Kenan Kırkaya
Türkiye’de şimdiye kadar çok sayıda parti kapatıldı, moda deyimle ülke “partiler mezarlığına” döndü ancak ilk kez iktidar partilerinin açıktan bir muhalif parti hakkında kapatma davası açtığına tanıklık ediyoruz. AKP-MHP’nin ısrarı ve kampanyası sonucu HDP hakkında hazırlanan ikinci “iddianame” de AYM’ye sunuldu. Ortada hukuki bir metin yok, siyaseten HDP’yi tasfiye girişimi ve bunun için uydurulmuş suçlamalar var.
Gittikçe iktidarın denetimi ve baskısı altına giren AYM bile ilk iddianameyi geri çevirirken bu gerçeği bütün dünyaya ilan etmişti. Henüz ikinci iddianamenin içeriğini bilmiyoruz ama eğer doğaüstü güçleri yoksa bu kadar kısa sürede Yargıtay’ın ilk metni “iddianameye” dönüştürmüş olması imkansız. Zaten böyle bir dertleri de yok. Ne iddianame Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlandı ne de karar AYM tarafından verilecek. İddianameyi hazırlayan da, kararı veren de iktidar ortaklarının genel merkezleridir.
7 Haziran seçimlerinden bugüne kadar kesintisiz bir tasfiye konsepti devreye koydular ve şimdi Kobanî Kumpas Davası ve HDP’yi kapatma davasıyla bu tasfiyeyi nihayete erdirmek istiyorlar. Burada mesele asla tek başına HDP değil, demokratik siyaset alanının tümüyle tasfiye edilmesidir. HDP iktidar politikalarının önündeki temel engeldir, toplumsal muhalefetin en dinamik ve sistemi dönüşüme uğratacak yegane gücüdür. Ancak iktidar, HDP şahsında demokratik siyaseti bütünüyle tasfiye ederek, bundan sonra karşısında engel gördüğü bütün muhalif partileri benzer yöntemlerle susturmanın yollarını da açmış olacak. Bu açıdan HDP’ye açılan kapatma davası demokrasiyi kapatma davasıdır, yaşanabilir bir ülkenin kapısına kilit vurma davasıdır.
İktidar ve yandaşlarının bu konuda tavrı net; “HDP kapatılsın, demokratik siyaset tasfiye edilsin, biz istediğimiz gibi suçlular ittifakımızı sürdürelim” diyorlar. Çetelerle, mafyayla, kirli yapılarla ilişkileri açığa çıkan çevreler yeniden başladılar “mesafe” zırvalarına. Mesafe dedikleri HDP’nin Kürt halkının temel haklarıyla, eşitlik, özgürlük talepleriyle, toplum adına siyaset üretmeyle arasına mesafe koymasıdır. HDP’nin kendilerine benzemesi hatta kendilerine hizmet etmesidir. Aksine mesele şiddet olsaydı her türlü cinayeti ve suçu işleyen çetelerle bir elmanın iki yarısı haline gelenler “mesafe” demeye utanırdı.
Davanın zamanlamasına ilişkin yürütülen tartışmalarda da ciddi bir çarpıtma hali var. Bazı çevreler davanın 14 Haziran’da Biden ve Erdoğan görüşmesine etkilerini tartışmaya çalışıyor. Kendilerince Biden’ı, “dış mihraklar” dedikleri kesimleri içerideki muhalefetle ortak bir blok şeklinde gösterme hinliğine soyunuyorlar. Kimse de çıkıp “yahu bu söylediğiniz seçmen iradesine yönelik müdahalenin uluslararası ilişkilerde pazarlık haline getirilmesidir” demiyor. Biden’la pazarlık kozu haline getirdikleri halk iradesini içeride de ganimet olarak görüyorlar. HDP’nin kapatılmasından hangi partinin, hangi çevrenin ne kazanacağı, kime ne kadar pay düşeceğini hiçbir ahlaki sınır tanımadan tartışmaya başladılar. Hatta HDP seçmeninin partisini kapatan, 5 yıldır kendisine her türlü hakareti ve saldırıyı yapan iktidara oy vereceğini düşünen ve Kürt halkının “Stockholm Sendromuna” kapılabileceğini düşünen zavallılar bile var.
14 Haziran’ı boşverin, davanın adrese teslim mesajını taşıyan tarih 7 Haziran’dır. Zaten Erdoğan da bunu gizlemiyor. Yaptığı son grup toplantısında “Türkiye 2013’teki Gezi olaylarıyla başlayan karanlık senaryonun ikinci veçhilesiyle 7 Haziran’da karşılaşmıştır. Eski Türkiye özlemlerinin tekrar canlandırılmaya çalışıldığı 7 Haziran 2015 seçimlerinin asla unutulmaması gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu. AKP ne kendisine iktidarı kaybettiren 7 Haziran’ı unuttu, ne de toplumsal itiraz olan Gezi’yi. Şimdi ikisinin de rövanşını alıyor hem de araçsallaştırdığı yargı eliyle. Ama Türkiye halkları da Gezi’de yaratılan itirazla 7 Haziran’da ortaya çıkan demokratik bir ülke seçeneğini asla unutmayacak.