Zafer Yörük
İçişleri bakanına göre ‘hayvandan daha aşağı’ bir ‘operasyon çocuğu’ olan Ümit Özdağ, geçtiğimiz Cuma günü bakanı dövmeye gitti. Soylu ‘in ulan aşağı’ çağrısına yanıt vermeyince de ona hitaben ‘sen cumhuriyet tarihinin en kriminal adamısın’ beyanında bulundu.
Bu devlet düellosunun anlamı üzerine kafa yorarken birçok muhtemel boyut üzerinde durmak gerekiyor. Öncelikle, bu tür çatışmalarda her zaman rastlandığı üzere, Özdağ’ın sorguladığı üzere iki ‘erkek’ arasında bir ego sürtüşmesi söz konusu. Hemen bunun ardında meselenin ‘cambaza bak’ boyutu yatıyor. Tarihinin belki de en derin ekonomik depresyonunu yaşayan Türkiye toplumu, bu iki kelli felli şahsın peşrevinin yarattığı olağanüstü seyirlik malzeme ile en azından bir süre oyalanacak. Bir de tabi bu ekonomik krizin sorumluluğunu hükümetin omuzlarından alıp sığınmacı kitlelere yüklemek. Aslında Özdağ, bu anlamda büyük bir devlet hizmeti icra ediyor ve bunun sarayın hoşuna gitmemesi için hiçbir neden yok. Çözüm yöntemi üzerine fikir ayrılığı olduğu anlaşılıyor. Özdağ, sığınmacıları tehcir – ki soykırımın resmi kod adıdır – etmenin şart olduğunu, Suriye sınır hattının ‘Talat Paşa sınırı’ olarak adlandırma önerisiyle ifade etmiş bulunuyor. Soylu, saray ve MHP’nin ise, yıllardır savaştıkları Suriye rejimi ile anlaşıp Sünni Arap mültecileri sınır ötesi operasyonlarla ele geçirilmiş bölgelerde iskân etmek suretiyle bu krizden çok yönlü kazanç sağlama perspektifini içeren orta vadeli bir büyük çözüm peşinde oldukları anlaşılıyor. Bu yüksek perdeli tartışma içinde CHP’nin ‘davullu zurnalı’ repatriasyon projesi de boşa düşmüş oluyor.
Düellonun bir başka boyutu, seçim geri sayımına girildiği koşullarda bir OHAL ilanının önkoşulu olarak ülke genelinde sığınmacılara yönelik sistematik saldırı ve pogromların planlanıyor olma ihtimali. Düne kadar tam bir provokatör icraatı gösteren Özdağ, suçun kendisine ve partisine yıkılacağı bu tür eylemlerin Soylu tarafından planlanmış olduğunu açıkladı. Soylu, saray ve MHP’nin kaygısının bu ‘milli hassasiyet’ fiillerinin olmasından çok kendi kontrolleri dışına taşması olduğu tahmin edilebilir. Soylu’nun Özdağ’a sözlü saldırısı ve ardından Bahçeli’nin Özdağ’ı ‘maganda’ ilanı bu kaygının göstergeleri olarak okunabilir. O halde, yakın zamanda kontrollü ‘vatandaş tepkileri’ beklemek ve tabi bu tür ırkçı saldırılara asla alet olmamak demokratik kamuoyu için çok önemli.
Aslında bu ağız dalaşının temeli ve en can alıcı boyutu, eşzamanlı olarak yine Ankara’da cereyan etmekte olan bir başka vakadan yola çıkılarak anlaşılabilir. HDP genel merkez binası önünde polis teşvikiyle bir provokasyon yapılmaya çalışılıyor. Bunu engelleyen partililere polis saldırıyor. Bir kadın milletvekili bir polis memuru tarafından açıkça tehdit ediliyor. HDP binası halen polis ablukası altında. Olanların İçişleri Bakanı güdümlü olduğu bariz. Polisler bir siyah çelengi korumakla görevlendirilmişler ve HDP’lilere saldırıyorlar. Resmi muhalefet sözcüleri olayı ‘kabul edilemez’ gibi yumuşak kınamalarla geçiştiriyorlar. Zaten kapatılma tehdidi altında olan HDP, bir de fiili polis saldırısının hedefi oluyor. Bu saldırı, ‘pençe-kilit’ operasyonunun yirminci gününde cereyan ediyor. Belli ki askeri düzeyde işler umulduğu gibi gitmiyor ve öfkenin hedefine sivil Kürt hareketi konuyor. Zap hevesi suya düşünce, HDP genel merkez binası işgal edilecek. Oldukça dolaylı ve metaforik bir ‘fetih’…
Özdağ-Soylu dalaşı, HDP merkezine yapılan polis saldırısıyla eşzamanlı ve muhtemelen mülteci tartışmasından çok aynı sınır-ötesi hezimetin dışavurumu olarak yaşanıyor. Devletin derin yapıları, askeri açmazın faturasını birbirinin üzerine yıkma gayretiyle birbirine savaş açmış olabilir. Aslında bu savaş, önce yer altı dünyasında Peker’in ifşaatları ve özellikle Falyalı cinayeti ile başlamış bulunuyordu. Artık devletin farklı kanatlarının da muharebe alanına çıkma hazırlığı içinde oldukları görülüyor. Bunu bir 27 Mayıs generalinin oğlu olan Özdağ ile babası namlı bir Demirgrat militanı olan Soylu arasındaki dalaşma misali doğrudan birbirlerini karşılarına alarak yapacak olsalar ne ala. Ama sürecin, geçmişte defalarca olduğu gibi kitle manipülasyonu ve provokasyonlarla ilerlemesini beklemek daha gerçekçi olur. HDP’ye ve Kürt halkına yönelik provokasyonların artması yanında sığınmacı kitlelere yönelik saldırı, pogrom ve hatta katliam girişimlerinin eli kulağında olabilir. Bu oyunu boş çıkarmanın tek yolu, demokratik kamuoyunun birlik, dayanışma ve mücadelesidir.
Devletin bir bakanıyla yine devletin bir profesörü konuştuklarında her ikisinin de birbiri hakkında sarf ettiği sözlerin doğruluğundan herhangi bir kuşku duymak yanlış olur. Ayrıca bu tür seçkin şahıslar sözünün eri olarak bilinirler. O halde Özdağ’ın ‘birimizden birimiz ölene kadar’ beyanına istinaden bunun bir kayıkçı kavgası olarak kalmayıp bir an evvel fiiliyata ve icraata geçilerek gereğinin yapılacağı umudunu asla kaybetmemek gerekir. Ama Japonya doğumlu Özdağ’a hatırlatmak gerek: Burası ne harakiri ne de düello ülkesi. Burası pusu ülkesidir. İnsanın başına olmadık yerlerden olmadık zamanda olmadık bir şey geliverir ve konu kapanır.