İnsan bir yaşama dönük doğar. Başlangıçta doğum içinde bulunduğu insan kümesiyle sınırlıdır. Bu küme ilk çocukluk anının kişilik oluşumunu şekillendirir. Yani çocuk doğumunu çevresi ile bağımlılık içinde hayata adım atar. Dolayısıyla zihinsel, kültürel olarak da bu çevre tarafından çocuğa içerik ve şekil kazandırır, kimlik edindirir. Çocuğun ilk yaşam mekânı oluyor bu. Yaşam temellerinin atıldığı ortam budur.
Kimliğin başta doğrultusu olmak üzere duygusal dünyasının da temellendiği bu ilk evre, sonraki süreçlerde de etkisini sürdürecek ve davranışlarda, reflekslerde önemli oranda etkisini devam ettirir.
Doğduğu ortamın özgürlük istemi ve düzeyiyle irade keskinliği veya iradesizliğini belirleyen durumun doğum ortamıyla doğrudan ilişkisi vardır. Azimli mi, coşkulu mu, azimsiz mi, coşkusuz mu gibi çoklu soruların cevapları önemli oranda doğulan koşullar içinde içerik kazanır. Çocuk çözüm odaklı mı veya çözümsüz odaklı mı düşünür ve harekete geçer gibi hayatı suallerin cevapları doğumla birlikte insanın zihnine düşer. Sonraki zamanlar onlardan olumsuz olanları asgariye indirmek için vereceği mücadeleye bağlı olarak gerçekleşecektir.
Kuşkusuz çocuğun olumsuz duruşlarını aşmak içinde, içine gireceği yeni çevrelerin özellikleriyle de ilişki vardır. Çevre çözüm odaklı düşünen, yapan ise teşvik olur, değilse kişiyi daha da olumsuz durumlara sürükler. Ancak kişinin azmi her koşul altında belirleyici rol oynayacaktır. Yalnız doğulan ortam sındırılmış, bastırılmış bir çevre ise bu tür ortamda azimli, iradeli kişiliklerin şekillenmesi istisnayı olmaktadır. Daha çok bastırılmış, silik, edilgen, şikâyetçi, iradesiz ve çözümsüz kişiliklerin şekillenmesi gerçekleşir. Hemen her tür sorunun çözümünü başkasından bekler, kendisi çözmek için adım atmaya cesaret edemez. Buradaki cesaret fiziksel güç veya güçsüzlük değildir. Tamamen manevi güçlülük ya da güçsüzlükle ilgilidir.
çsüzlükle ilgilidir. İnsan düşünür, tasarlar, planlar ve ona göre iş yapar. Kapasite olarak her insanda bu vardır. Yani insanlar zeki olanlar ile olmayanlar gibi tasnif edilemez. Teorik olarak her insan aynı zekâ kapasitesine sahiptir. Bu tasnifi yapan ve ayıran iktidar ve devlet zihniyetidir. Çünkü bununla varlığının gerekli olduğunu, ona meşruiyet devşirmek için yapar.
Kurulan devletçi sistemin asıl gayesinde tasnif etme, sınıflara bölme ve onlara meşruiyet kazandırma, rıza üretme ve tepesinde kendisini tartışmasız yönetici olarak konumlandırmadır. O yüzden falan kes zeki olduğu için zengin, diğeri geri zekâlı olduğundan fakir ve ‘hamallık’ yapar. Bu tarz şeyleri böyle normalleştirir.
Özgür düşünce, ideoloji ve iradeye sahip olmak öncelikle iktidarın zekâyı tasnif etme ve kategorileşmeyi reddetmekle başlanabilir, başlanmalıdır. Bunun ne anlama geldiğini en iyi Kürtler bilmektedir ve hissetmektedirler. Çünkü aşağı yukarı 50 yıl önce kimliksizleştirilmişlerdi. Kimliklerinden utanılır hale getirilmişlerdi. Kürt demekten utanılırdı. Türk olmak, Türk’e benzemek geçer akçe idi. Silik, edilgen ve iradesiz Kürt kişiliği zemini inşa edilmişti.
Kuşkusuz sömürgeciliğin şekillendirdiği koşulların ürünüydü bu durum. Savaş, katliam, sürgün, asimilasyon gibi çok yönlü ve derinlikli yabancı bir iradenin dayatılması temelinde oluşturuldu. Tarihten silme amaçlıydı bu.
Özgür düşünce, irade bu utanca duyulacak büyün tepki ve öfkenin sonucunda açığa çıktı. Kürdistan’da özgürlüğe uzanmak özünde pısırıklık ve siliklikten çıkış ve irade kazanma anlamına gelmektedir. Çünkü hemen her Kürt korkutulan, ürkütülen ve sindirilmiş ortama gözlerini açıyordu. Kişilikler çözümsüz, iradesiz ve çaresiz haldedirler.
70’lerde küçük bir grup gencin büyük bir dirayetle yolculuğa başlamaları tarihsel önemde olmuştur. Asıl mücadelede kişilikte özgür düşünebilme, irade kazanma ve çözüm odaklı olabilmektir. Yaşanan tüm gelişmeler böyle bir kişiliğin şekillenmesi ve anlam kazanmasıyla gerçekleşmiştir. Bu yeni kişilik ilk sınavını Amed Zindanı’nda verdi ve başardı; direngenliği, cesareti sınandı ve sonucu tayin eden kişilik doğdu. Onlar koşullar zordur, başarılamaz umutsuzluğuna kapılmadılar. Mutlaka başarılacağına olan inançla iradeyi zirveye taşıdılar. Yakınmadılar, şikâyetçi olmadılar, başkalarından beklemediler, çözüm bizde dediler, cesaretle yürüdüler. Kendilerini cesaret kaynağına dönüştürmesini bildiler. Cesaret denince akıllara Kemallerin, Mazlumların gelmesi göstermiş oldukları bu cürettir. Çünkü “yaşamı uğruna ölecek kadar seviyorlardı.”
Bugün yapılan saldırılar Kürt’ü yeniden eski şikâyetçi, umutsuz ve çözümsüz kişilik çukuruna itmek içindir. Ancak bunun olanağı kalmamıştır. İlk yürüyüş bir avuç gençle başladı, ama şimdi milyonlardır. Bunun sonucu er ve geç demokratik ve özgür yaşam halklarla birlikte kurulacaktır.