Sayın Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak adlı kitabında “Eylemsiz demokrasi sessiz insan gibidir. Eylem demokrasinin dilidir” der. Bu tespit faşizmin etkisi altında siyasal ve bürokratik şekillenmesini hızla sürdüren AKPMHP rejiminin, Türkiye’yi içine soktukları karanlık tabloyu da oldukça aydınlatan bir değerlendirme olmaktadır. Bu tespitin 20 yıldır İmralı’da esir tutulan ve kendisine yaklaşımın her zaman demokrasiye yaklaşım olarak okumamız gereken Sayın Abdullah Öcalan’ın yapması ise daha da anlam verilmesi gereken bir noktadır.
Demokrasi ve özgürlük havarisi olarak siyaset sahnesine giren AKP’yi iktidara taşıyan en önemli söylem vesayete karşı mücadele yürüttüğü iddiasıydı. Kendi demokrasi tanımını ise muhafazakâr-demokratlık üzerinden somutlaştırması liberalleri aldatmaya yettiyse de özellikle Kürtler bu ifadeye hep mesafeli durdu. Çünkü Türkiye’de demokrasinin ölçüsü sadece söylem değildir. Söylemden daha somut olan ve hayata geçen haliyle pratiktir. Kürtler, cumhuriyet sonrası Türk devlet aklının uygulamaya koyduğu Kürt karşıtı politikalar ile varlığının inkârını ve katliamı somut olarak deneyimlemiş ve sonuçlarını görmüştü. Kürtlerin AKP şefi Erdoğan’a ve söylemlerine karşı içine girdiği bu temkinli yaklaşım farklı çevrelerce eleştirildi. Ama bugün faşizmin uygulama alanı haline gelmiş olan Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal gerçeklik, Kürt halkının ve onun örgütlü gücünün temkinli yaklaşımının ne kadar doğru olduğunu ortaya koymaktadır.
Kürtleri verdikleri demokrasi ve özgürlük mücadelesinden alıkoyma ve mücadelelerinin yarattığı kazanımları tasfiye etme bu rejimin en temel amacı oldu. Bu amaç sadece Kürtlerin mücadelesini hedeflemedi elbette. Demokrasi ve özgürlük amacı olan, AKP’nin siyasal varlığını zorlayan, alternatif olma iddiasını taşıyan her türlü güce karşı bir tasfiye ve yok etme politikası yürütmektedir. MHP’yi de yanına alarak içine girdiği bu faşizm sürecini kendi varlığını sürdürmenin en önemli teminatı olarak görmektedir. Bu ittifak ise Türkiye siyasetine sorun üretmekten, ürettiği sorunları da savaşlarla derinleştirmekten başka bir sonuç yaratmamıştır. Türkiye’de başta Kürt halkı olmak üzere tüm halkların, inançların ve toplumsal mücadele güçlerinin AKP-MHP ittifakının tasfiye politikalarıyla yüz yüze kaldığını biliyoruz. Bu gerçeklik aslında demokrasinin tasfiyesi, demokrasinin dilinin koparılmasını ifade etmektedir. Toplumun, demokratik ve özgürlük ölçüleriyle yaşamasına bir müdahale anlamına gelmektedir. Bu nedenle faşizmin kendini yaşatması için toplumu dilsizleştirmeye, baskı ve zor aygıtlarıyla toplumu hiçleştirmeye ihtiyacı vardır.
Demokrasi mücadelesinin bu kadar saldırı altında olduğu, toplumun bu saldırılarla adeta kör, sağır hale getirilmek istendiği bir dönemde Sayın Leyla Güven’in öncülük ettiği açlık grevi direnişi, demokrasiyi kendi tavrında ve tutumunda dillendirmek, onu anlamlı bir ifadeye kavuşturmak oluyor. Bu yönüyle direnişçilerin ve toplumsal mücadeleye öncülük yapan direniş odaklarının, toplumu savunma mekanizmalarını canlı tuttuğunu, demokrasi ve özgürlük mücadelesini insan olmanın ve insanlık onurunu korumanın bir gereği olarak her türlü bedeli de göze alarak geliştirdiklerini bir kez daha gördük. Bu direniş süreci faşizmin toplumu dilsizleştirmeye çalıştığı bir süreçte demokratik var olmanın en somut ifadesi olmuştur. Elbette demokrasinin dili olma sürecinin merkezinde Öcalan’a uygulanan tecridin kırılmasının amaçlandığını gözden kaçırmamak gerekmektedir. Özellikle Türkiye’nin faşizm ile yönetilmeye çalışıldığı bu süreçte, Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü merkezine alan bu tutum, aynı zamanda Türkiye’de faşizmin yol açtığı her türden saldırıyı püskürtmenin de en temel yolunu bizlere göstermektedir. Faşizm Kürt inkârı ile demokrasiyi ve demokrasinin anlamını ortadan kaldırmaya çalıştı. Cumhuriyet tarihini incelediğimizde her faşist uygulamanın istisnasız Kürt düşmanlığı üzerinden geliştirildiğini biliyoruz. Bugün de mevcut rejimin Türkiye toplumuna daha fazla savaştan başka bir vaadi yoktur. Yerel seçim hazırlıklarının yapıldığı bugünlerde de AKPMHP ittifakının tüm yatırımını Rojava’yı işgale yaptığını görüyoruz. Bu tutum bile demokrasi güçlerinin direnişten başka bir seçeneğinin olmadığını göstermektedir. Bu anlamda Öcalan’ın üzerindeki tecridin parçalanması direnişi, toplumun faşizme karşı demokrasi mücadelesini ifade etmektedir. Zindanlardan başlayan ve dünyanın birçok kentine yayılan bu direniş; dili, kültürü, varlığı, anlamı inkâr edilen her halkın ve inancın özgürlük bayrağı olduğu gibi,demokrasinin de en temel ölçüsü olmaktadır. Halkların ortak ve özgür yaşamını savaşlarla zehirlemeye çalışan bu rejime karşı, Sayın Öcalan’ın özgürlüğü ile demokrasiyi dillendirmenin, kendimizi eylemsel kılarak ifade etmenin zamanıdır. Sayın Leyla Güven bu demokrasinin diliyle konuşmaya başlamıştır. Bu dilin özgürce konuşulması ise İmralı sistemini parçalamayı gerektirmektedir.