Kadın bakış açısını odağa alan, toplumun toplum tarafından yeniden örgütlendiği ve söz hakkının iade edildiği böylesi bir toplumsal örgütlenme olmadığı sürece parlamentolarda demokratik siyaset inşa edilemez
Rojda Yıldız
Demokratik siyaset kavramı, Türkiye’de seçimlerin yaklaşması ile beraber çok daha fazla anılır bir kavram haline geldi. Oysa Kürt Özgürlük Hareketi uzun zamandır kavramın kuramsal ve pratik ayağını demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmanın inşasının temel kavramlarından biri olarak tartışıyor ve inşa ediyor. Maalesef ki siyaseti siyasi partiler rejiminden ibaret gören liberal, ulus-devlet yapılanması kavramın bagajını da kendi içerisine hapsetmeye çalışmakta. Tıpkı Rojava Kadın Devrimi’nin kapitalizm tarafından “kahraman kadınlara”, Jin Jiyan Azadî sloganının reklam panolarında popüler bir vitrine dönüştürülmeye çalışılması gibi.
Kavramların mevcut tanımlarının yine kapitalist, liberal, erkek akılla oluşturulmuş bir bagajdan ibaret olduğu, siyaset denilince akla doğrudan siyasi partilerin geldiği bir anlayış toplumda hâkim kılınmış durumda. Oysa siyaset; bilimden, felsefeden, özgürlük arayışından, toplum ve aynı zamanda birey olma serüveninden azade değil.
Mevcudun siyaset tanımı artık her ne kadar kanıksanmış olsa da “yönetenler ve yönetilenler” üzerinden kendisini tanımlamış ve kurumsallaştırmış durumda. Yönetenler, bu hayatta yönetilmesi gerekenler olduğunu düşünüyor; yönetilenler başka bir seçenek olmadığını. Aslında normalleştirilen ve siyasetin temel iki “öznesi” olan bu terimler pozitivizmin kurumsallaştırdığı özne-nesne ayrımının siyaset alanındaki yansıması. Özellikle son yüz elli yıldır kavramlarını, kuramını, kurumsallaşmasını pozitivist bilim anlayışı ile şekillendirilen, ulus-devletin yönetim modeli olarak ideal ilan edilen modernist bir siyaset inşa edildi. Mevcut siyaset anlayışı pozitivizmin dayattığı en temel olgulardan olan “uzmanlaşma” üzerine kendisini kurmuş durumda. Ancak belli konularda yetkinliği olduğu düşünülen ve “herkesin anlamadığı bir iş olarak” siyaset, kurulduğu zemin itibari ile toplum karşıtı ve siyasetsizliği ortaya çıkarmıştır.
Her ne kadar kapitalist, liberal, erkek aklı kendisini yine kapitalist modernitenin bilgi kodları ile şekillendirmiş olsa da bilfiil pratikte yaptığı şey bilimin, felsefenin siyasetle bağının “yokmuş gibi” gösterilmesidir. Bu ön kabul, alternatif siyaset arayışlarının da önünü tıkamakta.
Oysa siyaseti, mevcudun temsil ettiği bütün olgulardan azade bir şekilde, bir özgürlük örgütlülüğü olarak ele almak gerekiyor. Ve mevcudun siyaset tarzının karşısında “demokratik siyaset” gibi alternatif bir yaşamın kurucu kavramlarından birinden bahsediyorsak bilimi bu meselenin dışına atmak daha en baştan sakat bir anlayışı doğuracaktır. Demokratik siyaset kavramının kuramsal çerçevesine dair Abdullah Öcalan’ın “Siyasetimizin arkasına sosyal bilime dayalı zihniyetimizi esas kılmak önemlidir. Ve bununla bağlantılı toplumsal ahlakı egemen kılmaktır. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı bir toplum yapılanması için her şeyden önce kendi sosyal bilim yapılanmasına ihtiyacımız vardır. Sosyal bilimin en kapsamlı genellemesi olarak felsefe, toplumun özgürlük bilinci olarak ahlak ve dönüştürme iradesi olarak politika üçlüsünün ortak ifadesi demokratik sosyalizm olmaktadır” belirlemesi ahlak, özgürlük, felsefe gibi alanların yeniden siyasete çağrılmasının önemini de vurguluyor. Bu anlamda özgürlüğü hedefine koymayan ve özgürleştirmeyen demokratik bir siyasetten bahsetmek siyaseti özgürlük derdi olmayan mevcuda yeniden hapsetmek anlamına geliyor.
Meclis siyaseti kapsamında inşa edilen temsil sistemi “doğası” gereği özgürlük karşıtı olarak kendisini konumlandırmış durumda. Bir kişi, onunla beraber benzer sorunları, yaşama arzuları olan milyonları ne kadar temsil edebilir? Temsili demokrasinin toplumda bir politika sakatlığı açığa çıkardığı, toplumsal sorunların bütün çözümünün birkaç yüz kişiye emanet edildiği bir örgütlenmede kendisini dayatacak olan birey ve toplum özgürlüğü değil, devletin ve kliklerin devamlılığıdır. Temsilin kendisinin yeniden bir iktidar alanı açtığı ve temsil edilenin sözüne el koyduğu mevcut düzende, siyaseti demokratikleştirmek her bir bireyin kendini temsil edeceği alanlar inşa etmekle ancak mümkün olabilir. Yani, radikal demokrasi. Temsilin mümkünsüzlüğü, bireyin ve toplumun söz ve kararının temel alındığı radikal demokrasi ile ancak aşılabilir. Tek tek bireylerin katılımının ve söz hakkının geçerli olduğu, yaşama dair her türlü kararına yine bireyin ve toplumun özgürlük ve politik ahlak temelinde karar verdiği bir siyaset anlayışı ancak “yönetenler ve yönetilenler” ikiliğini ortadan kaldırarak herkese politika alanı açabilir ve merkezin/bürokrasinin yarattığı sorunlar çözülebilir. Yerelin karar yetkisinin odağa alındığı meclisler, komünler, kooperatifler, özgür akademiler modern dünyanın dayattığı ve her türlü hiyerarşik yapılanmayı meşru kılan “özne ve nesne” ayrılığını özgürlük bağlamında yıkabilir.
Mevcut siyasetin zihin dünyasında hapsolmuş, kendi örgütlenmesini bu zihinsel kavram ve anlayışlarla örgütleyen, kendi bilimsel, düşünsel alt yapısını bundan bağımsız ele alan bir örgütlenme modelinin demokratikleşme imkânı dünyada henüz görülmedi. Politikayı nasıl örgütlediğimiz, hangi bilimsel temele inşa ettiğimizle yakından ve hatta doğrudan ilişkili. Özgürlüğü, ahlakı, birey ve toplum örgütlülüğünü yadsıyan, yerel örgütlü politik mekanizmaları odağa koymayan, bu konuları siyaset dışı olarak kodlayan mevcudun anlayışına karşı temel sorulardan biri, demokratik siyaset topluma ne kadar özgürlük katıyor olmalı. Siyaset özgürlük maksadı temel amaç olduğu sürece demokratikleşme imkânı bulabilir, aksi mevcut sistem içerisinde yine mevcuda benzemeye mahkum kalır. Bunun için de öncelikle ötekiyi kuran ve yönetme hakkını kendine “bahşeden” erkek aklın hâkim olduğu anlayışın tersine, kadın aklını esas alan, konuları, sorunları, durumları kadın bakış açısıyla analiz etmeyi odağa koyan bir bilim anlayışı ancak gerçek manada bir toplumsal özgürlük vadedebilir. Bu durum küçük bir komün için de geçerlidir, büyük bir siyasi parti içinde. Temsil siyaseti kendini nasıl ki pozitivist bilimin kurumsallaşması üzerine inşa ettiyse demokratik siyasetin felsefeden koparılmamış alternatif bir bilim iddiası üzerine kendini var etmesi kavramın içeriğini doldurabilecektir. Dünya üzerinde, coğrafyamızda da dahil, siyasetin “daha demokrat” bir hale gelmesi için kimi önemli adımlar attığını öne süren liberal yaklaşımların çoğu aynı bilimsel yapıdan nemalanıyor ve en fazla sistemin birer revizesini hedef olarak koyabiliyor. Oysa demokratik siyaset, siyaseti toplumda yeniden ne kadar inşa edebildiği ile orantılıdır. Siyaset yapma hakkı elinden alınan toplumu yeniden ne kadar siyaset ile buluşturabildiği ve bunu örgütlü bir güce dönüştürebildiği ile orantılıdır. Yerel örgütlenmelerin, meclislerin, toplumlarda yaşayan her bir bireyin kendi yaşamı hakkında söz ve karar verebileceği bir toplumsal örgütlenme ve bunun zihin inşası olmadan demokratik siyasetin kurumsallaşması mümkün değil. Bu mekanizmaların inşası ve bireylerin dahiliyeti çıkar, rant ilişkisinden koparılmalı ve özgürlüğün ikna süreçlerine tabii tutulmalıdır. Demokratik siyasete katılım modern devletlerin yöntemi olarak uyguladığı etik dışı, zor aygıtları yerine, gönüllülük ve konsensüs ilkesi çerçevesinde ele alınırsa ancak özgürlük temelli bir inşaya kavuşabilir.
Kadın bakış açısını odağa alan, toplumun toplum tarafından yeniden örgütlendiği ve söz hakkının iade edildiği böylesi bir toplumsal örgütlenme olmadığı sürece parlamentolarda demokratik siyaset inşa edilemez. Merkezin gücünün yerelin söz ve karar yetisini bastırmaya olan kudreti toplumsal politikanın üzerinde bir aba olmaya devam eder.
Demokratik siyaset bütün kimliklerin birlikte özgür ve eşit yaşam inşası ve ikna gücü olmaktır. Kendini ve toplumu örgütleyebilme ve hayata dair her türlü konuda birlikte karar verebilme mekanizmasıdır. Bunu yaparken politik hakkı oy verme ile sınırlandırılmış bireyden özgür yurttaşlığın inşasını gerçekleştirebilmek, eşit-hiyerarşisiz ilişki biçimleri ve örgütlülükleri kurabilmek ancak bu tartışmaların zihinsel, bilimsel değişimi ile sağlanabilir. Demokratik siyaset iddiası olan her bir bireyin, mekanizmanın zihinsel, bilimsel dönüşümü ve bu dönüşümdeki kavram bagajını tekrar tekrar değiştirip hangi bilimsel zemin üzerinden bunu tartıştığı tali değil, esas meselelerdendir.
Mevcut kavramlar ve kavramlara yüklenen manalar derinden irdelenmeden, kapitalist modernitenin en güçlü silahlarından olan temsil siyasetini aşmak mümkün değildir.