaşımda doğduğum yerlerden, evimizden, bahçemizden kopartılmıştım. Ardından aileme felaketler gelmişti. Annem ölmüş, babam yoksul düşmüştü. Bunlar yer etmiş bende, bir yerde sanatçı duyarlılığını etkilemiş demek. Silinmezler.”
***
Dersim katliamından hemen sonradır. Binlerce insan yerlerinden yurtlarından alınıp sürgüne gönderilir. O dönemde Erzincan’ın ilçesi olan Pülümür’de vagonlara bindirilip sürgüne gönderilen ailelerden biri ve o aileden 7 yaşında bir çocuk:
“Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli bir erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagona doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki.”
Sürgüne gönderildikleri Bilecik şehrinde, ailece tek odalı bir gecekonduya yerleştirilirler. Bilecik halkı onları önce yadırgasa da sonra iyi davranır yardımcı olur, “Siz Saatleri” adını taşıyan şiirinde bunu dile getirir:“Mahşerin ortalık yerinde size rastladık, / elinizi şuramıza koydunuz. / Sürgündük, / Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiş gibiydik. / Yanınızda göçmen olduk. / Bir yerleşmişlik duygusu ki, / hırkamız yazlık sinemada iliklenir.”
Babası onu, zorunlu ikamet yerinden ayrılması yasak olmasına rağmen, okuması için İstanbul’daki akrabalarının yanına gönderir. Herhangi bir tepki gelmeyince aile de İstanbul’a taşınır. Ancak bu uzun sürmez, bir gece evi polis basar. Suç, zorunlu ikamet yerini izinsiz terk etmektir. Bütün aile Sansaryan Han’da sabahlar.
Şairin kendisi anlatıyor; “O sıra küçük kız kardeşim daha beş yaşında, büyük annem ise en az altmış beş. Kafese konmuş, saçı sakalı uzun dev gibi bir adam anımsıyorum. Tahta sıranın üzerinde uyumuştuk. Ertesi gün jandarma refakatinde sürgün yurdumuz olan Bilecik’e posta edildik. Ben kaç yaşındayım? On birin içinde… Utanıyordum sürgünlüğümden. Hep gizledim.” (C. Süreya, Günler, YKY Yayını 2002. Sayfa 300)
***
Sonrasında Haydarpaşa Lisesi’ne parasız yatılı olarak kaydolur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Maliye ve İktisat okur. Okul arkadaşları ‘Kürt Cemo’ lakabını takarlar Ona.
Üç anayasa arasında büyümüş olsa da ona göre “şiir anayasaya aykırıdır” Şiiri üzerine çok şey yazıldı. Şiire adanmış bir ömürdü onunkisi. Düzyazılarında da şiirsellik eksik olmaz. “Jandarma daima nesirde kalacaktır / Eşkıyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine / Ve bu dağlar böyle eşkıya güzelliği taşıdıkça”
Sürgünlük, insan için bir yere kök salamamak anlamına gelir bir bakıma. Hüzündür, “Ben nereye gittimse bütün zulümlerdi / bütün açlıklardı,kavgalardı gördüğüm /
Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu namussuz bir çağ.”
Eleştirmen Sabit Kemal Bayıldıran, “Elma yiyişi bile günah. Dar gelirli, bol giderli. Develeri dört hörgüçlü. Acayip bir devlet memuru. Her şeyi, tersinden de olsa doğru okur. Edebiyatın romantiği. Devletin masasına gizlice şiir sokar, ama yakalanmaz. Vakit var daha dedi, vakti yetmedi. Kefeninin cebinde şiir vardı” diyordu onun için.
Son şiirinde ‘Üstü kalsın’ demişti… Kendi gitti, ‘Sevda Sözleri’ kaldı.