Mereş merkezli iki büyük deprem 10 ili derinden etkilerken, depremler bize insan insanın kurdu olmadığını, devletin insanın kurdu olduğu hakikatini bir kez daha gösterdi
Selman Çiçek
Merkez üssü Mereş Bazarcix (Pazarcık) olan 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde gerçekleşen ve 10 ilde hissedilen yıkıma neden olan depremin 13’üncü geride bırakırken birçok kentte arama kurtarma çalışmaları devam ediyor. Soğuk havaya rağmen hala birçok yurttaş enkazın altından yakınların çıkarılmasını bekliyor. Öte yandan depremin üzerinden 13 gün geçmesine rağmen enkazdan sağ çıkan depremzedelerde bulunuyor.
Dilok’tan çıktığım yoldan sırasıyla gezdiğim Nurdağı, İslahiye, Hassa, Kırıkhan, Antakya, Defne, Samandağ, İskenderun ve Dörtyol’da herkesin ortaklaştığı tek bir haykırış vardı: “Devlet nerede?” Depremin üzerinden 10 gün geçmesine rağmen devleti göremediler, İslahiyeli bir Sünni’nin de Antakyalı bir Alevi’nin de Nurdağlı bir Kürdün de, Samandağlı bir Arap’ın da ortaklaştığı tek konu devletin böylesi büyük bir felakette insanların yanında olmadığı gerçekliğiydi.
Depremin bize anlattığı ilk hakikat, devletin bir depreme devletin hiçbir kurumunun hazır olmadığı açığa çıkmıştır. Bu gerçekliği ne kadar gizlemeye çalışsalar da bu gerçek bütün çıplaklığı ile ortadır. Yıllardır büyük depremlere tanık olan, büyük maden kazalarına neden olan, sel, heyelan gibi doğal afetlerin sık sık yaşandığı Türkiye’de devletin insana yatırım yapmadığı bir kez daha açığa çıktı.
Halklar tek yürek oldu
Devlet yoktu, ne birinci gün ne de ikinci gün. Bu kritik iki günde de insanlar kendi emekleri ile enkazlardan yakınlarını çıkardılar. Kepçeler kiralayarak, alet-edevat temin ederek kendi yakınlarını enkazın altından çıkarmaya çalıştılar. Kurtulanların büyük kısmı ise bu insanların ilk iki günlük emeğinin bir sonucuydu. Devlet yoktu, ne arama kurtarma çalışmasında, ne çadır kurmada, ne de aşevleri kurmada ve daha nice bir çok konuda geç kaldı, organize olamadı. İnsanların çığlıklarına Agirîden Edirne’ye Şırnex’ten Çanakkale’ye kadar her ilden koşan gönüller oldu. Yıllardır birbirine kırdırılan haklar, bir araya gelerek insanlığı kurtarmanın derdine düştüler. Soğuğa ve tüm imkansızlığa rağmen et ve tırnak olup tek yürek çalıştılar.
Devlet insanın kurdudur
Bu gerçek bize insan insanın kurdu olmadığını, devletin insanın kurdu olduğu hakikatini gösterdi. İlk günden bugüne kadar insanlar hiç dinlenmeden, soğuğa rağmen enkaz altında olan insanlar yaşaması için birlikte mücadele etti. Elleri parçalanırcasına, gözlerine kan sıçrayana kadar o ağır enkazlarda yaşam aradılar. İşte bu yüzden insan insanın dostu olduğu hakikati açığa çıktı. Toplumun bir arada komünal bir biçimde hareket ettiğinde ne büyük sonuçlar elde edeceğini bir kez daha tanık olduk ve tarihe not düştük. Yüzyıllardır “devleti kutsayan” anlayış, “devletimize zeval vermesin” bakış açısı yok olmuş, devletin ilgisizliğine büyük bir tepki doğmuştu.
Merkezden emir beklemek
Depremin bizlere anlattığı ikinci bir hakikat ise merkeziyetçi zihniyetin ne denli tehlikeli sonuçlara yol açtığına bir kez daha tanık olduk. Eğer depremin olduğu yerlerde merkeziyetçi bir yapı yerine yereli güçlü kılan yapılar olsaydı, enkazlara ilk müdahaleyi yerel güçler yapacak, belki de ölümler bu anlayışla yarı yarıya düşürülecekti. Ancak, bölgeye gelen AFAD ekipleri bile merkezden komut almadan çalışamaz durumdaydılar. Merkezden emir gelene kadar kim bilir kaç insan öldü, o emri beklemek, o güce itaat etmek bir çok insanın canından daha değerliymiş. Bu gerçeklik ışığında bir kez daha elimizi başımıza koyup düşünmek lazım. Merkeziyetçiliğin getirdiği yıkıcı sonuçlara görmek ve ilk elden müdahale eden yerelin, yani oranın insanın aldığı olumlu sonucu görmek gerek.
Ayrımcılığı gözlemlemek
Depremin bizlere anlattığı üçüncü bir hakikat ise devletin kökünde ayrımcılık olduğu gerçeği. Depremin ilk iki gününde olmayan ekipler, üçüncü gününde Dilok’un Nurdağı ve İslahiye ilçelerinde çok hızlı bir şekilde organize olduğuna tanık olduk. Ancak bir gün sonra gittiğimiz Antakya’da bu organize olma halini göremedik. Enkazların bir çoğuna dokunulmadığını gördük. Bir çok yurttaşın “Devlet neden bize destek vermiyor” haykırışlarına tanık olduk. Yaklaşık 3 bin yapının yıkıldığı kentte, gözle görülür bir AFAD ekibi olmazken yurttaşların tepkisi daha da büyümüştü. Devletin Antakya’ya bilinçli yardım etmediğini düşünmeye başlamışlardı. Bir çok yurttaş, “Arap ve Alevi olduğumuz için bize yardım etmiyor devlet” diyordu. Bu haykırışlarında bir gerçeklik payı var mı yok mu, bilemem ama Antep ve Antakya’ya yaklaşım konusunda büyük bir fark gördüm.
Peki yarım kalan hikayeler
Depremin bize anlattığı bir diğer hakikat ise devletin insana yatırım yapmadığı gerçeğidir. Depremin ardından binlerce ev yıkılırken o evlerde yaşayan binlerce insanın hikayesi yarım kaldı. İnsana değer veren devlet, bu hikayelerin neden yarım kaldığı hesabını vermesi gerekirken yine betonu önemseyen bir anlayışla bas bas “Bir yıl içinde o evleri yeniden inşa edeceğiz” diye bağırmaya başladı. Evler inşa edilir, sonra yine yıkılır ve sonra yine yapılır. Bu kolay bir döngü ama ya annesini kaybeden bir çocuğun yarım hikayesini ya da tüm ailesini kaybeden bir babanın yarım kalan hikayesini tamamlayabilecek misiniz? Bunun vicdani sorumluluğunu hissedip hesabını verecek misiniz? İnşaat üzerinden giden söylem bile devletin insanın en büyük kurdu olduğunun göstergesiydi.