“….İklim hüzün iklimiydi, ama anahtar sözcük umut’tu.”
Sevgi Soysal
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü vesilesiyle deprem ilimiz Hatay’da kadın buluşmaları gerçekleştirdik. Geçtiğimiz hafta Samandağ ve Serinyol’da Mor Dayanışma Kadın Derneği’nin ev sahipliğinde, hemen birkaç gün sonrasında ise HEDEP Kadın Meclisleri çağrısıyla Ballıöz, Samandağ, Serinyol, Defne ve Dörtyol’da kadın buluşmalarında bir araya geldik.
25 Kasım bu yıl Hatay’da başka bir duygu yoğunluğu ile karşılanıyor. 6 Şubat depremlerinin yarattığı başka bir duygudaşlıkla damgalı zira bu 25 Kasım.
*
Aradan geçen dokuz buçuk aya rağmen günlük hayat Hatay’da akmıyor. Halkın temel ihtiyaçları karşılanmıyor. Barınma sorununun hala çözülememiş olması ise başlı başına bir skandal. Yaklaşan kış ayını insanlar yamalı çadırlarında, molozların arasındaki konteynerlarında karşılıyorlar.
Hatay Ballıöz’ündeki kadın buluşmamızda konuşan bir kadın arkadaşımız şöyle anlatıyor yaşadıklarını: “9 ay oldu 1 gram ilerleme yok. Çoğu kadın tek başına mücadele etmek zorunda kalıyor. Ben yalnız yaşayan bir kadınım ve iki çocuğumla ayakta durmaya çalışıyorum. Ben devleti yanımda görmedim sadece kadınlar vardı yanımda. Devletim bana bir çadır bile vermedi. İki defa Çin çadırında kaldım ikisi de yırtıldı. Yağmurda su geçirdi, selin çamurun içinde kaldık. Haşerelerle, yılanlarla, farelerle iç içe yaşadık aylarca. Verdikleri konteynerın içindeyse tuvalet dahi yok.”
İşte tam da depremzede kadın arkadaşımızın aktardığı gibi çok açık ve ağır Hatay’daki tablo.
Temel ihtiyaçların karşılanması ülke çapında zaten zor iken, deprem bölgesinde bu zorluk kat be kat fazla oluyor. Temiz içme suyuna, elektrik, ısınma, haberleşme ağı gibi altyapı hizmetlerine, sağlığa, eğitime ulaşım hususundaki zorluklar, yani en temel yaşam ihtiyaçlarının karşılanmaması deprem bölgesindeki halkın yaşamını oldukça zorlaştırıyor.
*
Devasa toz bulutları Hatay’da gündelik yaşamın bir parçası.
Gittiğimiz her ilçe ve mahallede muazzam bir halk sağlığı suçu gözle görülür bir gerçeklik olarak günlük yaşamın normali.
Asbest tehlikesi yeni bir felakete dönüşmek üzere. Kirletici ağır metaller havaya, toprağa ve suya karışıyor. Yıkım firmaları denetlenmiyor. Yerinde ayrıştırmanın yasak olduğunun belirtilmesine rağmen bu yasağa uyan yıkım/hafriyat firması yok. Çünkü, yıkım şirketlerinin arkasında siyasi iktidar var. Çünkü, yıkım şirketlerinin arkasında bizzat merkezi yönetim tarafından atanmış Hatay Valisi var. Hatay Valisi molozları su havzalarına dökme yetkisi verirken, Defne’nin her tarafını taş ocağına çevirip bunun için ÇED raporu gerekli değildir diyor. Ağaçların rengi griye dönmüş, yeşil yerini gri bir bozkır manzarasına bırakmış. 282 kuş türünü barından Milleyha Kuş Cenneti moloz yığın alanına yıkımın çöplüğüne dönüştürülüp bir cehenneme çevrilmiş adeta.
Hatay’da kalıcı konut inşa politikası kapsamında demografik yapı da yürütülen uygulamalarla bozuma uğratılmaya çalışılıyor. Bu yönlü bir strateji izlendiği aşikar. Hatay Arap Alevi halkının yoğun yaşadığı bir kent. Dikmece’deki istimlak projesinde özel olarak Arap Alevilerin yaşam alanlarının seçilmiş olması bu açıdan tesadüfi değil. Dikmece’de 107 gün süren direniş sonucu İdari mahkeme iki kez yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ancak köyde yaşayanlar mahkeme kararına rağmen zeytinlik ve tarım arazilerinde yıkımın devam ettiğini söyledi. Gittik gördük. Yıkım tam gaz devam ediyor. İstimlak ve zeytinlik katliamındaki bu ısrar bir yanı ile rant için bir yanı ile ise demografik yapıdaki stratejinin bir sonucu.
*
Bütün mahalle buluşmalarında tek tek aktardı kadınlar kentte yaşananları. Hatay’a çok sık gidip gelen biri olarak, daha evvelki Hatay buluşmalarımızdan farklı olarak öfkeden ziyade ağır bir hüzün hakimdi buluşmalarımıza ve sohbetlerimize. Sorunları konuşurken hemen herkesin gözü yaşlı idi. Zira aradan 9 buçuk ay geçmiş olmasına rağmen her şey tazecikti. Çünkü sorunlar çözüme kavuşmak bir yana dağ gibi büyümeye devam ediyordu. Özellikle de kadınlar için.
Kadınlar deprem sürecinde herkesin yaşadığı sorunlar yanında, ağır bir bakım emeği yüküyle karşı karşıya kaldılar. Ev içi bakım emeği çadır/konteyner içi bakım emeğine, ev içi şiddet çadır/konteyner içi şiddete evrildi. Çadırlarda ölü bulunan kadın kardeşlerimiz yaşanan kadın şiddetinin vahametinin fotoğrafını çekmeye yetiyor da artıyor sanırım. Kadını koruyan tüm mekanizmalar lağvedilirken, istihdam olanakları da ortadan kalktı. İstihdam alanlarında ise şiddet, istismar, taciz arttı.
Depremin ardından hijyen malzemelerine ulaşım güçlüğü hala devam ederken, kadınlarda menstrüasyon bozukluğu, pelvik inflamatuar hastalık, vajinal enfeksiyonlar ve üriner enfeksiyonlar erken doğum, düşük doğum ağırlıklı gebelik çok sık görülüyor. İşin psikolojik kısmına ise hiç girmiyorum bile.
Defne’de kadın kurumları ile yaptığımız ortak toplantı tam da bu yüzden çok önemliydi. Toplantıya deprem sürecini göğüslemek için var gücü ile çalışan kadın kurumları vardı. Mor Dayanışma, Hatay Depremzede Derneği, TİP’li Kadınlar, Sol Parti, Sosyalist Kadın Hareketi, SES, TTB, HEDEP Kadın Meclisi. Deprem bölgelerinde halk dayanışmalarının ana öznesi başından beri kadınlar.
Kadın kurumları kentte kadınlar açısından gözle görülür bir şekilde hissedilen sorun alanlarının başında güvenlik sorununun geldiğini aktardılar. Depremin yarattığı öfkenin kadın ve çocuklara yönelme eğiliminin giderek artış gösterdiğinden, konteyner ve çadır içi erkek şiddetinin yoğunlaştığından, feodal toplum yapısının kentin bütününde azgınca hortladığından, İstanbul Sözleşmesi’nin tam da şu an Hatay’ın ve tüm deprem bölgesinin acil ihtiyacı olduğundan söz ettiler. “Depremle birlikte Hatay’da tüm hayat durdu ama kadınlar için değil, zaman durdu ancak kadınlar için değil. Hatay’da zeytin zamanında dövüldü, nar ekşisi zamanında çıktı” dediler…
İşte depremin gölgesinde kadınların ahvali tam da bu idi.
Evet, Sevgi Sosyal’ın çok güzel bir ifadesi ile; Hatay’da ‘İklim hüzün iklimiydi, ama anahtar sözcük umut’tu…’ İşte kadınlar bu 25 Kasım’da bu anahtar sözcüğü yüreklerine, direnişlerine ve pankartlarına yazarak yürüyecekler… Reyhanları, bahhurları ile ‘Ma rıhna nehna hon’ diyerek her biri depremin ve yıkımın yarattığı karanlıkta birer ateş böceği misali yürüyecekler…
Yürüyecekler…