Bu yıl Cumhuriyetin 100. yıldönümü. Cumhuriyet, Kemalistlerin söylediğinin aksine hiçbir zaman kimsesizlerin kimsesi olmadı. Maalesef ki Cumhuriyeti ve kuruluş ideolojisini eleştirenler her zaman baskı altında oldular, cezaevine girdiler hatta zamanında idam edildiler. Cumhuriyeti kuran kadrolara baktığımızda, tamamen 1915 Ermeni soykırımını gerçekleştiren İttihatçı kadroların olduğunu görürüz yani Cumhuriyet, aslında İttihatçılığı resmi ideoloji olarak kabul etti. Biz resmi ideolojiyi eleştirirken hep şunu söylüyoruz; resmi ideoloji, tek bir kimliği kabul etti, tek bir kimliği var saydı.
Neydi bu kimlik? Türk ve Sünni Müslüman kimliği.
Oysa coğrafyamızda çok çeşitli etnik kimlikler, inanç kimlikleri yaşamakta. Ama bunların hepsi Cumhuriyet ile birlikte yok sayıldı, Türklük potası içinde eritilmek istendi. Biz bu 100 yıl içinde, birbirine düşman olarak gösterilen, aslında tam da kardeş olan tam da resmi ideolojinin tüm kırmızı çizgilerinde farklılıkları olmayan, Kemalistler ve İslamcılar arasına sıkıştırıldık.
Bugün baktığımızda bu resmi ideolojinin iki tarafını oluşturan kesimler arasında Kürt sorunu, Ermeni soykırımı ya da Kıbrıs’taki askeri varlık gibi temel konularda bir farklılık olduğunu görüyor muyuz? Hayır. O nedenle de Cumhuriyet’in özeti aslında budur. Bu iki kimlik arasına, Türklük ve İslamcılık arasına sıkıştırılan toplum aradan hiçbir zaman bir çıkış yolu bulamadı, hiçbir zaman üçüncü bir yolun güçlenmesine izin verilmedi, resmi ideoloji tartışması hiçbir zaman yapılmadı. Bu sadece iktidar olan siyasi partiler açısından değil, Türkiye’de solcuların da çok büyük bir kısmı bu Cumhuriyetin temelinde var olan acıyı, tartışmaya açmadılar. Örneğin Ermeni soykırımı. Bugüne kadar sosyalist çevrelerde bile tam anlamıyla tartışılmadı. Bu durum aslında Türkiye’de kendilerini sağcı ya da solcu olarak tanımlayanların da -istisnalar dışında- aynı kaynaktan beslendiklerini ortaya koyuyor. Mesela sosyalistlere bakalım. Bugün bütün Kemalistler hatta Kemalist olmayan kesimler bile Deniz Gezmiş’e ve onun gibi mücadele etmiş birçok devrimciye sahip çıkarlar. Kemalizm adına sahip çıkarlar. Ama örneğin İbrahim Kaypakkaya’yı hiçbir programda göremezsiniz, onun adını hiçbir yerde anmazlar. Çünkü İbrahim Kaypakkaya açıkça Kemalizmi eleştirmiştir.
Bu yazının yazıldığı gün 22 Ekim Lice katliamının yaşandığı gün. Kürtler ve bir kısım sosyalistler dışında mesela bu coğrafyada bunu hatırlayan var mı? Hiç kimse hatırlamadı.
Örneğin hiç kimse 22 Ekim 1993’te Lice’de uygulanan militarist politikaları tartışmadı, orada ölen çocukları konuşmadı ya da Dersim soykırımını hiç konuşmadılar.
Bugün haklı olarak Filistin’de yaşananlara üzülenler, oradaki bombalara karşı çıkanlar, çocuk ölümlerine yüksek sesle hayır diyenler son derece haklı bu taleplerini bugün Rojava için gösterebiliyor mu? Dün Dersim için göstermediler, Lice için göstermediler bugün de Rojava için göstermiyorlar.
Cumhuriyeti hiç tartışmasız savunanlar, Şark Islahat Planı’nı tartıştılar mı? Kürt sorununda yaşadığımız tüm çözümsüzlüklerin temelini oluşturan Şark Islahat Planı’nı, kendisine solcuyum diyen hangi çevre yeterince tartıştı?
O nedenle aslında bence bu 100. yılda yapılması gereken şu. Biz ne kadar devlete benziyoruz, biz ne kadar resmi ideolojiyi içselleştirdik? Bu tartışmanın mutlaka yapılması gerekiyor. Bazı kesimler bu tartışmayı yaparsa eğer, işte o zaman, bugün içinde bulunduğumuz durumun, bütün sorunların kaynağının da ne olduğunu anlayabiliriz.