İzmir’de daha seçimlerden çok önce, Ekim ayında başlayan demokrasi şöleni sürüyor. Mayıs seçimlerinden çıkarılan dersler ışığında ilçelerden başlayarak yapılan halk toplantılarında yerel seçimler için izlenecek yol belirlendi. Devrimci demokrat bütün örgütlerle, kişilerle temaslar yapılarak ortak adaylar etrafında güçlü bir çalışma yürütmenin ve düzen partileri karşısında halkı seçeneksiz bırakmamanın yolları arandı. Çoğunluğu kadın, işçi, köylü, akademisyen, şehir plancısı adaylar belirlendi. Büyükşehir için de titiz bir çalışma yapılarak aday olabilecek, toplumun güven duyacağı isimlerin hemen hepsiyle görüşmeler yapıldı. Ocak ayında da ilçeler ve büyükşehir adayları için ön seçimler yapılarak eşbaşkan adayları belirlendi. Yakında büyük bir halk toplantısıyla DEM Parti İzmir belediye aşbaşkan adayları halka tanıtılacak…
Ne güzel bir hayal değil mi?
DEM Partinin Van’da, Diyarbakır’da başardığı bu örnek demokrasi hamlelerinin İzmir ve batıdaki bütün illerde gerçekleşmesinin önünde ne engel var? Devlet baskısı, Kürdistan’da batıya oranla daha mı az?
Mayıs genel seçimlerinde Emek ve Özgürlük İttifakının oy sayısı Van’da 289.239 (%52) İzmir’de ise 323.720 (%10) Yani İzmir’de (yüzde olarak az olsa da) daha fazla sayıda seçmen Emek ve Özgürlük ittifakına oy vermiş. Bu 323 bin insan az mı? Neden Van’da 13 bin delegeyle yapılan seçimler, İzmir’de hadi 13 bin olmasın da 1000 delegeyle yapılamasın? Hepinizin bildiği gibi yanıt basit; İzmir’in aksine Van’da halkın örgütlü olması bu başarının sırrı…
Peki batıda bu örgütlülük sağlanamaz mı, bir yerlerden başlamak gerekmez mi, bu başlangıç için en elverişli zemin seçimler değil midir?
Belki bu seçimler için çok geç ama “nasıl olsa kazanamayız” mantığıyla, “kazanacak” olan düzen partileriyle pazarlık anlayışını terk etmek bence atılacak ilk adım olmalı. Kazanmak demek, illaki seçimlerde çoğunluğu almak da değil elbet. Belirlenen pırıl pırıl adaylar etrafında, sokak sokak, ev ev yapılacak seçim çalışmalarında, izlenecek demokratik, ekolojik, halk odaklı belediyecilik anlayışının tanıtılması az şey midir? İzmir’in Çeşme ilçesinde, adaylık olmasa da “nasıl bir belediyecilik istiyoruz” başlığıyla yapılan halk toplantısı bile çok yararlıydı örneğin. Bunun bütün batı illerinde, şimdilik az sayıda katılımla da olsa her yerde yapılması mümkündür ve seçimler o zaman örgütlenme yolunda ve bir sonraki seçimler için de büyük yarar sağlar.
AKP-MHP iktidarının hala DEM partiye saldırması da bundandır. DEM Partinin batıda yerel seçimlerde kendi adaylarıyla halkın önüne çıkması aslında başta İstanbul olmak üzere çoğu yerde Cumhur İttifakının aradan sıyrılmasını sağlayabilecekken seçim çalışmalarını olanaksız kılacak şekilde saldırılar eksik olmuyor. İl ilçe yöneticilerine yönelik operasyonlar, sudan bahanelerle hukuksuz tutuklamalar sürüyor. Çünkü bütün düzen partilerinin asıl korktukları demokratik işleyişiyle örnek ve batıda da güçlü bir DEM’dir. Unutulmaması gereken temel bir konu da ülkeye barışı getirecek toplumsal hareket, sadece Kürtlerle değil, bu talebin batıda da yükseltilmesiyle mümkündür.
Üstelik her yerde kendi adaylarımızla seçimlere gidilmesi benim görebildiğim kadarıyla tabanın ortak düşüncesidir. “AKP’ye kaybettirmek” İzmir Büyükşehir adayında örneğini gördüğümüz gibi CHP’nin bile sorunu değilken DEM Parti’nin hareket noktası neden bu olsun?
Bütün bunların ötesinde dünyada örneği az olan DEM gibi bir partinin bence üstlenmesi gereken görevdir bu aynı zamanda. Sol sosyalist bir tek kişiyi bile dışarda bırakmayan, toparlayıcı; halkı çaresiz bırakmayan bir seçim çalışması, pazarlıklarla elde edilecek her şeyin üstünde kazançlar getirecektir. Toparlayıcı olacağız diye milletvekili seçimlerindeki köylü kurnazlıklarına boyun eğmeyi kastetmiyorum elbet. Dersim’de tekrar karşımıza çıkan, EMEP ve TİP’in başını çektiği ve kısa vadeli “kazanç” peşinde, büyük resmi her zaman ıskalayan “sol” grupçuluklara fırsat vermeyecek tavır da bence budur.
Seçimlerin kitlelerde yarattığı tek olumsuzluk, oy vermekle yetinme duygusunu üretmesidir. Daha ötesine ihtiyaç olduğu, örgütlenmeden, bedel ödemeyi göze almadan sandığa bir zarf atarak düzenin çarkının kendilerinden yana döneceği umudunu yaratmasıdır. Hangi iktidar “beni seçerseniz yoksulu daha yoksul yapacağım” diyerek seçim kazandı ki? Ama bunun aksini yapan da olmadı kuşkusuz. Farklı olduğunu söyleyen bir parti için seçim, esas olarak geniş kitlelere ulaşmada, örgütlenmede çok önemli bir fırsat olmalıdır.
Zapatist Subcomandente Moises 8 yıl önce yapılacak seçimler için yaptığı konuşmada şöyle diyor: “…Hükümete geldiklerinde iyi işler yapacaklarını söylüyorlar, ama sistemi değiştirmeyecekleri, yalnızca ufak tefek nahoşlukları ortadan kaldıracakları konusunda açıkça teminat vermeyi de ihmal etmiyorlar. Fakat anlamadıkları bir şey var: Nahoş ve kötü taraflarından arındırılmış bir kapitalizm, zaten artık kapitalizm olmayacaktır.”