Her geçen gün, insan hayatını derinden etkileyen ekonomik krizi değerlendiren Erkin Başer, siyasetteki güvensizlik ortamının ekonomide büyük çatlaklar oluşturduğunu vurgulayarak ‘Demokrasi olmadan kalkınma imkansız’ dedi
Barış bildirisine imza attığı için Kanun Hükmünde Kararname’yle (KHK) görevinden ihraç edilen Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) İktisat Politikası Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Erkin Başer, ekonomik krizi değerlendirdi.
Ekonominin büyük ölçüde yabancı sermayeye, sıcak paraya bağımlı olması, ekonomik dengelerin her an bozulma potansiyeli taşıdığına dikkat çeken Başer, bu durum Türkiye’yi “En kırılgan ekonomi” haline getirdiğini belirtti. Başer, halkın günlük yaşamını doğrudan ilgilendiren işsizlik ve tüketici enflasyonunun birlikte yükseldiğini, borçlu bir toplumun geleceğinin ipotek altında olduğunu hatırlattı.
‘2008 krizi devam ediyor’
Türkiye’de çok yönlü kriz olmakla beraber devalüasyondan kaynaklı Türk lirasının dolar karşılığında değer kaybetmeye devam ettiğini belirten Başer, “Ülkede çok yünlü bir krizden bahsetmek mümkün, tek göstergesi devalüasyon değil ama döviz çok önemli çünkü Türkiye ekonomisi dışa bağımlı dışta ithalata muhtaç bir ekonomiye sahipti. Dış borç çok yüksek ve büyük bir kriz bahsetmek mümkün. Özelikle bir yıldır yoğun ve ağırlaşarak yaşanıyor. Özelikle de 31 Mart seçimlerinden sonra krizin daha çok hissedilir olarak görüyoruz. Fakat kapitalizm 1980’le sonrasında krizleler yaşamayı öğrendi. Ama bu kriz onlardan birimi, yoksa onlardan daha ağır olan bir rejim krizi mi buna bakmak gerekir. Birincisi 2008 dünya krizi özellikle Amerika merkezli krizin hala sürdüğünü ve bunun yapısal bir kriz olduğunu, bu krizin de çevre ülkelere özellikle Türkiye gibi ülkelere ihraç edildiğini söyleyebiliriz. Dış etkilerden bahsedersek ABD’nin korumacı politikaların Türkiye gibi devletleri fazlasıyla zorladığını söyleyebiliriz” diye belirtti.
‘Dış borç yükü milli gelirin yarısından fazladır’
2008 kriziyle başlayan ve hala devam etmesinin ana nedenlerini sıralayan Başer, “Türkiye üretemeyen dışa bağımlı ve noliberal politikaların 40 yıldır devam etmesi ve dışa bağımlığı bir yana dövizin etkisi de önemlidir. İkincisi 1946’dan beri Türkiye ithalata bağlı, ithalatı ihracattan fazla oldu. Sürekli ithal mallarla ara mallar olarak enerji sektörü veya sermaye malları olarak almak zorunda. Dış borç yükümüz milli gelirimizin yarısından fazla bunun dörtte biri devletin, dörtte üçü özel sektöründür 3’üncüsü ise, sıcak para hareketleri dediğimiz finansal spekülatif hareketler açık bir ekonomi olmamız. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sıkça dediği faiz lobisi yani yüksek faiz oranları var. Dolayısıyla dünya finans kapitalin neredeyse onun at koşturduğu bir ülke halindeyiz. Borçlu olmamız, dışa bağımlı olmamız, sıcak hareketlere açık olmamız bu üç faktör çok önemli. Biz hem döviz karşısında kırılgan yapıyor ve bunun ülke içine hemen yansımaları oluyor. Yani bir başka ülkede enflasyonla döviz arasında bu kadar yakın ilişki olmayabilirdi. Ama bizde döviz arttığında enerji fiyatlarında artış yaşandığı için birkaç ay içerisinde hayat pahalılığı olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’deki çok az üretim var ama bu büyümeyi üreten bir büyüme değil” diye konuştu.
‘Güvensizlik çalkantılar yaratıyor’
Turizm, inşaat sektörü başta olmak üzere AKP hükümetinin iktidara getiren sağlık sektöründeki “reformlara” da değinen Başer, şöyle devam etti: “Sağlıkta reform, aynı zamanda sağlıkta piyasalaşmaydı. Bu reformun çıkmazlarına geldik ama aynı zamanda sağlık bir ciddi bir ekonomi haline geldi. Özel hastaneler bunun malzeme ve ilaç sektörü bunların hepsi ekonomik krizden olumsuz etkileniyor. Yine bunlara ek olarak 16 yıldır iktidara olan yıpranmış bir hükümet var. Bu yıpranmışlık güvensizlik ortamı ve istikrarsızlık doğurur. Özelikle üretim konusunda kalıcı yatırımlar yapmanın ancak bir güven ortamı gerektirdiğini söyleyebiliriz. Daha önceki ekonomi bakanları uluslararası sermayenin onayı almış bakanlar olabilirlerdi. Şimdi ise buna pek ihtimal veremiyoruz. Yine Gülen hareketiyle olan ittifakının bitmesinin daha zorlaştığını söyleyebiliriz. Askeri ücretin günde 68 lira olduğu ekonomiden bahsediyoruz. Ama bir göçmen 30 lira gibi bir rakama razı. Bu çok büyük bir çalkantıdır. Öte yandan hükümetin dış siyasette yürüttüğü geçimsiz politikaların da etkisi var. Uyumlu ve barışçı siyaset değil de kullanması çatışmacı geçimsiz dış siyasetinde doğal olarak güvensizlik ortamı yarattığını söyleyebiliriz özelikle turizm ve inşaat sektörünü çok etkiledi.”
‘Demokrasi olmadan kalkınma olmaz’
Demokrasi ile ekonomi ilişkisine vurgu yapan Başer, şunları dile getirdi: “Demokrasi ne kadar yerleşikse o ülkede daha istikrarlı bir ekonomi olduğunu açıkça söyleyebiliriz. Bir ülkede demokrasiden ödün vererek kalkınma sağlamak neredeyse imkânsızdır. Türkiye’de demokrasinden ne kadar taviz verirseniz o kadar çok kötüye gider. Yine OHAL’in yaşanması krizi tetikleyen önemli nedenlerden biriydi. Kısacası dövizin sürekli çalkantılı olması, sıcak para hareketleri bunların hayata pahalılığı olarak yansıması, (Stagflasyon) durgunluk artı enflasyonun yaşanması tamamen siyasi güveninde kaybıyla açıklanabilir. Sermayede iç çelişkiler yaşamasıyla kar oranlarının azalması devam eden durum işçi haklarının gaspıyla sonuçlanır. En somut örneği de 31 Mart seçimleridir. Özellikle İstanbul ve Ankara’da ekonomiyi besleyen rant ve kar alanlarıdır. AKP-MHP ittifakı burada kaybedince ekonomide zorlaştı tabi bununla beraber krizde zorlaştı. Şimdi İstanbul’da seçimlerin yenilmesi bunla doğrudan bağlantılıdır. Çünkü hükümeti zorlayan şey orada dönen ekonominin son bulmasına tahammül edilememesidir bu başta inşaat sektörü, kamu özel sektörünün tamamı ama demokrasi yerleşik olsa İstanbul’u kaybetme pahasına ekonomiyi düzeltecekken buna katlanamayan ve krizin derinleşmesi pahasına tekrar seçim önüne koyan bir rejimden olduğunu görüyoruz.”
‘TÜİK yüzde 20 dese pazarda yüzde 40’tır’
Döviz kurlarındaki artışların devam etmesiyle birlikte krizin giderek derinleşeceğini hatırlatan Başer, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: “Dövizdeki artışlar ülkeye hayat pahalılığı olarak geri gittiğini bilmemiz gerekiyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, enflasyon yüzde 20’lerde ama AKP hükümeti bunu uzunca zaman yüzde onların altında tutuğunu söyleyebiliriz. Ama son iki yıldır arttan enflasyon ve hayat pahalılığı ve bunun gıda fiyatlarına yansıması çok fazla. Yani TÜİK yüzde 20 dese bile, biz pazardan bunun yüzde 30-40 olduğunu biliyoruz. Askeri ücrete yapılan yüzde 26 zam yapıldı ama son bir yılda vatandaşın cebindeki para hızla eridi ve erimeye devam edecek. Yine yoksulluk sınırı 7 bin TL civarında. Dolayısıyla kriz süreleri kadınların ve çocukların işe koşulması ve özelliklede kayıt dışı çalışmasını zorunlu kılıyor. Resmi rakamlar Türkiye’de 2 milyon çocuk işçinin çalıştığını biliyoruz. Esnek istihdam dediğimiz yani parça başı çalışma, mevsimlik çalışma, iş oldukça çalışma yani iş olunca yani düzenli bir çalışa düzenli bir çalışma rejiminin olmaması, tüm güvencelerin ortadan kalkması buda sendikal hakların gaspı anlamına geliyor. Tolu işten çıkarmalar tolu iflastır. Yani kriz koşullarında zor durumda olan kişiler konkordato ilan ederle bir tür hileli iflastır. Normal koşullarda iş hukuku gereği toplu çıkarmalarda bunla hemen hakkını alırlardı maalesef adalet rejiminin imtihanı geçemediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.”
MA / Esra Solin Dal