6 Şubat depremlerinin ardından altı ay geçti. Yaşanılan büyük ve derin acı, onca kayıp, onarılması güç onca yara yerini -ilk günlerin şoku, ağırlığı, telaşesi geçince- büyük bir belirsizliğe bıraktı: Ne olacağını, ne yapacağını, ne yapması gerektiğini bilememe, hiçbir şey için bir vakit öngörememe… Bu yetişkinler için de çocuklar için de geçerli…
Deprem gibi kriz durumları özellikle de Türkiye gibi çocuk koruma sisteminin yeterince işlemediği ülkelerde, çocuklarda derin izler bırakır. Bu izler bazı çocuk grupları için daha derin olabilir. Örneğin mahpus çocuklar…
Uzun yıllardır çocuk adalet sistemine ilişkin çalışmalar yapan Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı mahpus çocukların durumuna ilişkin bir ön gözlem raporu yayımladı. Rapor vakfın çocuk mahpusların durumunu tespit etmek ve atılması gereken adımları planlamak amacıyla Nisan ayında yaptığı 14 il barosundan (Bolu, Bursa, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kütahya, Malatya, Manisa, Muğla, Sakarya, Samsun) çocuk hakları alanında çalışan 21 avukatın katıldığı toplantı notlarının analiz edilmesi ile oluşturuldu.
Rapora göre deprem öncesinde, Türkiye’de hak ihlalleri yaşayan çocuk gruplarının başında 12-18 yaş arasında adli sisteme giren, tutuklanarak ya da hapis cezası alarak ceza infaz kurumlarında tutulan çocuklar geliyordu. Bu yüzden BM Çocuk Hakları Komitesi de en son yayımladığı sonuç gözlemlerinde Türkiye’de ceza sorumluluk yaşının düşüklüğüne, çocukların yargılama öncesinde uzun süren tutukluluk sürelerine, hapis cezasına alternatiflerin yetersizliğine, yargılama dışına çıkartmaya yönelik tedbirlere başvurulmamasına, çocuk koruma süreçlerinin güçlendirilmesi ihtiyacına, çocuklara yönelik hukuki yardıma ilişkin kalite sorunlarına tekrar işaret etmişti.
Ancak deprem Komite’nin işaret ettiği bu sorun alanlarının yanı sıra mahpus çocuklara yeni ihlal alanları da yarattı: Yas hakkı ihlali; işkence ve kötü muamele; iletişim kanallarından yoksun kalma; ziyaretçiden yoksun kalma; avukat desteğinden yoksun kalma; tutukluluk incelemelerinin yapılamaması; duruşmaların ertelenmesi; kurum uzman/personel sayısında azalma gibi…
Vakfın hazırladığı rapora görüşleri ve gözlemleriyle katkı veren avukatlar; pek çok bölgede, savcılıklar dışında adli mercilerin çalışamaz hale geldiğini, çocuk şube müdürlüklerinin hasarlı olması nedeniyle suça sürüklenen çocuk sıfatıyla adli sisteme giren çocukların işlemlerinin genel kollukça yapıldığını, adliyelerin yıkılması nedeniyle çocuk mahkemelerinin yargılama faaliyeti yürütemediğini, çocuk hakimlerine ulaşılamadığını belirtiyor.
Raporda çocuk hapishanelerinin deprem sonrası durumuna da değiniliyor. Deprem bölgesindeki hapishanelerde bulunan mahpusların farklı illerdeki kurumlara sevk edildiği, Malatya ve Hatay’da bulunan ceza infaz kurumlarında isyan çıktığına, mahpusların işkence ve kötü muameleye maruz kaldığına dair ihbarların geldiği, Hatay Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndaki mahpus çocukların sevk işlemi için saatlerce soğukta bekletildikleri, bu süreçte çocuklar için gerekli önlemlerin alınmadığı, çocukların sevk işlemi ile ilgili yeterince bilgilendirilmedikleri, sevk için beklenildiği sırada çocuklara yönelik şiddet eylemlerinin gerçekleştiğine dair ihbarlar alındığı söyleniyor.
Deprem bölgesindeki çocuk mahpuslar arasında depremden sonra ailelerinden haber alamayanların olduğu, bazı çocuklara da ailelerinin ulaşamadığı, Hatay Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndan Kavak Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na sevk edilen çocuklar için henüz deprem odağında çalışma yapılmadığı raporda yer alan diğer çarpıcı bilgiler…
Raporun vurguladığı bir başka konu da baroların, adliyelerin ve ceza infaz kurumlarının deprem nedeniyle aldığı büyük fiziksel hasarlar ve halen yaşanan mekânsal sınırlılıklar. Deprem bölgesinde insan hakları/çocuk hakları alanında çalışan ve zaten sayıca da az olan avukatlar arasında hayatını, yakınlarını, evlerini, ofislerini kaybedenlerin, başka illere göç etmek durumunda kalanların bulunması da bir başka sorun alanı.
Vakıf yıllardır zaman zaman tek başına zaman zaman çocuk hakları hareketiyle birlikte dile getirdiği talebini rapor aracılığı ile bir kere daha gerekçelendiriyor ve yineliyor: Çocuk ceza infaz kurumlarının bağımsız izlemeye açılması. Çocukların kapatıldığı kurumların bağımsız izlemeye, denetlemeye açılması Türkiye’nin taraf olduğu BM İşkenceyi Önleme Sözleşmesi’ni ve protokollerini düşününce bu talebin de lütuf değil yükümlülük olduğu kolaylıkla anlaşılıyor.
Rapora ulaşmak için: http://www.tcyov.org/wp-content/uploads/2023/08/Deprem-ve-%C3%87ocuk-Mahpuslar-%C3%96n-Ara%C5%9Ft%C4%B1rma-Raporu_TCYOV.pdf