Doğayla kurduğu ilişkiyle varlıklaşan insan; hem beden, hem de ruh olarak bir bütünselliği göstermektedir. Yaşamın idamesinden, sürdürülmesine kadar doğa belirleyici bir etken olmuştur. Bu durum tüm insanlık için geçerli sayılırken, iktidarlı çağ ile bu birliktelik bozdurulmaya çalışılmıştır. Mesele bu iken, iktidarların sömürü düzenini kurarken, insan yaşamının cendereye alınmasında öncelikle doğaya yönelmesi anlaşılırdır.
Son süreçte öncelikle güvenlik politikaları, arkasından enerji politikası ve muktedir çevreleri doyurmak mesele olunca; bölgenin bir başından sonuna kadar yapılan HES projeleri ile doğa tamamen bir talanla karşı karşıya kalmıştır. Hasankeyf’teki mesele bu kadar sıcakken, Munzur’a 2003’ten itibaren başlayan 4 baraj ve 5 HES projesi ortaya atıldı. Munzur; bölge halkı için inançsal olarak da kutsal görülmektedir ve Dersim doğasının yarattığı direniş kültürüyle, kentin doğa savunucu kurumlarını içine alan “Munzur Özgür Aksın Meclisi” ile hem yargısal yollarla hem de yerinde tepkilerini ortaya koyarak sahiplenişi büyüterek, doğa talanının önünde durmaktadır.
Evet, bu projelerden bahsedilirken 2018’de yargıya başvurulardan sonra Ankara 3. Bölge Mahkemesi tarafından; “Herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının bulunduğu, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ve vatandaşların ödevi olduğu tartışmasızdır” denilerek emsal niteliğinde bir iptal kararı verdi. Tabi bu kararları kaale almayan muktedir, sermaye ortaklığı yine Munzur’un Kaletepe HES projesini ortaya attılar, fakat 10 yıl öncesinden aynı süreçte yapılan başvurular tekrar sonuç verdi ve Ankara 3. İdare Mahkemesi’nce, Kaletepe hidroelektrik santrali projesine, Anayasa’nın 56’ncı maddesi örnek gösterilerek, Milli Park Kanunu’na aykırılık, ekosistem dengelerinin bozulması, yaban hayatının tahrip edilmesi gerekçeleriyle oy birliğiyle iptal kararı verildi. Son süreçte ise proje içinde yer alan ve iptal kararına rağmen yeniden keşif kararı alındığı ortaya çıkınca, bu konuda başvurulara tekrardan girişilirken; geçtiğimiz Şubat ayında Ankara 10. İdare Mahkemesi Dersim’de Munzur üzerinde yapılması planlanan ancak iptal edilen Konaktepe Barajı ve HES projelerini yeniden dava konusu yapılamayacağına hükmetti.
Durum bu kadar çetrefilli ve adeta bir Meksika dizisi izler gibi çok entrika içeren bir trajik-komediyle karşı karşıyız. Çünkü bir mahkeme iptal kararı alırken, sonrasında sermayenin sanki hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam edilmesi, sermaye ve muktedir çevrelerin mesele doğa iken her şeyi mubah görmeleri nasıl canavarlaştıklarını, nasıl yargıyı tanımadıklarını da gözler önüne sermektedir.
Son olarak yaratılan doğa düşmanlığının getirdiği sonuç; insanlığı tehdit eden koronavirüsü can almaya devam ederken, muktedirlerin her şeye rağmen durmadıklarını gösterdi. 16 Mart’ta doğal sit alanı kategorilerinden olan “Nitelikli Doğal Koruma Alanları”nın ve “Sürdürülebilir Koruma ve Kullanım Alanları”nın ve Anıt Ağaçların” ayırt edici özellikleri ve tanımları değiştirildi. Bununla birlikte alanlar madenciliğe ve entegre tesislerine açılarak sermayeye göz kırpılmaktadır.
Ve bu durum dâhi yaratılan doğa düşmanlığının geldiği boyutu fazlasıyla gözler önüne sermekteyken, bunca şeyden sonra hâlâ ders alınmadığını göstermekte ve daha acı bir sonucu kabullenmemizi istemektedir.
Son olarak Karl Marks’ın sözüyle; “İnsan doğadan yaşar, yani doğa onun bedenidir, ölmemek için onunla daimi bir diyalog sürdürülmelidir.”