Türkiye’de her geçen gün demokrasi mücadelesi önemi artıyor, can alıcı hale geliyor. Yerel seçimlerde yönetme ehliyetini büyük oranda kaybetmiş ve yokuş aşağı gitmesine rağmen gaza basan bir iktidar bloku var. Bu blokun halka, topluma demokrasi zemininde söyleyebileceği tek bir kelime bile yok. Aslında daha başından itibaren yoktu fakat kendi kazandıkları seçimlere atfen “milli irade” ve “demokrasi” kavramlarını kullanıyorlardı. 19 Ağustos’ta gelişen kayyum saldırıları sonrası bu kavramları ağızlarına almaları bile abestir. Zaten tek argümanları var; Kürt karşıtlığı üzerinden geliştirdikleri hamaset. Bunun dışında bir politikaları, bir perspektifleri yok. Oysa toplumun hepsi birbiriyle bağlantılı ve dönüp dolaşıp Kürt sorununa kilitlenen birçok sorunu var. Özgürlük ve demokrasi ihtiyacını Türkiye toplum gittikçe daha fazla hissediyor. Öte yandan toplumu gittikçe yoksullaştıran iktidarın politikalarından kaynaklanan ekonomik kriz derinleştikçe derinleşiyor. Kayyum gaspları tüm bu sorunların odağında olan Kürt sorununa yaklaşımın sonuçsuz inkâr ve imha politikalarının devam edileceğini gösteriyor.
Esas atılım zamanı
Bu siyasi atmosferde önemli olanın demokrasi mücadelesi yürütenlerin konumu olduğu açıktır. Özellikle geçen yılda demokrasi güçleri AKP-MHP iktidarını işlemez kılabildiler. Kürt hareketinin izlediği doğru politik hat sayesinde hükümet çıkmazlara girdi. Toplumun demokrasi istemini doğru örgütleyip sonuç alıcı da olabildiler fakat bu hükümeti tarihin çöplüğüne yollayacak esas atılımı yapamadılar. AKP-MHP’nin bu kriz atlatması mümkün görünmüyor fakat bu dönemin uzaması toplumsal tahribatları artırıyor. Diğer etmenlerin ötesinde bu sonuçta demokrasi güçlerinin kendilerini doğru biçimlendirip buna uygun pratik adımlar atmamasının önemli rolü var.
Sarı sendikacılık
Biz bu çerçevede demokrasi güçleri içinde olan sendikaların durumuna dikkat çekmek istiyoruz. Gerek işçi gerekse de kamu çalışanlarının sendikalarının tarihsel geçmişleri biliniyor. Emeğin yabancılaşmasına karşı yürütülen mücadelede kapitalist modernite zamanında ortaya çıkan sendikalar emekçilerin kendi öz örgütleri olması açısından önemlidir. Fakat gerek dünya genelinde gerekse Türkiye’de sendikaların daha ilk sürecinde mücadelenin yapısını ve geleceğini sakatlayabilecek bir eğilim söz konusuydu. Bu eğilim klasik literatürde ‘ekonomizm’ olarak adlandırılan ve emekçilerin maddi koşullarını düzeltmeye odaklanan bir bakıştı. Bu eğilim emekçileri kendi emeklerini gasp eden sömürü düzenine eklenti haline getirme yolunda ilerliyordu. Devletçi-iktidarcı sistemden kopup emeğin özgürlüğü temelinde yeni sistemi yani demokratik sosyalizmi inşa etmeden ziyade emekçileri sistemin dişlisi haline getirme süreci bu eğilimin doğal sonucuydu. Koşulların zorluğunun düzeltilmesi gibi iyi niyetten iktidardan pay almayı hedefleyen görüşlere kadar birçok farklı grup sonuç olarak bu eğilimin içinde eridi. Bu eğilim kontrolünde olan sendikalar emekçilerin örgütlerinden ziyade devletin ve sermaye tekellerinin araçları haline geldiler, sarı sendikacılık terimi zaten bunu tarif eder.
TÜRK-İŞ örneği
Türkiye’de ise devlet sendikacılığı ve emekçi sendikacılığı daha başından itibaren görünür farklılığa sahipti. Emekçileri kontrol altına almak, gelişen toplumcu görüşlerin emekçiler arasında yayılmasını engellemek için devlet milliyetçi-faşizan ideolojiye sahip sendikalar kurdu. Bu sendikaların durumu geçenlerde bakan ile yaptıkları basın toplantısında TÜRK-İŞ Başkanı’nın gayri ihtiyari yansıyan ifadelerinde açıkça belli oluyordu, işçileri oyalamak için açıkça bakana öneriler sunuyordu. Emekçiler ise bu sendikalardan ancak ayrı bir yapıda örgütlenebilirse emek mücadelesinde ilerleyebilirdi. 1960’larda bu adımı attılar. Fakat devletin bu sendikaları da ekonomist eğilimlerle etki altına alma çabaları hiç bitmedi. Tarihsel sürece detaylıca değinmeden bu anlamda 12 Eylül Darbesi’nin kritik bir rol oynadığını belirtebiliriz. Kamu sendikaları ise yoğun mücadelelerle ancak 1990’larda kurumsallaşabildi. Bu çerçevede Türkiye’deki sendikalar daha fazla devlete bağımlı ve icazetle hareket eden bir gelişim sergilediler. Günümüzde sarı sendikacılık eğilimi hala işçi ve kamu sendikalarında emekçilere zarar vermektedir.
Ekonomizm tuzağı
Günümüzde de sendikaların emeğin özgürlüğü mücadelesini yükseltebilmeleri için emekçileri örgütü haline gelebilmeleri gerekmektedir. Bu da emekçilerin haklarına her zamanda fazla saldırının geliştiği günümüzde hak mücadelesini yoğunlaştırmakla birlikte ‘ekonomizm’ eğilimine dikkat ederek yapabilirler. Emekçiler ancak kendi sistemlerini demokrasi temelinde tüm toplumla beraber kurabilirlerse yabancılaşmadan kurtulabilirler. Bu da devletçi-sınıflı sistemden koptukça gelişebilir. Sendikalar da bu amaçla hareket ederek devletin bir aparatı olmaktan sıyrılabilirler.
Emek sendikacılığı
Son günlerde göstermelik toplu sözleşme görüşmelerinin mizansene dönüşmesi de aslında bunu göstermektedir. Devlet de, sermaye tekelleri emekçileri sömürü sistemlerinden bir adım bile geri atmazlar. Bu sistemin kökten değişmesi gerekir. Bu nedenle emeğin özgürleşmesi mücadelesi yürütenler bu gerçeğe göre adım atmalıdırlar. Bugün Türkiye’deki işçi ve kamu emekçilerinin sendikaları bu stratejik çerçevede kendilerini dönüştürebilirlerse demokrasi mücadelesinin öncüleri konumuna getirebilirler. Tarihin mirası ve verilen onca bedel gerçek emekçi sendikalarına ve demokrasi ittifakının bileşenlerine bu sorumluluğu yüklemektedir.