İktidarın çöküşünü hızlandırdığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Ancak dönemin epik bir dönem olduğu, yani cesaretin ve kararlılığın birincil öneme sahip olduğu anlaşılamaz ise değişimin kendiliğinden olması beklenemez
İsmail Şengül*
Ülke tarihinin belki de en kaotik dönemlerinden birinin içerisindeyiz. Başkanlık sistemine geçişle birlikte şekilsel anlamda bile olsa var olan denge-denetleme mekanizmalarının yok olduğu, meclisin devre dışı kaldığı, yargının tamamen siyasallaştığı, toplumun, toplumsal muhalefetin tüm demokratik reflekslerinin zor ve baskıyla engellendiği bir tek adam yönetimi, bu kaosun da başlıca nedenidir.
Ekonomik altüst oluş
Dünya ölçeğinde Covid-19 pandemisiyle birlikte, yoksul halk kitlelerini daha da yoksullaştırdığı, bazı tekellerin servetlerine servet kattığı bir süreç yaşadık. Bu süreç, ülkemizde de bütün yakıcılığıyla hissedildi ve hissedilmeye devam ediyor. Bugüne kadar, siyasal iktidar dünya ölçeğinde yaşanan bu krizi ustaca yönlendirerek sistem değişimiyle açığa çıkan ekonomik ve sosyal çöküşü perdelemeye çalıştı. Gelinen noktada bu manipülasyon siyasetinin ömrünü doldurduğunu görüyoruz. Ekonomik kriz, yükselen enflasyon, döviz kurundaki altüst oluşlar, cari açığın hızla büyümesi ve dörtnala finansal krize doğru evrilen süreç (Kur Korumalı Mevduat da bu krize çare olmayacaktır) mevcut rejimin halkı manipüle etme olanaklarını da sonlandırmış görünüyor.
Duvara toslama
Bugün Türkiye halkları yoksulluğun, açlığın pençesinde yaşam mücadelesi veriyor. Saray ise bu gidişatı durduramayacağının bilinciyle iktidarını ne pahasına olursa olsun korumanın planlarını yapıyor. Dış politikada Libya’dan Suriye’ye, Mısır’dan BAE’ye Yunanistan’dan bir bütün olarak AB’ye, Trump sonrası ise Amerika Birleşik Devletleri’ne uzanan milliyetçi hamasetle perçinlenmiş, askeri güce dayanan ve emperyal dengeler-çatlaklar üzerine inşa edilmiş siyaset, tüm aşamalarda duvara toslamış durumda. Rusya ile yakınlaşma ve bunu Batı’ya karşı bir savunma/manipülasyon mekanizması olarak kullanma enstrümanından Ukrayna’ya savaş ile akordu bozuk bir akordeona dönüştüğünü görüyoruz.
Epik bir müdahale
İçeride ve dışarıda yaşanan bu süreçlerin iktidarın çöküşünü hızlandırdığı, bugüne kadar kendince meşruiyetini dayandırdığı ‘çoğunluk’ argümanını da ortadan kaldırdığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Kuşkusuz bu durum toplumsal muhalefetin önünü açar. Geniş halk kitlelerinin değişim ve dönüşüm talepleriyle buluşabileceği alanlar yaratan bir durum olarak görülmelidir. Bunu anlayan, içselleştiren muhalefet güçlerinin başarılı olmaması normal şartlarda söz konusu bile olamaz. Ancak dönemin epik bir dönem olduğu, yani cesaretin ve kararlılığın birincil öneme sahip olduğu olgusu anlaşılamaz/içselleştirilemez ise değişimin kendiliğinden olması beklenemez. Yani bugün eğer demokrasi ve özgürlük güçleri, başta sözde güvenlikçilik olarak adlandırılan özde ise otokratik yönetime geçişin temel taşları olan saray politikalarına karşı inisiyatif alıp, bu politikalara karşı geniş halk kitlelerini bilinçlendiren, onları kabul etmemeye, razı olmamaya, boyun eğmemeye çağıran, yine bu kitleleri yaşam haklarını, düşünce ve ifade özgürlüklerini, demokratik haklarını, insanca yaşam ve demokratik ülke istemlerini savunma temelinde örgütleyen bir perspektife sahip olmazlarsa, bu değişimin gerçekleşmesi de zorlaşacaktır.
Yargı sopası
Sonuçta egemenler iktidarlarını koruma yolunda karşılarına çıkan ve çıkabilecek olan tüm güçleri tasfiye etmeye çalışıyorlar. Bu tasfiyeyi de esas olarak yargı eliyle yapma isteğini son dönemde yapılan operasyonlar, yargılamalar ve alınan kararlarla gayet açık bir şekilde görebiliyoruz. Bizlerin yargılandığı 6-8 Ekim Kobanê davasında, Gezi davasında, CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu davasında ve birçok benzer davalarda yargı sopasının nasıl fütursuzca kullanıldığını, hukukun, adaletin, insan haklarının nasıl ayaklar altına alındığını hep birlikte yaşıyoruz. HDP’ye yönelik açılan kapatma davası ise siyasi soykırım dalgasının tarihen ulaştığı en korkunç aşamaya gelindiğini işaret ediyor. Türkiye’nin 3. büyük partisi olan, milyonlarca insanın desteklediği, Kürt sorununda demokratik çözüm ve barışın inşası başta olmak üzere tüm ezilen halkların ve işçi sınıfının mücadele birliğini temsil eden bir partinin kapatılmak istenmesi, verilmek istenen siyasi yasaklar artık gelinen noktada bir düşman hukukunun işletildiğinin açık bir kanıtıdır.
IŞİD’in kuşatması
Kürt sorununda inkâr ve imha siyasetinin, demokratik siyasetin tasfiyesine dönük hamlelerin geldiği nokta, hukukun, demokratik hak ve özgürlüklerin tamamen askıya alınması olmuştur. Bizlerin yargılandığı 6-8 Ekim davası da özellikle bu düşman hukukunun nasıl işletildiğinin anlaşılması açısından değerlendirilmelidir. 2014 yılında, özellikle Suriye’de yoğunlaşan IŞİD saldırılarının binlerce Kürt, Êzidî, Süryani, Alevi ve kendisine biat etmeyen her türlü inanç ve halklardan insanları hedef aldığı bir dönemde, Kobanê kentinin de kuşatılmasıyla, burada yaşayan insanların katledilmesi, bir soykırım yaşanması tehdidi ortaya çıkmıştı. Bu tehdit karşısında, tüm demokrasi güçleri ile HDP tarafından bu vahşetin durdurulması için tüm duyarlı kesimlere, uluslararası örgütlenmelere çağrılar yapılmıştı. Özellikle 6 Ekim 2014 günü, IŞİD kuşatması tamamlanmak üzereydi ve bu durum Kobanê’de yaşayan halklar açısından bir soykırım anlamına gelmekteydi. Bu noktada da HDP MYK imzasıyla “Halklara Acil Çağrı” başlıklı, tüm demokratik kamuoyunu duyarlılığa, demokratik protesto hakkını kullanmaya yönelik bir çağrı yapılmıştı. İşte twitter üzerinden yayınlanan bu çağrı nedeniyle bugün dönemin HDP Eş Genel Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu üyeleri ile DBP ve HDK gibi kurumların eş sözcüleri ile siyasetçiler “Devletin Birliği ve Bütünlüğünü Bozmak” suçlamasıyla tutuklu olarak yargılanıyorlar. O gün, anayasal bir hak olan, şiddetsiz bir protesto yapılmasını sadece HDP’nin değil, birçok farklı siyasi parti ile demokratik kitle örgütlerinin de çağrılarıyla vurgulamaları, bugün HDP özelinde şiddet olaylarına sebebiyet verme iddiasının merkezine oturtulmaya çalışılıyor.
AİHM kararı
Oysa ki, o gün insani yardım koridorunun açılması, sınır kapılarının açılarak katliam tehdidi altındaki insanların bu katliamdan kurtarılması gibi taleplerle yapılan çağrılarda şiddete yönelik hiçbir vurgunun olmadığı ortadadır. Nitekim AİHM Büyük Daire 2 nolu Demirtaş kararıyla bu çağrılar “Düşünce ve İfade Özgürlüğü” sınırları içerisinde değerlendirilmiş ve tutuklamalar da siyasi nitelikli olarak görülmüştür. Anayasa’nın 90. maddesi gereğince bu karar, eş genel başkanlar Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ’ın yanı sıra tüm MYK üyelerinin de tahliyesini, dosyanın düşürülmesini gerektirmektedir. AİHM kararlarının bağlayıcı özelliği bu dava özelinde yok sayılmaktadır. Bu kararlar uygulandığında tüm siyasetçilerin tahliye edilmesi gerekmektedir.
Ancak bu süreç tam tersi yönde işletilmektedir. 6-8 Ekim 2014 tarihinde yaşanan acı olayların gerçek sorumlularını ortaya çıkarmakla ilgisi olmayan bir yargılama yapılmaktadır. Bu yargılama gelinen noktada ciddi yargılanma ilkeleri yok sayılarak, savunma hakkının kısıtlanmasından, hiçbir somut delil niteliği olmayan tanık ve gizli tanık beyanlarına atfedilen hukuksuz delillendirmelere uzanan bir hukuksuzluk silsilesi hüküm sürmektedir. Yaşanan şiddet olayları konusunda ihmali bulunan kamu görevlileri, olayları tırmandıran açıklamalar ve uygulamalar yapan hükümet yetkilileri, şiddet olaylarının gerçek failleri, IŞİD’in eylemleri ve yarattığı sonuçlar ile IŞİD ve benzeri örgütlerle ilişkili yapılanmalar ısrarla bu dava dosyasında ele alınmamakta, sorumlulukları olanlar görmezden gelinmekte, yok sayılmaktadır.
HDP’yi kapatmak, başta Kürt halkı olmak üzere, milyonlarca insanın iradesinin sandığa yansımasını önlemek, bu davanın egemenler açısından temel motivasyonu kaynağıdır. Aynı zamanda Selahattin Demirtaş başta olmak üzere milyonların iradesini temsil eden siyasetçiler de siyaset zemininden tasfiye edilmek, cezalandırılmak isteniyor.
Benzer biçimde Gezi davasında verilen kararlar ve mahkumiyetler, Kaftancıoğlu kararıyla siyaset yasağı, ÇHD davalarıyla hukukçuların yargılamaları ve cezalar verilmesi, bir bütün olarak demokrasi ve özgürlük güçlerinin tasfiyesini hedeflemektedir. Bütün bu dosyaların ortak özelliği asıl savcılarının siyaset kurumu olmasıdır.
Sürece müdahale etmek
Bizlerin yargılandığı Kobanê davası, bugün Türkiye’de demokrasi, barış ve adalet mücadelesinin merkezinde yer almaktadır. Bu noktada HDP ile birlikte “Demokrasi İttifakı”nı oluşturan siyasi parti ve kurumların sürece müdahaleleri, akışı tersine çevirme noktasında kritik öneme sahiptir. Özellikle ülkede demokrasi ve özgürlükler temelinde birlikte hareket etmeyi taahhüt eden, bu ittifakın bu dava özelinde sergileyeceği dayanışma ve alacağı inisiyatif, muktedirlerin yalanlarıyla örülmüş tecridi ters yüz edecektir. Bu noktada bir “adalet ve vicdan hareketinin” yaratılması, Gezi davasıyla birlikte açığa çıkan adalet taleplerinin bütün bu davalarla birlikte ele alınarak, toplumsallaştırılması ve yaygınlaştırılması en temel görev olmalıdır.
Bu sürece “demokrasi ittifakını” oluşturan siyasi partilerin öncülük etmesi, kuşkusuz ilerleyen dönemlerde geliştirilecek ortak reflekslerin de olgunlaşmasını sağlayacaktır. Çeşitli nedenlerle HDP ile birlikte Demokrasi İttifakı’nın parçası olmayan farklı sosyalist partilerin de bu süreçte bizlerle dayanışma ilişkisi içerisinde olması önemlidir, değerlidir.
Gelinen noktada, bizler üzerinden yaratılmak istenen korku ikliminin dağıtılmasının, toplumsal değişim ve dönüşüm sürecinin, hak ve özgürlükler mücadelesinin, demokrasi ve barışın inşası sürecinin gelişmesi açısından temel önemde olduğunun bilincinde olmalıyız. Nasıl ki, dün IŞİD canilerine karşı hep birlikte, dayanışma içerisinde olduysak, bugün de dayanışmamızı yükseltmeli ve yargı eliyle bizlere dayatılan bu siyasi soykırım dalgasını hep birlikte boşa çıkarmalıyız. Bu noktada tüm dostlarımızın yanımızda olmaları, haklılığımızı topluma anlatmaları ve dayanışmaları çok önemlidir.
Tüm bu duygularla Sincan 2 nolu F Tipi Cezaevi’nden tüm dostları selamlıyor, özgür günlerde yeniden bir arada olma umuduyla sözlerimizi sevgili Nazım Hikmet’in o çok bilinen, hiç eskimeyen dizeleriyle bitirmek istiyorum:
“Safları sıklaştırın, safları sıklaştırın çocuklar
Bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgası”
—————————-
* HDP eski MYK üyesi İsmail Şengül, Kobanê davası vesilesiyle Sincan 2 nolu F Tipi Cezaevi’nde 20 aydır tutuklu bulunuyor.