14 Mayıs seçimlerinin Türkiye’nin yeni yüzyılında rotasını belirleyecek tarihi bir dönemeç olduğunu söylemek abartılı bir iddia olmaz sanırım. Bu dönemecin bir tarafında yüzyıllık cumhuriyetin, halkları birbirine düşmanlaştıran, ayrıştıran kodları üzerine AKP’nin inşa ettiği otokratik düzenin kurumsallaşıp ülkenin faşizmin karanlığına tamamen teslim edilmesi varken diğer tarafında ise toplumsal barışın sağlandığı, evrensel hukukun esas alındığı bir düzende özgürlüğün aydınlattığı demokratik bir cumhuriyet tasavvuru vardır.
Seçimlere üç hafta gibi kısa bir süre kala Demokratik Cumhuriyet umudu giderek güçleniyor. Özellikle Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz günlerde “Kürtler” ve “Alevi” adıyla paylaştığı iki videonun bunda önemli payı var. 17 Nisan’da paylaşılan “Kürtler” videosu 1.35 dakika, 19 Nisan’da paylaşılan “Alevi” videosu ise 3 dakika. Türkiye öyle bir çıkmazın içine sokulmuş, öyle bir karamsarlığa boğulmuştur ki sosyal medya üzerinden hepi topu 4.35 dakika içinde verilen mesajlar, halkın büyük çoğunluğunun yarasına dokunuyor ve umutları canlandırmaya yetiyor.
Birkaç dakikalık videoda toplumda özgür bir gelecek umudunu yeşertecek nasıl bir mesaj verilmiş olabilir?
“Kürtler” videosunda Kılıçdaroğlu, iktidarın Kürtleri terörist olarak göstermesini eleştiriyor ve halkların kardeşliği vurgusu yapıyor. “Alevi” videosunda ise gençlere seslenen Kılıçdaroğlu, Alevi kimliğini vurgulayarak eşit yurttaşlığı savunuyor; onlara kimliklerini seçemeyeceklerini ama “dürüst, ahlaklı, vicdanlı, erdemli ve adil bir insan olmayı seçerek, daha özgür bir ülkede yaşayabileceklerini” söylüyor. Bu iki kısa videonun işaret ettiği ortak fikir, halklar arasında yaratılmış olan ve yeri geldikçe ateşi harlanan düşmanlıkların, ötekileştirmenin sona erdirilmesi yani “toplumsal barış”tır.
Türkiye’de “halkları birbirine karşı düşmanlaştırarak yaratılan ayrımcılık üzerinden ülkeyi idare etmek” İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet’e miras kalmış ve yüzyıldır değişmeyen devlet politikası haline gelmiştir. Ancak daha önce 2013 Newrozu’nda Öcalan’ın -çözüm sürecini de başlatan- mektubu okunduğunda olduğu gibi 13. Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun kısa mesajları da tüm düşmanlaştırma siyasetine rağmen halkların -sadece Kürtlerin ve Alevilerin değil Türklerin ve Sünnilerin de- yeşeren umudunu, barışa duyduğu özlemi bir kez daha göstermiştir. Bu ülkede ırkçı, şoven ve savaşlardan beslenen küçük bir azınlık dışında kimse Maraş’ta, Sivas’ta, Roboski’de, Suruç’ta, 10 Ekim’de Ankara Gar Meydanı’nda yaşanan katliamların tekrarlanmasını istemiyor.
Kılıçdaroğlu’nun toplumsal barışın önünü açacak mesajlarının heyecan yaratması, sadece cumhurbaşkanı adayı olmasından kaynaklanmıyor. Kılıçdaroğlu, Cumhuriyetin kurucu partisi olan ve bugüne kadar ne pahasına olursa olsun devletin ve onun resmi ideolojisinin arkasında duran CHP’nin genel başkanı olarak Cumhuriyet’in yüzyıllık müesses nizamına karşı “cesaretle” demokrasiyi, barışı ve insani değerleri savunuyor. Bugüne kadar toplumsal barışın önünde engel oluşturan CHP’nin yüzyıldır savunduğu paradigmayı ters yüz ettiğine işaret eden bu yaklaşım, halkları da umutlandırıyor dolayısıyla.
Unutmamak gerekir ki Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’yi barışın toplumsallaşması için adım atacak bir paradigma değişimine iten; Alevilerin, -birilerinin “dekorasyon” olarak gördüğü- sosyalistlerin ve elbette Kürt halkının her türlü provokasyona, baskıya, şiddete rağmen inatla sürdürdüğü ve uğruna büyük bedeller ödediği “eşitlik, özgürlük mücadelesi”dir. Bu adımların nihayete ermesi ve daha önce yaşanan hayal kırıklıklarının tekrarlanmaması için mücadele kesintisiz olarak sürmelidir. Bunun için de Emek ve Demokrasi İttifakı’nın yaşamın her alanında olduğu gibi parlamentoda da en güçlü biçimde yer alması gerekir.
Kısacası, 14 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçilerek toplumsal barış umudu yeşertilirken, Yeşil Sol Parti’nin parlamentoya olabildiğince güçlü biçimde girmesi sağlanarak barış ve demokrasi mücadelesi diri tutulmalıdır.