Yeniden inşada yaşam toplumsaldır, komünaldir. Toplumsallaşma yani insanlaşma toprakla ikrarlaşmayla gerçekleşmiştir. Mekân ile ikrarlı yaşam köklere dayanarak varolmaktır. Hakikatin bir tanımı da; insanın mekana ikrar vererek öz ve biçim kazanmasıdır.
Toprakla ikrarlaşma aynı zamanda rıza ekonomisinin en önemli belirleyenidir. Çünkü rıza ekonomisinin temeli tarıma dayanmaktadır. “Gezegeni esir alan koronavirüs insanları evlere hapsederek dünyayı büyük bir hapishaneye çevirince tarım ve gıdanın ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşıldı.” Aynı gerçeklik deprem sonrası dönemde bir daha görüldü. Toprakla, toplumla ikrarlı, ekolojik bir tarım anlayışı yerine şirket tarımını savunanlar, köy toplumunu gelişimin önünde engel olarak görürler. Rıza şehrini, rıza ekonomisini kurmak yerine devasa tarım şirketleri eliyle toprağı, tarımı kontrol ederek, tekelleştirerek toplum muhtaç hale getirildi.
6 Şubat’ta meydana gelen depremde, Alevi – Kürt topluluklarının yoğun olarak yaşadıkları Maraş merkezli İçtoroslar havzası ile Antakya merkezli Arap halkı Alevileri en çok etkilenen yerleşkeler oldu. Bu yerleşkeler yeni “Şark Islahat Planı” ile karşı karşıyadır. Deprem bahanesi ile toplumu topraktan, tarihsel hafızadan, kimlikten uzaklaştırmak, gözetim kulelerine (TOKİ) yerleştirmek hedeflenmektedir. Böylelikle, binlerce yıllık toplumsal hakikat, kültür, tarımsal üretim yok edilmeye çalışılıyor. Depremde mağdur olanların yaralarını sarma, depreme dayanıklı konutlar yapma biçiminde kurgulanan TOKİ anlayışı esasında toplum üzerinde denetim, kontrol, gözetim ve hegemonya kurma siyasetidir. Depremde TOKİ konutlarının etkilenmemesi bu gerçekliği değiştirmez.
Gözetim, gözetime konu olan toplulukların (ötekilerin) politik ve siyasal alandaki varlıklarını, direnişini, pratiğini, etkinliklerini, kültürünü denetim altına alınması anlamına gelir. Gözetleme, daha çok kapitalist modernist sistemden beslenen tekçi zihniyetlerin, ulus devletlerin kurumsal ağları tarafından uygulanır. Deprem sırasında yardıma yetişmeyen kurumsal ağlar, komünal güçle kurulan çadırlara, dayanışma merkezlerine, kriz – koordinasyon masalarına, cemhanelere kurumsal baskı uygulamakta gecikmediler. Sadece kurumsal baskılar değil, ideolojik aygıtların hepsi deprem bölgesinde toplum üzerinde tahakküm kurmaya, yaşananı çarpıtmaya yönelik yönlendirici çalışmalar yapmayı vatanseverliğin nişanesi olarak gördüler.
Özellikle İçtoroslar havzasında yıllardır toplum ve doğa üzerinde uygulanan hegemonik ilişkiler, katliamlar, demografik yapının değişiminden dolayı meydana gelen göçler, toplumu yerinden yurdundan ayrılmak zorunda bırakmıştır. Bütün asimilasyon ve katliamlara rağmen bu bölgede güçlü bir kültürel direniş damarı, her daim devriye halinde olmuştur. Bu devriyenin sürekli kendisini yenilemesinin nedeni Kürt – Alevi inancının güçlü olmasıdır. Eskilerin “Elbistan’a talip giden Pir döner” demeleri bu hakikatin ifadesidir. Bölge Kürt Alevi inancının akademisi durumundadır. Bu hakikat bilindiğinden dolayı bölgede toplum gözetim ve kontrol altına alınırken, kültürel asimilasyon politikaları da çok yönlü olarak uygulanmaktadır. Yaşanan deprem süreci ile beraber bölgede yaşayanlar yeni bir “kuşatma – göçertme” uygulaması ile karşı karşıya kalmış durumdalar.
Depremden kaynaklı yaşanan çoklu mağduriyet üzerinden toplum kontrol ve denetim altına alınmaya çalışılıyor. Topraktan, üretimden, gelenekten, kutsal değerlerinden, toplumsal hafızasından uzaklaşan toplum kadavra haline gelir. Binlerce, hatta milyonlarca işsiz sistem açısından ucuz iş gücü ve yüksek kâr oranı demektir. Ayrıca Antakya ve İçtoroslar bölgesinde boş kalacak tarım potansiyeli yüksek devasa araziler tarım şirketlerinin iştahını kabartmaktadır.
İstikrarsızlığın, güvensizliğin üst düzeyde yaşandığı dönemlerde toplumun beslenmesi, barınması ve korunması tehlikeye düşer. Böyle durumlarda komünal yaşama, dayanışma ekonomisine daha fazla ihtiyaç duyulur. Toplum yerinden ve yeniden inşa edilmediği, örgütlenmediği, komlarını oluşturmadığı, kendi kendisini yönetmediği, varlığı tehlikeye düştüğü dönemlerde iç ve dış göç olgusu ile karşı karşıya kalır. Ekonomi insanların doğrudan yaşam biçimini belirler, başka bir ifade ile yaşam biçimimiz ekonomik sistemde yansımasını bulur. Ekonomik sistem demokratik teamüllere göre işlemiyorsa toplumsal barış ve demokrasi kültürü gelişmez.
Alevi süreklerinin zihniyet yapılanmasında rıza şehirleri, rıza ekonomisi, dayanışma ekonomisinin tarihsel, mitolojik dayanakları güçlüdür. Kom kültürü ile başlayıp, ana kadının adaleti ve kemaleti ile sistemli hale gelen bir modeldir. Kırklar meclisinde bir lokmanın kırka bölünmesi, yedi adımın, yedi komşunun hakkı, yerin-göğün, kurdun-kuşun, havanın-suyun, aç kurdun, çıplak yılanın hakkı, her haneye lokmanın girmesi, birey, doğa ve toplumun varlığının, birliğinin devamının sağlanması anlamına gelir.
Dayanışma ağlarının tarihsel temelleri, hafızası çok güçlüdür. Rıza ekonomisinde ekonominin temel üç süreci olan üretmek, ürettiğini başkasına ulaştırmak ve tüketmek ahlak ilkeleri ile yapılır.
Alevi inancında toplumsal dayanışmanın temelini oluşturan, inanç ve itikadımızda karşılık bulan değerleri deprem bölgesinde güçlendirmenin tam da zamanıdır. İmece, hayır lokması, taziye, çerağlık, Xızır lokması, Hak lokması, kurban dayanışmanın maddi boyutunu oluşturur.
Pirlerin deprem bölgesindeki halkla bir araya gelmesi, söz kurması, erkan yürütmeleri, çadırları ziyaret etmeleri ruhsal ve zihinsel ikrarlaşmayı, moral değerleri güçlendirir.