6 Şubat günü yıkımı yüksek bir deprem oldu. Erki kullanan iktidar temsilcileri “kader planında vardır” diyerek, deprem yıkımını savuşturmaya çalışırken, kendilerini iktidara hazırlayan erk güçleri de yıkımı “tek adam idaresi, kayırmacılık, ehliyetli insanlar görev başına getirilmediği içi hükümet enkazı altında kaldı” demektedirler.
Devlet ancak depremden 48 saat sonra deprem bölgesine gidebildi. O da kurtarma ve zorunlu ihtiyaçları giderme yerine daha çok polis ve askerle görünür oldu. Devlet güçlerinden çok önce gönüllü yardımseverler ulaşmıştı bölgeye ve depremzedeleri kurtarma ve ihtiyaçlarını gidermeye başlamışlardı.
Bölgeden en çok duyulan ses, enkaz altında kalanların “beni veya bizi duyan yok mu?” haykırışlarıdır. Çeşitli ülkelerin yardım ve kurtarma ekipleri “yerli ve milli devletten” önce deprem bölgesine intikal etmişti. Başından itibaren erk güçleri, ister iktidarda olsunlar isterse muhalefet depremin yarattığı derin travmayı iktidara gelmek için nasıl ‘basamak yapabiliriz’ telaşındaydılar.
Deprem doğanın hareketidir, ona karşı önlem almak olanak dahilinde değildir. Ancak hem dayanıklı yapılaşma hem de deprem olması halinde hızlı önlem geliştirmek olanaklıdır. Zira günümüzden on iki bin yıl önce inşa edilen Girê Miraza (Göbekli Tepe) sütunları nasıl ayakta durabiliyorlar depremlere karşı? On iki bin yıl önce hangi mühendislik bilgisiyle bu yapılar inşa edilmiştir ki yıkılmıyorlar, dimdik ayakta durabiliyorlar? Onları inşa eden o insanları günümüz kapitalist zihniyeti, “cahil, geri, vahşi vb.” sıfatlarla etiketliyor. Kendisini modern gören bu zihniyetin yaptığı binalar insanlara mezar olurken; on iki bin yıl önce inşa edilen o yapılar ayakta kalıyor. Bu mukayese bile bizlerin çoğu şeyi yeniden düşünmeye götürmeye yeter de artar.
On iki bin yıl önce devlet denen aparatın insan hafızasında izi bile yoktur. Kapitalist zihniyet o insanları ilkel diye tanımlar, tarih kitaplarında. Ancak onlar binlerce yıl doğa hareketlerine dayanabilen; sellere kapılmayan, depremlerde yıkılmayan yapılar yapabildiler. Bunun sırrı nedir? Bu sorunun en çarpıcı yanıtı doğa ve toplumsal hayatın sırrını yaşayarak görme, öğrenme, hissetme ve onlara duydukları sevgi ve bağlılık sonucu; yaşam alanlarını bu sırra uygun inşa etmelerinde aranmalıdır. Onlar, hem birbirlerine karşı hem de doğaya karşı üstünlük taslamayan; komünal yaşayan demokratik topluluklardı. Toplumsal bilme halleriyle doğaya ve topluma yabancılaşmayan yaşamlarında aranmalıdır, bu görkemlilik. Birlikte üretip paylaşma halleridir. Başta kadın olmak üzere toplumun her bireyini kıymetli görmeleriyle ilgilidir.
Doğa üstünde iktidar ve tahakküm kurmayan; doğayı sömürmek için savaş açmayan, doğadan beslenen ve onu besleyen ahlaki ve politik bir duruş ve pratiklere sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Hakikati, varlığımız olan toplumsal geçmişimizden öğrendikçe günümüzün bilme ve yapma sırrına ulaşabiliriz. Devlet/kapitalizm öldürür, toplum geçmiş bilgisiyle günümüzde ve gelecekte yaşatır. Çünkü “biz tarihin başlangıcındayız, tarih de günümüzde gizlidir.” (Abdullah Öcalan) Bu durum bizlerin insan olma, toplum haline gelmemizin hakiki tarihi oluyor.
Devlet/kapitalizm bilgisi ise doğayı ve toplumu baskılama aracı olarak gören çarpıtılmış tarih anlayışıyla tahakküm altına almaya çalışan; egemenlik kuran, köleleştirip sömüren toplum karşıtlığıdır. Bu yüzden depremde daha şimdiden devletin resmi açıklamasına göre kırk bin kişi ölü olarak enkaz altından çıkarılmıştır. Çok ağır maddi ve manevi kayıplar yaşanmış, derin travma açığa çıkmıştır. Öncelikli olarak polis ve askerle sahaya inen devlet ve iktidar, asıl sorumlu değilmiş gibi davranarak başta gönüllüler olmak üzere bütün faaliyetleri denetim altına almaya yönelmiş, görüntüyü kurtarma adına iş makinalarıyla enkaz kaldırma çalışmalarına hız vermiştir.
Girê Miraza bilgisinin gösterdiği hakikat; “devlet nerede?” sorusunun yanlış olduğu, bunun yerine “toplum bilgisine yabancılaştırılan toplum nerede?” sorusunu anlamlı kılmaktadır. Toplum hakikatine ulaşma bilgisi ve hissiyatı, dikey iktidar konumlanması yerine yatay organize olmayı zorunlu kılmaktadır. Hemen her yerleşim yeri ihtiyaçlar temelinde yeniden yapılanarak kendi kendisine yeterli oluşumlara ulaşmaktır. Bu devletten beklemeyi ortadan kaldırır, dayanışma temelinde ve koordinasyon esaslarında her sorun çözüm dahiline girer. Çözüm; devleti öznellikten uzaklaştırmak, yerine toplum ve bireyin nesneleştirilmiş halinden çıkıp özneleşmesidir. Bunun esasları da başta Kürtler olmak üzere HDP’de anlamına kavuşan 3. Yol’dur, Demokratik Uygarlık Manifestosu’ndadır.