Yaşamınızda canınızı dağlayan, etkisi geri alınamaz olan olaylar toplumsallaşmaya başladığında, can yakıcı artık sadece o olayı yaratan siyasi iktidar değildir. O aşamadan sonra siyasi iktidarın artık olayları yürütmelerine gerek yoktur. Ellerini birbirine ovuşturarak yarattıkları vahşeti izleyebilirler. İşi ilerletip ürettikleri vahşetleri gerçekleştirenleri kınayabilirler bile. Kanıksanır bu katliamlar, sayılara vurulur, giderek yok olan canların adı olayın içeriğine yazılsa da o yazılanların ardındaki gerçekler gözden kaybolur. Sayısal olarak azlık, çokluk tartışılır, kanıksanır ve olayları önlemek için çaba sarf etmekten neredeyse vazgeçilir.
İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi yaşama düştüğü notları ile bu gerçeklere çağırır aslında hepimizi. Sermaye uğruna yitirilen canların kimliklerine, iş cinayetine nasıl uğradıklarına, emekli, çocuk, yoksul, savaştan kaçan, ülkesini terk etmek zorunda kalan, yerinden yurdundan edilenlerin işçileşme sürecini canından oluncaya kadar geçen hayatlarını bizlere aktarırken. Demokratik kitle örgütlerinin, yaşamdan yana tutum almayı kendisine hedef eyleyen siyasi partilere, örgütlere, sendikalaradır çağrı aslında. Bu süreci durdurmayadır yaşama düşen her kare, yok edilen yaşamların birkaç satıra sığan özeti. Halklara yapılır çağrı yaşamı özgürleştirmenin yolu işaret edilerek, sömürüye karşı, ötekileştirmeye karşı, şiddete, can almaya karşı yaşamın özgürlüğüne, örgütlenmeye davettir hayata düşülen bu acı gerçekliğin notu. Mücadelelerden, araştırmalardan, basın açıklamalarından, eylemlerden, atılan sloganlardan yansıyan.
Sonra kendimizi bulaştırmadan sözümüzü üretiriz. Olayı irdeleyen pek çok kurumun sözü çözümü denetlenmeye indirger, onca yok ediş politikaları temize çekiliverir.
Eminim bu yazıyı okurken içinize oturan sızılarla baş etmeye çalışıyorsunuzdur, her birinin birbirine geçen yoğunluğunda, yakıcılığında politik çözümlerinizi üretirken. Ne dersiniz, önce Bodrum’da iki gün önce yaşananlara mı bakalım birlikte. Emeklilerin, halkların, işçilerin giderek yoksullaştığı ülkemizde enflasyonun girdabından çıkaracağı umuduyla emekçilerin maaş farkları ile haykırışlarına mı? Sokaklarda birlikte yaşadığımız dostlarımızın, sokak hayvanlarının katledilmesi için çaba harcayan inanışı, ibadeti kimseye kaptırmayan cumhurbaşkanının katliam stratejisini yasallaştırmak için buyruğuna mı? Trolleri ve yasama yürütme yetkisi yok edilen millet meclisindeki emir erleri/ vekillerinin katliam çabalarına mı? Yoksa bu ikisinin (maaş farkları kararları ile hayvan katliamı çabalarının) eş zamanlı yürütülme stratejisine mi? Sanırım benim gibi bu satırlarda buluştuğumuz tüm dostlar bir yandan canı yanarken diğer yandan çözümü birlikte mücadeleye taşıyor, öfke içinde alanlarda kendilerini buluyorlardır.
Muğla’da Bodrum ilçesine bağlı Turgutreis Mahallesi’nde 23 Temmuz’da öğleden sonra 3 sıralarında, Muğla Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi’ne (MUSKİ) ait ve yakında faaliyete geçmesi planlanan kanalizasyon terfi merkezinde temizlik çalışması yapan yüklenici firma işçisi Mehmet Nuri Baştuğ depoda biriken gazdan zehirlendi ve yaşamını yitirdi. Zehirlenen diğer iki işçi hastanende tedavi altına alındı. Defalarca yaşanan depo tamiri sırasında işçilerin zehirlenmesi bu olayların önlenmesi için sonuç vermedi. Haziran 2013 yılında Güllük’te yaşanan iş cinayeti Devrimci İşçi Hareketi tarafından “Tepe – Akfen şirketinin atık su terfi istasyonuna temizlik için giren işçiler yanlarında maske, oksijen tüpü, ilk yardım ve acil müdahale olanakları olmadığı için yedi can bir anda yok oldu. Zehirlendiler ve öldüler” diye duyurulmuştu.
Kapalı depolarda (su, atık su, vd sıvı depolarında) içindeki sıvının yapısına ve deponun malzemesine bağlı olarak gazlar oluşmaya başlar. Sıvının (suyun ya da atıksuyun) içinde organik maddenin havasız ortam bakterileri tarafından parçalanarak üreyen karbon oksitler (karbon monoksit, karbon dioksit vd.), metan, hidrojen sülfür, beton depo ise radon, depoya sızan diğer gazlar (örn. yeraltı katmanlarında sıkışan gazlar, sıvılaşmış petrol gazlarından sızıntılar, maden atık depolarından sızıntılar hidrojen siyanür vb.leri) o depoda tamir bakım yapan işçi için ölüm demektir. Önlemi ise denetimle yapılamaz. Bu cinayeti önlemenin tek yolu toksisiteye uğrayacak işçilerin korunması, güvenceli olarak işini yapabilmesidir. Toksik gazların birikeceği depolarda çalışacak işçiler çalışmaya başlamadan depo havalandırılmalı, temizlenmeli ve ancak gaz maskesi ile onarım ve bakım işini yapması gerekir. Bunun yapılmadığı her işletme, her kurumun yöneticisi katliamın birinci derece sorumlusudur.
Bu konu denetime sığmayacak kadar hayatidir. Gaz maskesiz işin yaptırılması, güvencesiz koşullarda işçi ve emekçilerin çalıştırılmasının sonucu yok olan yaşamlardır. Ölüm hızla gerçekleşir. İşçi de onu kurtarmaya çalışanlar da yaşamını aynı hızla yitirir.
Tüm bu saldırgan politikalara, bu politikalar ve algı yönetimi ile büyütülen, toplumsallaştırılan ırkçılığa sömürüye karşı yaşamı özgürleştirmek, sömürüye karşı yaşamı savunmaya devam etmek ise çözüme bizleri taşıyacaktır. Bu umut ve kararlılıkla kalın sağlıcakla…