Bütün hile ve hurdaya, manipülasyona, tutuklama, sindirme, siyasi soykırım operasyonlarına rağmen bu halk iradesine sahip çıkmaktan vazgeçmiyor. Bedeli ne olursa olsun bu iradeyi savunuyor, arkasında duruyor. 31 Mart yerel seçimleri ırkçı faşist devlet sisteminin Kürtlerin iradesi karşısında çöktüğünü gösterirken muhalefete de Kürtler olmadan iktidarı değiştirebilecek etkili bir muhalefet kurmanın mümkün olmayacağını gösteriyor. Kürtler için asıl mesele şimdi başlıyor.
Kürt özgürlük mücadelesinin dünya devrim ve mücadele deneyimlerinden, Kürt halkının tarih boyunca toprakları üzerinde gelişen egemenlik ve paylaşım savaşlarına karşı verdiği mücadeleden, son elli yılda geliştirdiği büyük mücadelesinden deneyimlediği ve öğrendikleri üzerinden ulaştığı paradigmal hattın, en çok karşısında konumlandığı olgunun devlet ve iktidar olduğu net bir çizgiye ulaşmıştır. Diğer tüm karşı durulan ve mücadele edilen ideolojik yapıların, kurumların, sistemlerin özü itibariyle şekil aldıkları yer devlet ve iktidardır. Kapitalizm de, modernizm de, liberalizm de, faşizm de devlet ve iktidar eksenli dünyayı yönetme paradigmasına bağlı ortaya çıkan ve insanlığın başına musallat olmuş hastalıklardır. Yaşamın sürdürülmesi, örgütlenmesi, ortaya çıkan sorunların çözülmesinde devlet ve iktidarı çözüm olarak gören algı kendini kapitalizm karşıtı yerde konumlandıran ideolojik yapılar ve örgütler dahi bugün neredeyse dünyada tüm toplumları etkisi altına alan kültürel bir iklim yaratmıştır. Sorunların çözümünün devlet ve iktidar aygıtına sahip olmadan çözülmesi mümkün görülmemektedir. Bu egemenlikçi yapının, toplumsal algıda gerçekleştirdiği büyük kültürel soykırımın neticesidir.
Bugün Kürt özgürlük mücadelesinin karşı karşıya kaldığı, en büyük savaşını vermek zorunda olduğu yer tam da bu sorunların çözümünü devlet ve iktidar odaklı gören kültürel iklimdir. Dikey, hiyerarşik bir yönetme otoritesi olmadan sorunlara çözüm bulunamamakta, dikey örgütlenme ve yönetim modelinin kendisinin sorunları çözmek bir yana, sorunların bizzat kaynağı olduğu görülememektedir. Komünal demokratik belediyecilik meselesi tam da buradan okunması gereken bir meseledir. Devlet ve iktidar karşıtlığı üzerinden kurulan, halkın demokratik özyönetimini esas alan bir siyasi mücadelenin sonunda kazanılmış olan yerel yönetim alanlarında geçmiş dönem belediyeciliğinin neredeyse tüm pratiklerinin devletçi, iktidarcı yöntem ve araçları kullanıyor olması buraları halkın, toplumun kendini yönettiği, sorunlarına çözüm bulduğu yerler olmanın çok uzağında tutmuştur. İktidarcı kültürün ne menem bir şey olduğu, ne tür sorunlar ürettiği, toplumu nasıl demokratik özyönetim kültüründen uzaklaştırdığı, bilince çıkarılmadan, halkın bu yönde bu kurumları sahiplenmesi yaşanmadan yerel yönetim alanlarının demokrasiye hizmet etmesi, halkın sorunlarına çözüm olması bir yana, bizatihi sorununun kendisine kaynaklık teşkil edecektir. Özyönetimsel demokratik kültürün kendi içinde günlük yaşamda bir takım sembolik göstergeleri olduğu gibi, iktidarın da bu anlamda sembolik göstergeleri vardır. Bugüne kadarki yerel yönetim deneyiminde iktidar odaklı anti demokratik yönetim biçiminin ne tür sorunlar ürettiğinin bilince çıkarılması, muhasebesinin, tartışmasının yapılması hayati öneme sahiptir. Aday belirleme sürecinde eşbaşkanlık gibi paradigmal kırmızı çizginin tartışmaya açılması ne tür tuzak ve tehlikelerle karşı karşıya olunduğunun bariz bir nişanesidir.
Kültürel soykırım, bilinci tahrip ederek, bilincin sahibini kendine ve toplumuna karşı bir duruşun ve yaşamın sahibi durumuna getirir. İktidar ve güç tapınıcısının bizleri ne kadar teslim aldığını anlamak için gündelik ilişkilerimize, pratiklerimize bakmak yeterli olacaktır. İktidar ve faşizm gündeliğin küçük ayrıntılarında gizlidir. İlişkilerimizde, siyasetimizde, yol ve yöntemlerimizde, kendi içimizde saklı iktidarla yüzleşmeden büyük iktidarla hesaplaşılamaz. Kent yaşamının düzenlenmesinde, halkın kullanımına sunulmasında, sorunların tespiti ve çözümünde üstenci olmayan, katılımcı demokratik bir belediyecilik anlayışı esas alınmalıdır. Bütün aksaklık ve yanlışlıklara rağmen aday belirleme sürecinin halkın katılımıyla gerçekleşmiş olması, halk iradesinin belirleyici olması, bugünkü görkemli sonucu ortaya çıkarmada önemli bir paya sahiptir.