7,7 şiddetindeki Pazarcık ve 7,6 şiddetinde Elbistan merkezli iki depremin art arda yaşandığı 6 Şubat tarihinden başlayarak, ülke insanının hayat akışında ciddi bir altüst oluş yaşanıyor.
İki hafta sonra bu kez Hatay’ın Defne ilçesinde 6,4 ve Samandağ’da 5,8 şiddetindeki yer sarsıntıları yeni bir yıkım dalgasının yaşanmasına yol açtı.
Televizyon karşısında geçirilen süre açısından yurdum insanı ortalamanın hayli üzerinde bir performansa sahip. Gazeteler nicedir haber kaynağı olma özelliklerini yitirdiler. Sosyal medya mecraları ise, özellikle belli yaşın üzerindeki kesim için çok da ulaşılır değil. O mecralarda daha sık karşılaşılan yalan ve kurmaca haberleri, bilgi çarpıtmalarını da hesaba kattığımızda, en yaygın iletişim kanalı yine televizyon haberciliği oluyor.
İnsan, doğası gereği duyduğundan çok gördüğüne inanmaya meyillidir. Fakat gördüklerimizin sınırı da bize gösterilen kadardır. İşin aslını görmemizin önünde kameranın yönü ve reji masasının öncelikleri gibi bariyerler var. Nitekim geçtiğimiz günlerde depremzededen mikrofon gizleyen, emlak komisyoncusunun ev göstermesi gibi çadır güzellemesi yapan yandaş acar muhabirlere de rastladık. Gerçi bu tür muhabirlerin acarlığı, içine düştükleri komik halin şefleri tarafından farkına varılmasıyla, takdir edilmesiyle anlam kazanır. Bir ‘aferin’ aldılarsa ne iyi.
Depremin insanların gözlerini açan bir etkisi de var. Örneğin 5 Şubat tarihinde Türk Kızılay’ı gibi bir kurumun sadece tabela veya etiketten ibaret olduğunu, artık böyle bir kurumun fiilen var olmadığını kimseye inandırmak mümkün olmazdı. Deprem bu gerçeği görünür kıldı. Gerçek görünür oldukça, ne kadar acı olduğu da ortaya çıkıyor. Sahada göremediğimiz Kızılay’ın başkanı, gönderdikleri çadırların üzerindeki kırmızı hilalin silinip yerine ‘AFAD’ yazıldığından söz etti örneğin.
Ben vermem de (versem de kabul olmaz ya) Turgut Özal rahmet istedi. ‘Yeni Dünya Düzeninin’, o zamanki moda deyimle globalizmin ekonomi modeli olan neoliberal serbest piyasa ekonomisini anlatırken, rekabetçiliğin faydalarından söz ediyordu. Bizim devletçi bürokrasimiz ise, ürete ürete Kızılay-AFAD rekabeti, Bodrum Belediyesi-Muğla Valiliği rekabeti üretti. Sivil toplum kuruluşlarının yardımlarını devlete rakip olarak gören bu anlayış, halka hizmet götürmekten çok oy karşılığı ulufe dağıtmanın peşinde. Hangi il, ilçe, köy veya beldenin ne yönde oy kullanacağının bilindiği bir demografik alanda yardımın adil dağıtılması da söz konusu olamaz. Nitekim farklı STK’ların yurt dışından yükleyip gönderdiği deprem yardımları, belirlenen adreslere ulaşamadan AFAD tarafından gasp edilerek, yükleri kendi depolarına indiriliyor.
AFAD talimat vermediği için altında canlı olduğu söylenen enkazı kaldırmaya çalışan vinç engelleniyor. “Anahtarımı alıp vinci parka çektiler” diye anlatıyor operatör, karşılaştığı uygulamayı.
Depremin ortaya çıkardığı olumlu yönler de var, onları da gözden kaçırmamak lazım. Olağanüstü hallerde insanların ortaklaştığı anların görüntüleri, sayfalarca yazıyla anlatılamayacak olanı tek bir fotoğraf karesiyle açıklıyor. Gezi protestolarında polisin gaz fişeklerinden kaçarken birbirinin elini bırakmayan iki gencin imgesi geliyor gözümün önüne. Birinin elinde Atatürk portreli bir bayrak, diğerinde ise üzerinde Abdullah Öcalan’ın fotoğrafı basılı bir flama. Bu kez de TKP kazanının başında TKP yeleği giymiş biri, sırtındaki yelekte ‘Ülkü Ocakları’ yazan birine çorba sunmaktaydı. Hem ulusal hem de uluslararası ölçekte dayanışmanın muhteşem örneklerine tanık olduk.
Kaderin planı sözünü işittiğimde “Gölcük Orduevi’nde rakı içiyorlar, Allah o yüzden depremle cezalandırdı” diyen molla geliverdi aklıma. Her şey gün gibi ortadayken kader gibi bir gerekçenin ardına sığınanlardan olmadım. İlkesel olarak bu tür afetleri ilahî adalete bağlamak tasvip edeceğim bir yaklaşım değil. Ama meseleye o açıdan bakacak olursak, Allah’ın gazabını hak etmiş de olabilir miyiz acaba? Ardından da 19-26 Aralık 1978 tarihlerinde Maraş’ta yaşananları anımsadım.
Dayımın sözüdür, “Allah Yozgatlı olmadığından parmağını hemen sokmaz adamın gözüne” der. Bazen 45 yıl beklediği de olur.