Toplum insan türünün var oluş koşulu. Eş deyişle insan ancak toplum halinde ve toplumsal davranarak yaşayabilir. İnsan türü zorlu doğa koşullarında ancak böyle var olabildi. Bu yönüyle insan var oluşsal olarak toplumsaldır. İnsanın toplumsal olan bu doğası, insan olmak ve insan kalmak için toplumsal davranmayı zorunlu kılar. Yani toplumsal olmak insan açısından bir tercih olmanın ötesinde var oluşla ilgilidir. Toplumsal davranış da toplumun güzelleşmesi ve gelişmesi için bulmak işi olan ‘politika’yı, bulduğunu uygulamak işi olan ‘ahlak’ı gerektirir. Yani insan türünün var oluş koşulu olan toplumsallık ahlaki ve politik duruşla var olur, gelişir.
Toplum da oluştuğu günden bugüne farklı formlar kazanır. Ahlaki ve politik olan toplumsal doğa, kendisini farklı formlarla dışa vurur, gerçekleştirir. En saf toplumsallığın görüldüğü klan, ilk toplum formudur. Toplumdaki insan sayısının artması ve gelişen yaşamla birlikte klandan kabileye, kabileden aşirete, aşiretten milliyete, milleyetten de ulusa geçilir. Ulustan da ne türden bir toplumsal forma gideceğini de günümüz ve gelecek gösterecektir. Toplumun bu formları değişse de özü, yani doğası değişmez, hep ahlaki ve politik karakterde kalır. Bu yönüyle ahlakilik ve politiklik toplumsal tarih boyunca değişmeyen öz olarak hep vardır ve toplum var oldukça var olmaya devam edecektir. Zira toplum o olmadan var olamaz.
Ulus da bahsedilen toplumsal formlardan sadece birisidir. Toplumun günümüzdeki çağdaş formudur. Daha çok da feodal dönemdeki siyasi parçalanmanın yerine ikame edilmek istenen ve burjuvazinin çıkarlarına hizmet eden merkeziyetçi bir devletin oluşması için dil, tarih, kültür ve toprak birliği etrafında örülen bir toplumsal formdur. Bu yönüyle tüm insansal şeyler gibi o da bir inşadır. Evet, bugün ‘zorunlu’ ve ‘tanrının bir yaratımı’ymış gibi sunulan ulus, bağlantılı olarak ulus-devlet bir inşadır. Daha çok da burjuvazisinin çıkarlarına hizmet eden ve sosyal bilimlerdeki hegemonik yaklaşımdan dolayı tüm insanlığın zihnine kazıdıkları bir inşa. Bunun insanlığın başına ne denli büyük sorunlar açtığını günümüzdeki dünya gerçekliği yeterince ortaya koymaktadır.
Demokratik ulus da tüm insansal şeyler gibi bir inşadır. Bu ulus anlayışı, egemenlerin ulus anlayışından farklı olarak kan bağına değil, ortak zihniyet dünyasına dayanır. Ortaklaşma, dayanışma, özgürlük, farklılıkların eşitçe birliği şeklindeki değerler etrafında bir araya gelmişlerin oluşturduğu ulustur, demokratik ulus. Bu ulus anlayışında biraraya getiren ana unsur aynı sınıftan, cinsten, etnisiteden, inançtan, mezhepten… gelme değil, aynı zihniyetten gelmedir. Bu zihniyeti paylaşanların oluşturduğu yeni toplumsallık kendisini ‘demokratik ulus’ olarak tanımlar. Başındaki ‘demokratik’ kavramı toplumun doğasına yapılan atıftır. Toplumun ahlaki, politik, çoklu ve demokratik doğasına yapılan bir atıf. Demokratik ulus, toplumun çoklu olan doğasını kabul ederek, farklılıkların eşitlikçi birliğine dayanır. Toplumsal doğaya uygun olunmak kaydıyla her türden farklılığı en büyük zenginlik olarak görür. Burada her farklılık biriciktir, değerlidir. Zenginliği oluşturan farklılıklar arasında özneleştiren-nesneleştiren bir ilişki değil, birbirini karşılıklı büyüten simbiyotik ilişki esastır.
İşte 4. Olağan Kongresi’ne giden HDP kuruluşu itibariyle böylesi bir demokratik ulus partisidir. O toplumun doğasına bağlı olan tüm farklılıkların partisidir. Birilerinin değil, tüm toplumsal kesimlerin partisidir. Onda ‘misafir’ veya ‘ev sahibi’ yoktur. Salt bir kimliğe, etnisiteye, cinse, sınıfa, inanca dayalı olmak, ona felsefik ve var oluşsal olarak terstir. O bir kimliğin, bir etnisitenin, bir cinsin, bir sınıfın, bir inancın değil tümünündür. O tek’in değil, bir’deki çokluk’un partisidir. Buradaki temel şart, farklılıkların eşitçe birliğidir, toplumun özü olan dayanışmaya, özgürlük bilincine bağlılıktır.
Somutlaştırırsak, o Kürtlerin olduğu kadar, Türklerindir, Türklerin olduğu kadar Ermenilerindir, Ermenilerin olduğu kadar Araplarındır, Arapların olduğu kadar adını burada anamadığım tüm etnisitelerindir. O Alevilerin olduğu kadar, Kültürel İslam’ı esas alanlarındır, Êzidilerindir, Süryanilerindir. O ezilen tüm sınıf ve emekçilerin olduğu kadar kadın ve gençlerindir. Özcesi insan olmakta ve kalmakta ısrar edenlerle tüm toplumsal kesimlerin partisidir.
Var oluş gerekçeleri böyle konulan HDP’nin demokratik ulus zihniyeti temelinde değil de eski klişelerle tanımlanması, bu konudaki yürütülen tartışmaların asıl nedenidir. Bunun sorumlusu da partinin kendisidir. Kendisini toplumsal doğanın partisi olarak tanımlamış bir partinin kuruluşunun üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen hala kimlik bunalımı varmış gibi ele alınıyor oluşu, esas olarak demokratik ulus kavramının anlaşılmamasından kaynaklanıyor ki giderilmeyi gerektirir.
4. Olağan Kongre’nin tüm bu tartışmaları geride bırakarak, HDP’nin Türkiye’de yaşayan tüm toplumsal kesimlerin partisi haline gelmesinde çok büyük bir rol oynayacağına yürekten inanıyorum. Tüm beklenti, muhalefetin bu kadar dibe vurduğu, umutları tükettiği bir dönemde HDP’nin Türkiye’deki muhalefet boşluğunu en güçlü bir şekilde dolduracağı yönündedir. Şimdiden kongre Türkiye Demokratik Ulusu’na kutlu olsun.