Peyas’taki konteyner kentte sorunlar bitmiyor. Yurttaşlar, konteyner kentten atılma korkusuyla fısıldaşarak Kürtçe konuştuklarını ve son kullanma tarihi bitmek üzere olan erzakların dağıtıldığını söylüyor
Mereş (Maraş) merkezli 6 Şubat depremlerinin ardından 1 yıl geçti.
Amed’de depremden etkilenen kentlerden biriydi. Depremin ardından bölgede 175 bina yıkıldı, 5 bin 459 binanın ise ağır hasarlı olduğu belirtildi. Depremden iki buçuk ay sonra kurulan konteyner kentte sadece 621 konut bulunuyor. Depremzedelerin sorunlarının büyük bir kısmı da çözülmüş değil.
Mezopotamya Ajansı (MA), konteryner kente giderek halkın sorunlarını yazdı.
Cezaevini andırıyor
Amed’de toplu ulaşımın son durağında, şehrin en uç noktasında kurulan konteyner kentin dört bir yanı tel örgülerle çevrili. “Güvenliğin” gözetildiği iddia edilen konteyner kent, bir cezaevini andırıyor. Toplumdan izole edilen depremzedeler kendilerini, “En azından Araştırma Hastanesi’nin dibinde, buna da şükür” sözleriyle avutuyor.
Limak Holding
Konteyner kente ilk girdiğinizde sizi çitlere asılı çamaşırlar karşılıyor. İçerisinin yabancılığı size Amed’de olmadığınız hissine kapılmanıza neden oluyor. Ve karşınıza “Ulu Cami Sokağı”, “Urfa Kapı Sokağı” gibi tabelalar çıkıyor, sokakların sonundaysa yine tel örgülerle karşılaşıyorsunuz. Kapılardan birini çalmak için zil kullanmaya kalkabilirsiniz, orada zil yerine keçeli kalemle yazılmış “Limak” yazısını göreceksiniz. Hani şu ormanlar katili olan firma, otel yapımından nasıl fırsat buldular da konteyner getirdiler diye düşünüyorsunuz. Tam öyle dalıp gitmişken kapı “rant” diye açılıveriyor.
‘Benim evim yok ki’
Önce güler yüzlü bir arkadaş karşılıyor, komşular da içeri giren yabancının kim olduğunu anlamak için yavaş yavaş toplanıyor. İlk başta tedirgin olabilirsiniz ama içlerinden biri “Gazeteci ama bizimki” deyince emin olun siz de rahatlayacaksınız. Sonra bir bankta oturup, iftar öncesi uzun uzun sohbet ediyoruz. Açlığın etkisinden olsa gerek, kapıyı açan arkadaş “Ne olurdu yani en azından Ramazan boyunca bir iftar çadırı olsaydı?” diye söyleniyor. Başka bir arkadaş, “Yemeği evinde yap diyorlar, benim evim yok ki!” diye ekliyor. Biraz daha sohbet edince yavaş yavaş dertlerini anlatmaya başlıyorlar.
Kürtçe konuşmaya korkuyorlar
Yurttaşların neredeyse hepsi Kürtçe konuşuyor ama fısıldayarak, bu kez sebebi yasak olması değil de haklarında tutanak tutulması korkusu. Çünkü içeri gelen yardımların dağıtımında “torpil” yapıldığını düşünüyorlar. Genç bir anne, bir süre önce bir kamyon bebek bezinin geldiğini ancak kendisine henüz bir şey verilmediğini, birkaç aydır dışarıdan kendisinin aldığını söylüyor. Başka bir anne de araya girerek montların getirildiğini ama dağıtılmadığını, ayakkabı getirildiğini ama yanlış numara verildiğini söylüyor. İçeride yaratılan korku ikliminin somut bir örneğinden de bahsediyorlar: Bir aile, zihinsel engelli çocuğu bahane edilerek, konteynerden çıkarılmış, son duyduklarına göre Xarpêt’e başının çaresine bakmaya gitmiş. Kendilerinin de atılma korkusuyla birkaç defa düşünmeden hiçbir şey anlatamıyorlar.
Bozulmaya yakın ürünler
Gözümüz çamaşırlara takılınca biri kendiliğinden anlatmaya başlıyor: “Çamaşırhanemiz var, haftada iki kere sırayla çamaşırlarımızı yıkayabiliyoruz. Temizlik malzemesi falan da veriyorlar. Sadece tuvaletlerimizden bazıları sıkıntılı, onun için de dışarıda umumi tuvalet var. Çadır mescidimiz de var ama keşke bir de ısıtıcısı olsaydı, üşüyoruz namaz kılarken.”
İftar vakti yaklaşırken yemek konusu açılıyor. Ortalama ayda bir kez dağıtılan kumanya ve temizlik malzemelerinin bir iki hafta kadar yettiğini, daha sonra kendilerinin gidip aldığını söylüyorlar. Dağıtılan erzağın da depoda bekletilip bozulmaya yakın dağıtıldığını söyleyen aileler, zaman zaman verilen bakliyatların kurtlu olduğunu belirtiyor.
Haber: Heval Deniz Kaya / MA