Ragıp Zarakolu
Dayanışma Derneği, 1 Mayıs yürüyüşlerinin başladığı Sergelstorg meydanında bir toplantı düzenledi. Yine Türkiye’deki şiddetle şok oldu Türkiyeliler. Bütün Avrupa’da olduğu üzere. Travmalar geri geldi. Amaç buysa çok başarılılar!
1915 ve sonrası konusunda bir savunma bakanının “bunlar olmasaydı ulus devlet olmazdı” şeklindeki itiraf niteliğindeki savunması, aslında olgunun özüne işaret etmekteydi.
Devlet aklı ulus inşasına karar vermişti, ne pahasına olursa olsun. Ve gereken yapıldı. Ve bu sadece devlet aklı da değildi. Gönüllü sosyal katılım olmadan bunun gerçekleşmesi mümkün değildi.
1915 felaketinde, İzmir ve İstanbul, aydınlar ve toplum önderleri dışında az bedel ödeyerek sıyırdı. İzmir bedeli 1922 yılında, İstanbul ise 1956 pogromunda ödeyecekti.
Sanayileşme ile birlikte, İstanbul varoşları kuşatılmıştı, kırsal nüfus ile.
Soykırımla yüzleşmenin, özür ve tazminin gerekliliğinin en önemli nedeni, tarihin tekrarını önleyebilmektir.
Soykırım kültürü 1922 yılında İzmir’i ateşe verdi.
1956 yılında ise İstanbul alevler içindeydi.
1914 Ege Rum zorunlu sürgününün genç aktörlerinden biri olan Celal Bayar bile bu kadarını beklemediğini itiraf ediyordu, tarumar olmuş Pera/Beyoğlu’na bakarken.
Kırsal’da kaç Gavur/Fılle’nin kellesinin alındığı ile övünen kültür İstanbul’u kuşatmıştı.
Bugün bile Cumartesi ve Pazar günleri Adalar vatandaşın adeta istilasına uğrar, hatta bazen ada sakinlerinin evlerinin kapısı teklifsizce çalınır.
Ya da kritik dönemlerde, HDP merkezleri, önceki gün olduğu üzere silahlı bir vatandaş ya da vatandaşlar tarafından basılıp, canlara kıyılabilir.
İşte Stephan Astourian ve Raymond Kevorkian’ın editörlüğünü yaptığı, yeni çıkan “Collective&State Violence in Turkey” (Bergham Books, New York 2021), tam da bu olguları teşrih masasına yatırıyor: “Türkiye’de Kollektif Şiddet ve Devlet Şiddeti”. Alt başlık da sorunsalın en temel yanına işaret ediyor: “The Construction of a National Identity from Empire to Nation State”, yani “İmparatorluktan Ulus devlete Ulusal Bir Kimliğin İnşası”.
Kitabın bu konunun uzmanı olan saygın kişiler yanında, Türkiyeli genç akademisyen ve araştırmacıların katkısına yer vermesi, gelecek açısından umut veriyor.
Gerçeğin üstü örtülemez, 100 yıl unutulması sağlansa bile. Pandora’nın kutusu mutlaka açılır.
Kitabın hoşuma giden bir diğer yanı ise, toplumsal ve devlet şiddetine maruz kalan bütün kimlikleri kapsaması, bu bağlam içinde yer vermesi.
Stephan Astourian ile Stanford Üniversitesi’nde konferans verdiğim 2006 yılında tanışmıştım. Zaten o organize etmişti. Stephan Astourian Çad doğumluydu. Bir Hay’ın ne işi olurdu Afrika’nın ortasında, 1915 vahşeti olmasa. İlk Etyopya ulusal marşını besteleyen kişi ve yeğeni Hay’dı. Ne İşleri vardı Etyopya’da!
Raymond Kevorkian ise yıllarca, Meskene kampının sağ kurtulan aydını, ilk belgeleme ve tanıklıkları derleyen Aram Andonian’ın yıllarca yöneticiliğini yaptığı Nubar Paşa Kütüphanesi’nde devam ettirmişti misyonu. 1916’da Suriye çöllerinde yaşanan ikinci safhayı ele alacaktı. Ve en önemli magnum opus’u , “Ermeni Soykırımı”nı (İletişim Yayınları, 2015) * hazırlayacaktı bu birikim üzerinde.
Önsöz, Zoryan Enstitüsü’nün, giriş Kevorkian’ın, toparlayıcı son söz ise Astourian’ın. Birinci bölüm, Osmanlı İmparatorluğu’na ilişkin olgu çalışmalarına yer veriyor. Bu bölümde Astourian’ın, “Abdülhamit ve Ermeni Katliamları”; David Gaunt’un “Uzun Süryani/Asuri Soykırımı”; Ayşenur Korkmaz’ın “Hamidiye Kıyımları /Gender Şiddet, Bioteknik ve Ulusal Onur”; Kevorkian’ın Osmanlı Ermenilerinin Tasfiyesinde Kollektif Sorumluluğu; Yine onun “Son Safha: Ermeni ve Rum Sağkalmışların Temizlenmesi 1919-22” ve George N. Shrinian’ın “Osmanlı İmparatorluğunun Son Döneminde Rumlara Karşı Kollektif Şiddet, 1821-1923” adlı yazıları yeralıyor.
İkinci bölümün başlığı ise “ Cumhuriyet Türkiyesinde Olgu Çalışmaları.” Bu bölümde Rıfat N Bali’nin “Trakya Yahudilerine Karşı Kasıtlı Pogrom, Haziran-Temmuz 1934”; Talin Suciyan’ın “Türkiye’de Artakalan Ermenilerin Tarihi: Sağkalma ve İnkar”; Dilek Güven’in “6-7 Eylül 1955 Olayları: Türkiye Cumhuriyetinin stratejileri bağlamında Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler”; Mesut Yeğen’in “Kürdistan’ da Devlet Şiddeti”; Markus Dressler’in “ Modern Türkiye’de Alevilere Karşı Fiziki ve Epistemik Şiddet”; Annika Törne’nin “Dersim Anı Anlatılarında Ermeni Soykırımı İnkarının Kayda Geçmesi”; Caroline Schneider’in “Ezidiler: Zor Zamanlarda Dayanma Gücü” başlıklı yazıları yeralıyor.
Üçüncü bölümü ise Tematik Denemeler Oluşturuyor. Uğur Derin’in “Bunu Bze Kim Yaptı!? Türkiye’deki Otoriter Siyasal Kültürün Bir Parçası Olarak Düşmanların Lanetlenmesi”; Etienne Copeaux’un “Milliyetçilik ve Tarih, Şiddetin Maskeleri”; Hans-Lukas Kieser’in “19. Yy.dan Bugüne Toplumsal Şiddet” ; Hamit Bozarslan’ın “Cumhuriyet Türkiye’sinde İktidar, Zor ve Şiddet Yapıları”.
Stephan H. Astourian’ın kaleme aldığı Sonsöz’ün başlığı ise: “Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’de Şiddet’in Biçimleri, Meşrulaştırılması ve Mirası”.
Tam da bu dönem, hemen çevrilmesi ve yayınlanması gereken bir kitap.
Bu kitabı bana sıcağı sıcağına ileten David Gaunt’a teşekkürlerimle.
(*) Kevorkian’ın Türkçede daha önce çıkan kitapları: “1915 Öncesine Osmanlı İmparatorluğunda Ermeniler” (Aras Yayınları 2013). [Şehir şehir, köy köy, bölge bölge Anadolu Ermenilerini belgeleyen bol resimli bu kitap, Hrant Dink’in başucu kitabıydı.] “Soykırımın İkinci Safhası- Osmanlı Ermenilerini Suriye-Mezapotamya Toplama Kamplarında İmha Edilmeleri/ 1915-16” (Belge Yayınları 2011).