Ahmet Tulgar
Çok Sesli Klasik Batı Müziği, Türkiye’de her zaman sanatsal tartışmalardan çok siyasi tartışmalara konu oldu. Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde hakim kültür politikasının birincil tercihi olarak toplumun eğitiminin bir parçası biçiminde yukarıdan aşağı empoze edilir tarzda sunulması sonucu, Çoksesli Klasik Müzik, Cumhuriyet projesinin çatladığı her yerde Batılılaşma sürecinin muhalifleri tarafından ideolojik karşı çıkışlarının hedefi yapıldı. Dünyanın her yerinde asırlardır sevilerek dinlenen Çoksesli Klasik Müzik bir süredir rejimin güç sahipleri ve ideologlarının söylemlerinin ana temalarından oldu yine. Mozart dinlemenin tavsiye edilmesi iktidarın en tepesinde faşizm olarak değerlendirilirken, Fazıl Say’ın aynı makama konser davetiyesi göndermesi gündeme oturdu.Bir müzik türüne ilişkin bu tuhaf durum sürerken, Bach, Mozart, Beethoven ve Chopin gibi büyük besteciler hakkındaki kitaplarıyla da tanınan,flütçü, eğitimci ve İstanbul Filarmoni Derneği yönetim kurulu üyesi Aydın Büke ile Türkiye’de Çoksesli Klasik Batı Müziği’ni konuştuk:
Bach, Mozart, Beethoven ve daha bir dizi bestecinin eserleri neden asırlardır aynı haz ve coşku ile dinleniyor? Klasik müziği klasik yapan nedir?
Saydığınız besteciler klasik oldukları, zamana karşı direnebildikleri için hâlâ dinleniyor. Sanatın tüm dalları gibi müzikte de bir yapıtın gerçek değeri zamanla tam olarak ortaya çıkıyor. Yalnızca yaratıldığı döneme seslenmeyen, çağlar ötesine ulaşabilen bir dil yakalayan sanatçıların yapıtları kuşaklar boyu beğenilmeye devam ediyor. Zaman zaman bu beğenide bazı iniş çıkışlar olabiliyor ama klasik olmuş bir sanat yapıtı değerini her zaman korumayı başarıyor.
Her sanat eseri gibi klasik müzik eserleri de yazıldıkları çağ ve toplumun maddi ve ideolojik koşullarına tekabül eder ve ihtiyaçlarına cevap verir, değil mi? Büyük klasik besteciler de dönemin estetik ideolojisine göre ürettiler eserlerini. Peki, bu eserlerin günümüzde de bu kadar sevilmesini ne sağlıyor?
Sanat yapıtları sizin de söylediğiniz gibi belirli bir amaç için ortaya çıkıyor. 19. yüzyılın ortalarına kadar ardında sipariş olmayan bir yapıta rastlayamıyoruz. Sanatçı, konumuz müzik olduğu için besteci, daima kendinden istenen şekilde yapıtlar yaratıyor.Ancak bu seri üretim aynı zamanda onun ustalaşmasına ve başyapıtlar ortaya çıkarmasına da yardımcı oluyor.Aslında insanın sanattan beklentisi, yaşantısına sanat aracılığıyla bir anlam katması çok eski çağlardan beri değişmediği için, az önce de söylediğim gibi zamana karşı direnebilen yapıtları bugün hâlâ beğenmeye devam ediyoruz.
Adorno, ‘Minima Moralia’da ‘Sanatın bugün görevi kaosu düzene sokmaktır’ der. Klasik Çoksesli Müzik’te hep böyle bir durum hissederim ben. Kaosu düzene sokma ve melodiler, armoniler bulma. Klasik müzik bugünün kaotik dünyasında her zamankinden fazla mı bu işlevi görüyor?
Her sanat yapıtının ardında aslında bir yapı, bir iskelet vardır. Gelişigüzel,tasarlanmamış, kurgulanmamış bir sanat yapıtıyla karşılaşmayız; eğer sanatçının bilinçli olarak düzensizliğe dikkatimizi çekmek gibi bir niyeti yoksa. Müzikte de özellikle MS 8. yüzyıldan başlayarak giderek gelişen bir, “çok seslilik” süreciyle karşılaşıyoruz. Polifonik ve tonal müzik 16., 17., ve 18. yüzyılda tam bir zirve yapıyor. 19. yüzyıl sonlarında ise yüzlerce yıldır uygulanagelmekte olan armonik kurallardan,tonaliteden ya da bir başka deyişle uyumdan kaçış başlıyor. Sanayi Devrimi veAvrupa’nın yaşadığı hızlı değişim tüm sanatlar gibi müziği de değişime zorluyor.Bunun sonucunda I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde öncülüğünü Arnold Schönberg’in yaptığı bir atonal hareket önem kazanıyor. Ton dışına çıkma, müzikte uyuşumlu seslerden ve alışıldık armonik yapıdan kaçış başlıyor.I. Dünya Savaşı’nın Avrupa’da neden olduğu karmaşa düşünüldüğünde aslında bu duruma şaşırmamak gerek. Ancak bu durumda bile Schönberg yepyeni bir sistem kurma, yeni kurallar koyma ihtiyacı duyuyor ve 12 Ton Müziği’ni yaşama geçiriyor.
12 Ton Müziği’ni biraz daha açsanız? 20. yüzyılın estetik ideolojisi bağlamında çok önemli, değil mi?
12 Ton Müziği bugün pek çok dinleyici için birbiri ardına rastgele sıralanmış uyuşumsuz sesler olarak algılansa da, aslında ardındaBarok Dönem bestecilerinin uyduğu kurallara çok benzer bir yapı vardır ve sanatçıyı sıkı bir disiplin altına alır. Sorunuzun son cümlesine gelecek olursak, bugün yaratılan müzikten bahsediyorsak yepyeni yollar arayan, yeni kurallar koyan, ya da önceki bazı akımların izinden giden bestecilerin kaleminden çıkabilir.Ama bugün dinlediğimiz geçmiş dönemlere ait klasik müzikten bahsediyorsak, onun etkisi insanları yaşadıkları kaotik ortamdan bir süreliğine uzaklaştırmak gibi görülebilir.Ancak bugün yaratılan yapıtların gerçek değerlerini görebilmek için bizden sonrakilerin yargıları belirleyici olacak.
Klasik Çoksesli Müzik çok dinlendiği toplumlarda zihniyetleri de etkiliyor olabilir mi? Müzikteki çok seslilik ve bir aradalık toplumların gündelik hayatlarında demokrasiyi daha kolay başarmalarını sağlıyor olabilir mi?
Çoksesli Müzik’le demokrasi arasında paralellik kurmak son yıllarda sıklıkla yapılıyor ancak ben buna katılmıyorum.Bir müziğin çok sesli olması onu daha iyi bir müzik yapmaz.Bu yalnızca yapısal bir özelliktir.
Çoksesli müzikle teksesli müzik arasında bir niteliksel fark görür müsünüz?
Az önce de söylediğim gibi, ben “çok sesli” ya da “tek sesli” diye bir ayırım yerine “iyi müzik” ve “kötü müzik” diye bir ayırım yapmaktan yanayım. Bach’ın bir yapıtı nasıl kusursuzsa, Itri’nin elinden çıkanlar da aynı değerdedir. Bugün “pop müzik” olarak adlandırdığımız, yapısı çok sesli olan, bence hiçbir kalıcılığı olmayan yığınla parça duyuyoruz. Aynı şekilde, kısa zamanda unutulmaya mahkûm olan bir sürü tek sesli parçadan da bahsedebiliriz.
Çoksesli müziğin zekâyı daha fazla provoke ettiğini söylesem, ne dersiniz?
Az önceki yanıtımdan sanırım bu görüşe tam olarak katılmadığımı tahmin edebilirsiniz.Bu konuda yapılmış ciddi tıbbi araştırmalar varsa onlara saygı duyarım ama galiba genel anlamda müziğin beynimizin farklı noktalarını uyardığı biliniyor.
Türkiye’de klasik müziğin üretim, eğitim ve icra durumu nedir?
Türkiye’de klasik müziğin geçmişinin yüz yıldan biraz fazla olduğunu, ciddi olarak çok sesli müzik eğitiminin Cumhuriyetile başladığını düşünürsek, bugünkü durum oldukça iyi sayılır. Yüzlerce yıldır aktarıla gelen bir gelenekten yoksun olmamıza rağmen bugün Türkiye’de bestelenen yapıtlar, yetişen yorumcular, müzik okullarının durumu, önemli eksiklere rağmen hiç de kötü sayılmaz.Batı ile aramızda bu konuda bir uçurumdan bahsetmek yanlış olur. Düzeltilmesi gereken noktalar uzun uzun sayılabilir ama ben genel durumu olumlu buluyorum. Üstelik ben her konuda karamsar düşünmeye daha yatkın biri olmama rağmen.
Cumhuriyet’in kuruluş döneminde Klasik Batı Müziği’nin topluma yukarıdan ve keyfi (arbitrary) sunulmasının, bunun topluma bir tür eğitim olarak verilmesinin, toplumda bir tepki oluşturduğunu saptıyor musunuz?
Altmış yaşında biri olarak, yüz yaşına yaklaşan cumhuriyetin kuruluş döneminde yapıldığı söylenen bazı yanlışlar konusunda sağlıklı bir değerlendirme yapamam.Eğer ciddi bir tepki oluşsaydı bu tarz müzik bugünkü seviyesine ulaşamazdı.
Klasik müziği Türkiye’de sadece seçkinler mi dinliyor? Sizin bir müzisyen ve eğitimci olarak bu konuda anlatacağınız bir anekdot var mı?
Klasik müziğin yalnızca seçkinler tarafından dinlendiği doğru bir saptama değil. Belki şu söylenebilir: Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de klasik müzik dinleyicisinin yaş ortalaması yüksek.Bu aslında insanın gelişim ve olgunlaşma süreciyle ilintili. Yaş ilerledikçe dünyaya ve sanata bakışımız değişiyor, olgunlaşıyoruz ve daha kalıcı şeylerden hoşlanmaya başlıyoruz. Ancak ileri yaşlarda bu noktaya gelebilmek için gençlikte iyi sanat yapıtlarıyla tanışmalı, amatör olarak da olsa bir çalgıyı biraz çalmayı denemeli, klasik müziği uzak ve yabancı görmemeliyiz.Ben uzun yıllar (32 yıl) üyesi olduğum İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası(İDSO)ile yaptığımız Anadolu turnelerinde ya da üniversite konserlerinde gençlerin, çocukların veya daha önce bu tarz müzik dinlememiş yetişkinlerin duyduklarından nasıl etkilendiklerine defalarca tanık oldum.
Bugünkü iktidarın kültür politikası Türkiye’de Klasik Müziğin durumunu nasıl etkiledi, etkiliyor?
Durumu yalnızca bugünkü iktidara indirgemeden şöyle bir saptama yapabiliriz: Devletin sanat kurumlarının çok uzun bir süredir, bu iktidar öncesinden başlayan bir kadro sorunu var.Emekli olan sanatçıların yeri, saat ücreti üzerinden ödeme yapılan kişilerle doldurulmaya çalışılıyor.Bu durum gençlerin önündeki en büyük engellerden biri. Unutmamamız gereken en önemli nokta, bugün başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, klasik müzik topluluklarının pek çoğu ya tümüyle devlet destekli olarak yaşamlarını sürdürüyor ya da devletten ciddi maddi katkılar alıyor.
Yazdığınız kitaplardan biri de Mozart’ın yaşam öyküsü. Mozart dinlemek insana ne kazandırır?
Herkes farklı zamanlarda farklı bestecileri dinlemekten hoşlanabilir. İçinde bulunduğumuz ruh hali kimi zaman dinlediğimiz müziği seçmemizde de önemli bir rol oynayabiliyor.
Mozart’ın yapıtlarının çoğunda kendini hissettiren yaşama sevinci çoğunlukla bunu dinleyenlere de geçer. Eğer Türkiye’de Klasik Çoksesli Müzik daha fazla dinlenseydi, rejim daha mı demokratik olurdu sizce?
Daha demokratik olmamızın çözümü keşke daha çok klasik müzik dinlemek olsaydı.
Richard Wagner’in müziğinin, operalarının Alman faşizmine kültürel katkısı olduğu gibi bir iddia yaygındır. Ben buna katılmam. Siz ne diyorsunuz? Müzik faşizme katkı sağlar mı?
Bu konuda ben de sizin gibi düşünüyorum. Wagner’in yapıtlarının Hitler tarafından belirli bir propaganda aracı olarak kullanılması, bu bestecinin faşizme katkısı olarak algılanamaz. Wagner müzik tarihinin akışını değiştiren, çağdaşı ya da sonrasında yaşamış pek çok sanatçıyı(müzisyen olsun ya da olmasın) derinden etkilemiş bir isim. Onun operaya ve müzik diline getirdiği yenilikler son derece önemli.
Geçen ay Ankara’da Selahattin Demirtaş’ın duruşmasını izledim iki gün. Daha sonra söyleşi yaptığım İngiliz insan hakları savunucusu Margaret Owen, bu duruşmalardan bir opera yapılabileceğini söyledi. Selahattin Demirtaş’ın solist gibi savunmasını yaptığı ve çok sayıda avukatın bir koro gibi bu soloları desteklediği bir opera. Günümüzde opera yeteri kadar modernize oldu mu?
Günümüzde opera rejisörleri son derece modern çalışmalara imza atıyor. Tabii bunlar klasik yapıtların yeni sahnelemeleri için yapılan çalışmalar. Örneğin Alman yönetmen Claus Guth’un geçen yıl Paris Operası için tasarladığı Puccini’nin ‘LaBoheme’ rejisi bir uzay gemisinde geçiyordu. Günümüzde bestelenecek bir operanın libretto seçimi için güncel bir olay kadar,tarihi bir yapıttan da esinlenilebilir.
İstanbul Filarmoni Derneği’ndeki çalışmalarınız ne durumda, neler yapıyorsunuz?
İstanbul Filarmoni Derneği 1945 yılında Cemal Reşit Rey’in öncülüğünde kurulup,İstanbul’un ve Türkiye’nin müzik yaşamına önemli katkılar sağlamış bir dernek. Ne yazık ki son yıllarda yenilenmekte, çağa ayak uydurmakta biraz geri kalmış ve unutulmuştu. 2016 yılından beri faaliyetlerine yeniden başladı.Ben de 2018’den beri derneğin yönetim kurulu üyesiyim. 2018 Kasım’ında, dernek bünyesinde yeni oluşturduğumuz “Genç Müzisyenleri Destekleme Fonu” yararına bir gala konser düzenledik Gülsin Onay, Cihat Aşkın, Bülent Evcil, Çağ Erçağ gibi sanatçıların katılımıyla.Elde ettiğimiz geliri klasik müzik eğitimi alan gençler için harcayacağız. Her ay Galatasaray Aynalı Geçit ve All Saints Moda Kilisesi’nde konserlerimiz oluyor cumartesi günleri.Ayrıca 2019 Mart’ında ulusal düzeyde “Faruk Erengül Piyano Yarışması” düzenliyoruz. Jüri başkanı İdil Biret. Derneğin etkinlikleriyle ilgili en güncel bilgilere www.istanbulfilarmoni.org adresinden ulaşılabilir. Sosyal medya hesaplarımız da takip edilebilir.
Flüt sizin için ne ifade eder?
Ben ortaokulda başladığım flüt derslerini, liseden sonra konservatuvara girerek devam ettirdim ve yaşamımı İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nda flüt çalarak kazandım. Yirmi yılı aşkın süredir müzik tarihiyle ilgilenmek, müzik üzerine yazmak ve düşünmek daha çok ilgimi çekiyor. Orkestradan ayrıldığımdan beri (üç yıldan fazla bir süre) bir gün bile flütü elime almadım, eksikliğini hissetmedim. Ama müziksiz bir anım geçmiyor denebilir. Müzik dinlemediğim gün yok. Kısacası flüt çalmak beni müziğe bağlayan, yeri doldurulamaz bir şey değilmiş. Müziksiz bir yaşam düşünemiyorum ama flüt olmadan da oluyormuş