Ragıp Zarakolu
Stockholm. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana Kürt gerçekliği ile boğuşuyor. Bu Cumhuriyet, kendisini oluşturan Meclis’i hiçe sayarak, adeta bir darbe gibi ilan edildi.
Ve darbeler sarmalı bugüne kadar geldi. Şimdi birileri parlamenter sistemi sonlandırıp, Başkanlık sistemini kurmakla öğünüyor ama Başkanlık sistemi, tam da 29 Ekim 1923 tarihinde oluştu.
Meclis’in temeli, yazılmamış bir Türk/Kürt sözleşmesi oluşturuyordu. Ve özerklik açık biçimde dile getirildi. Kürtlerin iknasında “Ermeni tehdidi” unsuru başarıyla kullanıldı.
Emperyalizme karşı savaş efsaneleri oluşturuldu ama, ama gerçek savaş aynı coğrafyanın tapusunda hissesi olan Rumlara ve Ermenilere karşı yürütüldü.
Emperyalizm ile uzlaşmanın kapısı hep açık tutuldu. Sovyet Devrimi’nin yarattığı yeni uluslararası durumdan yararlanıldı.
Lozan’da, İsmet Paşa aynı zamanda Kürtlerin temsilciliğine soyundu.
Ve Osmanlı coğrafyasının, kendilerinin Misak-ı Milli’deki tasarımına yakın bir bölümü, Ankara Hükümeti’ne devlet-i muazzama tarafından teslim olundu.
Belki bunu kendileri bile umut etmiyordu. Bunu başardıklarına kendileri bile inanamadı.
Başkanlık sisteminde Kürtlerin hiç mi temsiliyeti yoktu? Elbette vardı. Ama bu koşulsuz biat ve kimlik inkarı üzerine oturuyordu.
2. Dünya Savaşı sonrasının koşullarında Türkiye demokrasisi, topal doğdu. Kürt ayağı ve sol ayağı olmadan. Ve Batı da bunu yedi.
Zaten, Lozan’da Kürt soykırımı ile daha da büyüyen Kürdistan’ın en büyük parç asının büyük devletler tarafından TC’ne teslimi, bir bakıma hem Kürtlerin hem de Türklerin bir anlamda cezalandırılması idi.
Bu coğrafya 1915’ten bu yana gerçek anlamda barış ve huzura ulaşmadı. Ve gerçek bir demokrasi de asla kurulamadı, kısa süren bahar havaları yaşandı sadece.
İngiliz emperyalizmi çekildiği her yörede, ardında bitmek bilmeyen çatışmaları miras bıraktı. Filistin/İsrail, Kıbrıs, Pakistan/Hindistan/Banladeş, vd. Bizim payımıza da Kürt sorunu düştü. Bunu çözmek, Ermeni sorununu çözmek gibi kolay değildi. Kırım zamana yayıldı, aynı zamanda beyaz soykırım, yani dilkırım, asimilasyon olarak.
1980 darbesi bir solkırım projesi idi, bütün baskılara karşı 1970’lerde yükselen Türkiye soluna karşı.
Türkiye solu bir daha asla toparlanamadı ama, Kürt solu toparlandı ve 1984’deki ilk kurşundan bu yana bir direniş sürdürüyor.
Kızıldere ruhu, parti/cephe fikriyatı orada tabahur etti.
Kürt özgürlük arayışının öncülüğünü Karkeran bir partinin üstlenmesinin, ilerde birlikte yaşama şansı açısından ne kadar önemli şans sunduğu görülmek zorunda.
Bu aynı zamanda Türkiye’de gerçek bir demokrasinin kurulmasının umudu…
Kürtler Türkiye’de demokrasinin kilidi. Bu 2015 seçimleri ile bir kez daha doğrulandı.
2015 seçimleri ile sadece Kürt temsilcileri değil, Türkiye solunun temsilcileri de Meclis’e girdi.
Bu aslında hem demokrasi hem barış açısından büyük bir şanstı.
Kürt solunun, Kürt hak taleplerinin öncülüğünü yüklenmiş olması aslında büyük bir şans.
Ben de bir Marksist olarak, bir insan hakları savunucusu olarak, kendi kaderini tayin hakkına inanıyorum. Ve kendi kaderini tayin hakkı sadece ayrılma hakkı değil, aynı zamanda birlikte yaşama olasılığının da temeli.
Sovyet Devrimi’nin önemli ilkelerinden biri olan kendi kaderini tayin hakkı, Sovyetler Birliği’nin uzun dönemde ayakta kalmasını sağladığı gibi, anayasal bir hak olarak barış içinde, kimsenin burnu kanamadan ayrılmasını da mümkün kıldı. Bu ülke olmasa Türki Cumhuriyetler olabilir miydi?
Ama eşit, onurlu bir barış içinde yaşamanın temeli. Bunu sağlamak, aynı zamanda tüm coğrafya için bir model oluşturabilirdi.
Bugün Irak “demokrasisi”, Türkiye “demokrasisi”nden maalesef çok daha ileri bir konumda. Sadece federal bir sistem oluşmadı, Kürt bölgesinin aynı zamanda Irak siyasetinin bir parçası olması sağlanabildi. Hatta Talabani gibi bir Cumhurbaşkanı çıkarılabildi.
Suriye’de bir umut projesi üretilebildi ağır koşullar altında, sadece Kürtleri kapsamayan geniş katılımlı bir öz yönetim .
2015 yılında yöresel özerklik ilanı bazılarınca zamansız bulundu. Ama sistemi test etmenin tam zamanıydı.
TC’nin başbakanı, uzlaşmada önemli bir noktaya gelinmesine evet dedi. Ama birisi, masayı devirdi. Başbakanın işine de son verdi.
Acaba Çankaya’da kimlerin ruhu tabahhur etmişti? Öyle ya daha Saray’a henüz geçilmemişti sanırım.
Muhtemelen, önümüzdeki seçimlerde, büyükşehir belediye başkanları gibi, Başkanlık da CHP’ye geçecek.
Bu mümkün. Çankaya ruhu onlarda da tabahhur ettiği için. Ama gerçek demokrasi asla gelemeyecek.
Çünkü demokrasinin kilidi Kürtlerde.
1960’dan bu yana bu gerçeklikten kaçılıyor. Ve bedeli sadece Kürt halkı değil, Türk halkı da ödüyor. Bir yurttaş değil, tebaa konumunda kalarak.