Doğadaki cümle canın varoluşundan kaynaklı bir savunma sistemine sahip olduğu bilinir. Mevcut canlılar kendi türlerinin özelliklerine göre kendilerine özgü savunma sistemine sahiptirler. Başka bir ifade ile her canlının savunma sistemine sahip olması, kendi varlığını, birliğini, dirliğini, yaşadığı mekânı koruması varoluştan kaynaklı bir haktır. Doğada hangi canlının savunma sistemi yoktur? Savunmasız tek bir canlı türü var mıdır?
Tarihsel olarak görülmüştür ki, ilk kabile ve aşiret oluşumlarında belirleyici olan “karşıt toplulukların ya da doğal koşulların tehdidine karşı korunma reflekslerinin var olduğu gerçeğidir.” Bu korunma refleksi toplumu kom olmaya yöneltmiştir. Toplumun varlığını devam ettirmesi için öncelikle beslenme, barınma, savunma ve üremeye ihtiyacı vardır.
Söz konusu insan türü olunca savunma biyolojik olduğu kadar aynı zamanda toplumsaldır. Biyolojik savunma, varlığını devam ettirme, her canlı varlıkta doğuştan var olan savunma güdülerince yerine getiriliyor. Oysa toplumsal savunma, topluluğun tüm fertlerince ortaklaşa gerçekleştirilir. Topluluğun asli bir işlevi olan savunma yaşamın sürdürülmesinin garantisidir ve topluluğun siyasi örgütlenme biçimi üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir.
İnsanın toplumsal doğa içerisindeki varolma süreci günümüze gelene dek birçok altüst oluşu yaşadı. Bu altüst oluşlar bazen doğanın işleyiş kanunlarından kaynaklanırken çoğu zaman rızasız toplumun, nahak zihniyetin zulmünden kaynaklanmıştır. Rıza toplumu sürekleri kaos ve kriz hallerinde, toplumun varlığının devamı tehlikeye düştüğü anlarda kom olarak savunma sistemi oluşturulmuştur. Varlık ve birliğin devamı için kom olma kültürü, bilinci aynı zamanda ahlakın ilk ve saf halini oluşturur. Kom olma, ayakta durma, varlığını devam ettirme, kendi kendine yetme, muhannete muhtaç olmama bilinciyle komünal güç oluşturma, demokrasi kültürünün de temel ilkesidir. Birbirine inanan, güvenen, ruhsal, zihinsel ve bedensel olarak ikrarlaşan insanlar, gruplar, toplumlar, farklılıklar arasındaki ilişki hukuki bir düzenleme değildir; ahlaki ve politik bir ilişkidir, ahlakîdir. Birbirine inanan, güvenen, yüreğinin sesine yönelen, saf ve temiz duygularla darda olana el atan anlayış deprem sürecinde net olarak görüldü.
Tekçi zihniyetler kapitalist tekellere göre şekillendikleri için, komün ruhunu, komün ekonomisini, dayanışmayı istemez, elinden geldikçe engellemeye çalışırlar. Daha doğrusu toplumu mağdur hale getirerek, kontrol ve denetim altına almaya çalışırlar. Toplum üzerinde egemenlik kurmaya çalışırlar. Toplum ne kadar mağdur olursa olsun, komünal yaşam yok edilmeye çalışılır. Yerinde ve zamanında çözüm olacak müdahalelerde bulunmamaları imkansızlıktan kaynaklı değildir, homojen toplum yaratmanın bir sonucudur. Nahak zihniyet, rıza toplumunu, komün ilişkilerini, dayanışmayı, sorumluluk almaya, kendi kendine yetmeyi kendi anlayışlarının önünde engel olarak görürler. İstedikleri toplum modeli, itaat eden, komün değerlerini, kimliğini yitirmiş, bağımlı, kaderci, kimliksiz, kişiliksiz, karınca türü çalışan köle insan yığınıdır. Nietzsche ve Foucault gibi filozofların, “Toplum veya insan modernite tarafından öldürüldü” demeleri bu gerçekliğe işarettir. Deprem sürecinde oluşan komün ağları “yığınlaşmaya”, hayır diyen bir zihniyetin görünür olmasıydı.
Toplumda devamlılık esastır. Mekâna yerleşme, beslenme, üretim ve savunma toplumsal inşayla olur, bu inşa durumu da ahlaki zihniyet esaslarına göredir. Bu zihniyetle toplum kendi varlığını, birliğini, dirliğini, kimliğini, kültürünü oluşturur. Toplumdaki ve evrendeki farklılığın birliği aynı zamanda özgürlük gerçekliğini ifade eder. Toplumun ahlak ve politik alanının gelişmesinde özgürlük gerçekliği belirleyicidir. Toplumsal zihniyetin, ahlakın, adaletin, politik alanın, toplumsal inşanın oluşmasında özgürlük temel belirleyendir.
Deprem anında devletten önce gelen, yüreğinin sesine yönelerek, tırnakları ile enkazı kazıyan, derde derman olmaya gayret eden, dayanışan anlayış politik bir anlayıştır, kom olarak özgürleşme arayışıdır. Bu bakımdan dayanışma gönüllülük anlayışından ziyade bir sorumluluktur. Şefkat aristokrasisinin merhamet, hoşgörü göstereceği bir sahne değildir. Otorite, iktidar ve hiyerarşiye karşı komünal demokrasiyi, dayanışmayı esas alan bir zihniyetin sorumluluğudur, görünür olmasıdır. İç ve dış iktidar odakları olmasa toplum doğa olaylarına karşı kendini koruyacak bilince sahiptir. Bunun için özel koruma gücüne gerek yoktur. Rıza toplumu sürekleri evren-insan- doğa dengesi ile uyumlu bir ilişki içinde olmuşlardır.
Yıllardır toplum ve doğa üzerinde uygulanan hegemonik ilişkilerden kaynaklı toplum çoklu krizleri yaşamaktadır. Depremden kaynaklı yaşanacak çoklu mağduriyet süreci ile toplum kontrol ve denetim altına alınmaya çalışılıyor. Sistem mevcut politikalarla kendisini an itibariyle sürdürebilmiştir. Depremle beraber canlanan komün ruhu ile taşların yerinde oynayacağı değişim sürecine girilmiştir. Tüm bu dayanışma ağları yeni bir sistem yaratma girişimi olarak görmek daha hakikatçi olur.
Deprem mekaniğinin kendisi değil, sonuçları toplumda soykırıma yol açmıştır. Deprem soykırımına karşı toplum komün ruhu ile kendini savunmuştur.