Türkiye’nin siyasi tarihi bir özel savaş tarihidir. Türkiye büyük bir imparatorluğun enkazı üzerinde kurulmuştur. Bir taraftan Osmanlı’nın çok geniş topraklara hâkim olan siyasal geleneği, diğer taraftan çok geniş torakların kaybı Türk egemen sınıfları ulus devlet kurmaya yöneltmiştir. Elde kalan topraklarda herkesi Türkleştirip hâkimiyetini böyle sürdürmek istemiştir. Aslında Ermeni soykırımı da daha fazla toprak kaybı kaygısıyla yapılmıştır.
Türkiye’de hem bir coğrafyada yoğunlaşmış hem de nüfus olarak en büyük topluluk olan Kürtler vardır. 1923 Lozan Antlaşması imzalandıktan sora Kürtleri zaman içinde soykırıma uğratma politikası Türkiye’nin temel ulusal politikası olmuştur. Tüm politikaların da bu amaca hizmet etmesi esas alınmıştır. Bu çerçevede devletin tek bir politikası vardır, Kürt’ü soykırıma uğratmaktır. Hiçbir siyasi güç bu amacın dışına çıkamaz. Bu açıdan devlet yönetimi belirlenmiştir. Siyasetçiler sadece bu çerçevedeki politikaya hizmet edecektir. Temel politika değiştirilemez. Siyasi partilere sadece bu temel politika dışındaki alanlar bırakılmıştır.
Bu nedenle Türkiye’de demokrasi getireceğim, devletin yönetme biçimini ve idare yapısını şöyle ya da böyle değiştireceğim denilemez. Siyasi partilere temel siyaset alanları kapatılmıştır, en temel konularda siyaset dışına itilmişlerdir. Bu açıdan Türkiye’de seçimlere giren partiler esas olarak nasıl fabrika kuracaklar, nasıl yol ve köprü yapacaklar bunun propagandasını yaparlar! Türkiye’de 1960’lı yıllarda bunun dışında politika ve söylemde bulunan Türkiye İşçi Partisi’nin başına neler getirildiği biliniyor. Özellikle Türkiye’de tabu olan Kürt sorununu gündeme getiren partilerin bir bir nasıl kapatıldığını, kapatmanın zorlaştırılmasından sonra da yönetici ve üyelerinin tutuklanarak fiilen çalıştırmadığını biliyoruz.
Türkiye’de hala bir hastalık var. O da partilere sorulan ilk soru hangi ekonomik projeleri olduğudur. Bu aslında Türkiye’deki özel savaş siyasetinin yarattığı algının sürdürülmesidir. Demokrasi sorununa, Kürt sorununa, Alevi sorununa, yönetim sorununa dokunma, başka konularda ne siyaset yaparsan yap, ne projen varsa ortaya koy. Bu bir alışkanlık yaratmış, buna göre iyi siyasetçi ne kadar fabrika ve yol yapacağını ortaya koyar. Bu nedenle Türkiye’de demokrasi ve özgürlükler konusunda ne getireceksiniz, Türkiye’deki yönetim şeklini değiştirecek misin diye sorulmuyor. Ya da Türkiye gibi otoriter ülkede esas sorular bu yönlü olması ve cevabının alınması gerekirken halen eski siyasi alışkanlıklarla hareket ediliyor. Sadece siyasetçiler değil basın ve toplum da bu alışkanlıkları tümden bırakmış değil.
Kuşkusuz insanlar için ekonomik durum, aş, iş ve barınma önemlidir. Ancak tarih boyu şunu kanıtlamıştır ki aş, iş ve barınma imkânlarının en iyi karşılandığı dönemler barış dönemleridir. Barış ve istikrar da bir yönetim tarzının sonucudur. Günümüzde barış ve istikrar da demokrasi ve özgürlüklerin yaşanmasıyla gerçekleşir. Aş, iş ve barınma demokrasi ve özgürlüklerin var olduğu toplumlarda gelişir; hem de eşit ve adil olarak.
Türkiye gibi çok temel siyasal sorunların olduğu, demokratik bir yönetim olmadığı için sorunların çözülemediği bir ülkede kim daha fazla demokrasi ve özgürlük diyorsa o gerçek anlamda bir projeye sahiptir ve alternatiftir. Çünkü demokrasi ve özgürlükler konusunda köklü projesi olan siyasi hareket ekonomik sorunları da diğer sorunları da çözer. Demokrasi ve özgürlüklerin gelmesiyle ekonomik sorunların çözümünün güçlü zemini oluşur. Zaten demokrasi ve özgürlüklerin yaşandığı bir ülkede tartışmalarla, demokratik ortamların oluşmasıyla ekonomi ve diğer sorunlara çözüm bulunur. Çünkü üniversitelerde özgür düşünce temelinde tartışmalarla çözümler üretme dönemi başlar. Süleyman Demirel bir demokrat değildi. O da özel savaş merkezinin, derin devletin çizdiği sınırlarda politika yapıyordu. Ancak batı yanlısı ve taklitçisi olduğu için ‘demokrasilerde çare tükenmez’ dermiş. Bir ülkede gerçek demokrasi olursa orada siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel sorunlar da çözülür.
Bu çerçevede bakıldığında şu anda özel savaş merkezinin çizdiği sınırların dışına çıkan ve gerçek anlamda siyaset yapan tek parti HDP’dir. Çünkü derin devletin çizdiği sınırların dışına çıkıyor. Siyaset alanının tümüne sahip çıkıyor. Gerçek anlamda bir demokratikleşme projesi sunuyor. Demokratik ulus diyor; her kimlik kendini özgürce örgütleyecek, ifade edecek ve yaşayacak diyor. Siyasetin demokratikleştirilmesini ve yerel demokrasiye dayalı bir siyasi yönetim öngörüyor. İşte ekonomik proje de budur, toplumsal proje de budur, kültürel proje de budur.
Bu açıdan HDP’ye sık sık ‘ekonomik projeleriniz nedir’ sorusu bir saptırmadır. 100 yıllık özel savaşın çizdiği sınırlarda siyaset yapılması anlayışının dışa vurumudur. HDP ise bu çerçeveyi kırarak siyaset alanının tümüne sahip çıkıyor ve Türkiye’nin tüm sorunlarına çözüm bulma siyasetini ortaya koyuyor.