Elazığ depreminden sonra bir kez daha gördük ki, bu iktidarın en büyük korkusu siyaset.
Depremin ardından sosyal medyada yükselen eleştirileri değil kabullenmek ya da cevaplamak, daha ilk saatlerinde soruşturma açmakla tehdit ederek susturmaya çalıştı hükümet yetkilileri.
Bütün süreç boyunca muhalifleri “deprem üzerinden siyaset yapmakla” suçlayan iktidar, bir yandan da deprem bölgesine şov turları düzenlemekten geri kalmadı ve insanların can derdinde olduğu yerde siyasetin en hamasisini yaptı.
Muhalif yurttaşların ise verdikleri deprem vergilerinin akıbetini sorması bile suç sayıldı. İktidardaki paniğin nereden kaynaklandığına dair emareler de kısa sürede ortaya çıkmaya başladı ama. Torunlar-Kızılay-Ensar arasındaki para trafiği ortaya çıkması ve kurumun, Genel Başkanı’nın da tabiriyle ‘vergi kaçırma değil vergiden kaçınma’ operasyonunda önemli bir durak olduğunun anlaşılması bile yurttaşların sorularının ne kadar yerinde olduğunu gösteriyordu çünkü.
Ancak iktidara göre şimdi bunları sormanın, sorgulamanın zamanı değildi. Zaman milli birlik, dahası milli seferberlik zamanıydı. Depremzedelerin yaraları sarılırken böyle şeylerle uğraşılmamalıydı. Ama nedense tam da depremzedelerin yardımına koşması gereken kurum olan Kızılay’ın Genel Başkanı, işi gücü bırakmış ‘vergiden kaçınma’nın yollarını anlatıyordu televizyon ekranlarında. Ama milli birlik ve milli seferberlik zamanlarındayız. Şimdi siyaset yapma zamanı değildir. Bunu da geçelim.
Zaten bu milli birlik ve seferberlik zamanları hiç bitmez bu ülkede. Doğal afetler engellenemez belki ama mesela savaşlar engellenebilir, barış mümkündür, değil mi? Ama bu da olmaz. Daha savaşın lafı edilir edilmez iktidar tarafından, bu ülkede barış kelimesini kullanmak suç ilan edilir. ‘Devletin bekası’ söz konusudur artık, bu yüzden barış istemek politika yapmaktır. İşin tuhafı, oy itibarıyle ana muhalefet konumundaki parti bile tezkere oylamalarında ‘siyaset yapmayı’ bir kenara bırakır ve ‘devletin bekası’ söyleminin ardına saklanıp savaş cephesinde konumlanır.
Oysa bir siyasi partinin işi eşyanın tabiatı gereği siyaset yapmaktır. Üstelik demokrasilerde sadece siyasi partilerin değil, bireylerin de siyaset yapması yurttaşlık sorumluluğudur.
Ama tam da bunu istemiyor iktidar. İktidarın istediği siyaset yapmayan bir siyasi partidir. Ve bu iktidar, toplumun fertlerini de yurttaş olarak görmemektedir. Yurttaşlık sorumluluğu olarak politikaya katılıp muhalefet eden herkesi düşman addetmektedir.
Yani sonunda zurnanın zırt dediği yere geliyoruz. Bu iktidarın Kürt siyasal hareketine ve Kürtlere olan düşmanca yaklaşımın sebebi işte budur. HDP’nin bugün geniş kesimler için Türkiye’nin gerçek anlamda tek muhalefet partisi olmasının sebebi siyaset yapmaktan bir an bile geri durmamasıdır.
HDP, desteğini aldığı insanların siyasi taleplerini temsil etme işlevini asla unutmayan, siyasi rant uğruna ertelemeyen tek partidir. Kürtler ve Kürtlerle yan yana siyaset yapan muhalifler ise bu ülkede yurttaşlık sorumluluğunu en iyi taşıyan, ülkenin en politikleşmiş toplumsal kesimdir.
Siyaset yapılmasından hoşlanmayan, bunu kendisine karşı düşmanlık olarak gören bir iktidarın HDP gibi bir partiye ve politikleşmiş Kürt yurttaşa tahammül edememesi onun açısından anlaşılır bir şey.
Ama Kürtler de barış ve özgürlüğe giden yolun hayatın her alanında siyaset yapmaktan geçtiğini biliyor. O yüzden siyaset yapmaktan vazgeçmezler.