Türkiye beklediğimiz iki büyük krizin ikisine de boylu boyunca girdi.
Neoliberal sömürge kapitalizmi, şimdilik çıkışsız gibi görünen bir krize yuvarlandı. 1970’li yılların sonunu aratmayan bir stagflasyonun içindeyiz. Emperyalistler ve yerli işbirlikçileri Türkiye için çözümleri “tenzil-i rütbe”. Bugünkü egemenler yerlerinde kalırlarsa Türkiye’yi kapitalist sisteme geçmiştekinden daha aşağıda bir konumdan yeniden eklemlenme bekliyor. Kuşkusuz, “Batı”nın ve “Doğu”nun emperyalist merkezleri, Türkiye’nin bağımlılık seviyesini artıracak bu statü değişikliğini memnuniyetle karşılayacaklar. Bu işsizlikte büyük bir sıçrama, ücretlerde radikal ve kalıcı bir düşüş anlamına gelecek. 250 dolara düşen asgari ücret, AB’nin en düşük ücretine sahip Bulgaristan’ın da altında, Çin’in de. Emeğin (ve Türkiye’nin) bu yeni statüsünün konsolide edilmesi için de açık faşizme, savaş ve “gavur alerjisi” ile kışkırtılmış şovenizm iş başında.
Suriye iç savaşında sona gelindi. Bugüne kadar himaye ettiği mezhepçi-cihatçı grupların Türkiye’nin işbirliğiyle “temizlenmesi”nin yaratacağı bir terör ve göç dalgası kapıda. Türkiye, ekonomik krizin kavurduğu bir dönemde üzerine binecek bu yükleri kaldıramaz. Diğer yandan Suriye hükümetinin “kendi Kürtleriyle” uzlaşması, Türkiye için bir başka siyasi yenilgi anlamına gelecek.
Açık faşizme “hukuki geçişinin” hemen ardından yüz yüze geldiği bu iki büyük kriz, Erdoğan’ı elindeki yetkileri muhalefeti ezmek için pervasızca kullanmaktan şimdilik kısmen alıkoyuyor. Ancak bu tutukluğun daha ne kadar süreceğini kestirmek de kolay değil.
Haziran isyanının geriye çekilmesinin ardından siyasi mücadelede temsil alanına sıkışan sol, “sıkıştırıldığı” bu hareket zeminini de 24 Haziran itibariyle yitirdi. Özerkliği neredeyse sıfırlanan yerel yönetimlerin yaklaşan seçimlerinin -eğer olursa- bir kaç noktada yerel direniş odakları üretmeye yapacağı katkı dışında bir anlamı olmayacak. Öte yandan (CHP’nin sumen altı ettiği bir rapora göre) oyların %7’sini bulan (ve artırılabilir) hile tezgahı, bu fiili durumla baş etmeyi önüne gerçek bir sorun olarak koyamayan temsili siyaset merkezlerine ve genel olarak temsili siyasete karşı büyük ve haklı bir güvensizlik yarattı. Bundan en çok etkilenen de CHP oldu. Halka gerçek dışı seçim güvenliği ve hileye karşı direniş vaat eden CHP kurmayının (Kılıçdaroğlusundan İncesine), asıl işlevinin halk direnişini bloke etmek olduğu ortaya çıktı. Parlamentoyu devre dışı bırakan bir sisteme geçilmesine karşın CHP kurmayları, “parlamentoda müthiş bir direniş sergileyecekleri” gibi şaklabanlıklarla kendilerine umut bağlayan sol tabanı açıkça “işletmeye” yöneldi. CHP’nin varlık zemini böylece birkaç büyük şehirdeki belediye yönetimlerine daraldı. Yerel seçimler bu zemini daha da daraltacak. CHP PASOK’un sonuna doğru hızla ilerliyor.
Diğer yandan sosyalist sol da “protestoculuğa” sıkışan ve sürekli ezilen bir muhalefet çizgisinde takılırsa, tüketici bir kısır döngüye girecek.
Dolayısıyla açık faşizm Türkiye solu için yeni bir siyasi başlangıç yapmayı dayatıyor; ve sol bu başlangıcı Türkiye tarihinin en büyük ekonomik ve siyasi krizlerinden birinin içindeyken yapacak. Bu noktada sol politik muhalefet çizgisinin ekseninin nereye oturtulacağı önem kazanıyor. Sosyalist hareket, geçmişteki liberal ve devletçi baskılanmayı aşacak bir başka hegemonik çizgiyi yakalayabilir.
Liberal “sol”, “Türkiye’nin diktatörlüğe yöneldiği, AB’den ve Batı’dan, laiklikten ve ekonominin ‘rasyonel kurallarından’ (gerçek liberalizmden) uzaklaştığı için bugünkü ekonomik ve siyasi krize düştüğünü; bu ayarlara dönerse krizden çıkacağını” ileri sürerek egemen sınıfları “akıl yoluna çağıran” bir kafa karışıklığı içinde.
Bu yaklaşımın gerçek dünyada karşılığı yok. Tam tersine emperyalizm ve oligarşi, neoliberal yeni sömürgeciliğin krizine gerçekçi yaklaşıyor ve çözümü, Türkiye’nin sistemdeki yerini Afrika diktatörlüklerinin az üstünde Filipinlerin, Pakistan’ın, Tayland’ın, Vietnam’ın sırasına kaydırmak olarak görüyorlar.
Devletçi “sol” (CHP kurmayı) ise bu gerçeği görmüş ve kabullenmiş, kendisine Saraydan verilecek rolü bekliyor; karşılığında da “arpalıklarının” bir kısmında otlanmaya devam etmeyi umuyor! Gerçekte ise devletçi “sol”, kendi siyasi ölümünün resmi ilanı için gün sayıyor.
Bu yeni siyasi başlangıç zemini, solun varlık alanını (sözcüğün gerçek anlamıyla) sosyalist içerikli bir anti-faşist direniş hareketine dayandırmasını zorunlu kılıyor. Neoliberal yeni sömürgeciliğin iflasından doğan krizin somut görünümlerine; işsizliğe, pahalılığa, zincirleme iflaslara, vurgunculuğa, sermaye talanına karşı emekçi halkı işçi sınıfı devrimciliğinin bakış açısıyla oluşturulmuş öz savunma taleplerine yönelten, militan bir mücadele çizgisini yaratarak; yoksul halkın gözünü milliyetçilikle, mezhepçilikle kamaştırarak Türkiye’yi cehennemin dibine gömen açık faşizmin karşısına sosyalizmi, halkların kardeşliğini ve barışı çıkararak bu yeni zemindeki yerimizi almalıyız.