Çok karmaşık bir süreçten geçildiğini herkes görüyor, söylüyor. Kürtçede bir deyim var: “Şeva reşe paize, zevîya şor, miyar eş u berx le be jev bikine der lazime” (sonbaharın karanlık gecesinde nadasa bırakılmış siyah tarladaki siyah koyun ve yanındaki siyah kuzuyu görüp birbirinden ayırt edecek göz gerek). Bu kadar öngörülü olmayı gerektiren bir politik yetenek gerektiren bir süreçten geçiliyor. Bu lafları birilerine akıl vermek için asla söylemiyorum. Bir yandan Ortadoğu’da yaşanan alt-üst oluşlar, bölge devletlerinin serüvenci tutumları, ölüm aşamasına dayanmış “açlık grevleri” ve bunların üzerinden prim yapmaya çalışan parti ve politikacıların tutumu, “sıradan insanları” bile çileden çıkartma noktasına geldiği halde, halen rant ve “titr” peşinde koşan kimselerin oluşu öfkeyi “çığa” çeviriyor. Haykırışımız bundandır.
Herkesin odak noktasında Kürtler var. “Akıl verenler”, düşmanlık yapanlar, “dost” geçinenler, rant peşinde koşanlar vb. farklı argümanlarla da olsa Kürtlerle didişmektedirler. En çok da “Kürtler emperyalizmle işbirliği yapıyor” diyen “solcu bozuntuları” canımızı sıkıyor. Yahu iki yüz seneye yakındır Kürtler birçok güce karşı demokrasi ve özgürlük savaşı veriyor. Ama Kürtler halen özgür olamadılar. En büyük neden özgürlüklerini gasp eden despotları yalnız başına dize getirmeye güçleri yetmedi ve yetmiyor. Kendi özgürlükleri için ilkeli ittifaklar ve işbirliği yapmayı aramaları niye yanlış olsun? Kürtler, “kendileri olabilmeleri için” global devletlerle ilkeli birlikler kurmak zorundadır. Gerisi hamaset edebiyatından başka bir şey değildir. İç dinamiklerinin yanında Kürtler böylesi bir ittifakı kurmadan ne kendileri özgür olabilir ne de bölge devletlerine demokrasi gelebilir. Bölge devletlerinin demokratikleşmesinin yolu Kürtlerin özgür olmasına bağlıdır. Başta kendisine solcu ve sosyal demokrat diyenlerin bu reaileteyi kavramaları gerekir. O nedenle Kürtlerin özgürlük sorunu bölge devletlerinin demokratikleşmesinin ana ve baş meselesidir. Bu birincisi.
İkincisi, kendini aydın sanan kimi kişiler, “sol” geçinen çevreler, konu çıkar ve rant olunca istisnasız her partiden kimi zatlar, “batı bölgelerinde Kürtlerin Cumhur İttifakı’nı geriletmek” için utangaç bir şekilde de olsa CHP-İyi Parti’ye oy vermeye çağırıyorlar. Sorun ülkede demokratik bir gelecek kurmak sorunuysa, ki öyledir o zaman seçimlere de bu açıdan bakmak gerekir. İyi Parti, MHP’den kopmuş ve ondan farklı bir ideoloji taşımıyor. Kürtlerin içine atıldıkları “asit kuyuları”nı bunların parti başkanının İçişleri Bakanlığı yaptığı zamanda yaşandığını bilmeyen yok. CHP’nin, Kürtlere ve Kürt sorununun çözümüne, en önemlisi Kürt örgütlerine bakış açıları diğer rejim partilerinden farklı mı? Klasik taktikleri kimse Kürtlere uygulamaya kalkmasın ve de “Kırk katır mı, kırk satır mı” dayatmasını da Kürtler yutmuyor artık. Daha da önemlisi rejim partileri Türkiye’yi nerelere götürmeye çalışıyorlar ve CHP bu gidişatın neresindedir? CHP’nin bugünkü politikalarına oy vermek en çok CHP tabanındaki “demokrat” kesime zarar verecektir.
TKP bunu 1977 seçimlerinde yaşadı. Üçüncüsü, Türkiye partisi tarhanası. Çoğu kişinin ağzında sakız gibi çiğnenen bir diğer konu da “HDP niye Türkiye partisi olmuyor” tarhanasıdır. Ama “Türkiye partisiyle” ne kastedildiği ise hep muallâkta kalıyor. Devrimci ve demokratik bir partinin temel görevi bulunduğu ülkenin sorunlarını çözmek için o ülkeye demokrasi getirmek için uğraşmaktır. İşte o zaman “ülke partisi” olunur. Demokratik bir Türkiye mi isteniyor ve onun için uğraşan bir HDP mi arzulanıyor, yoksa Kürt sorununu sulandıran Türkiye’nin despot bir yönetimle yönetilmesine razı olan, emekçilerin sorunlarına duyarsız davranan bir HDP mi hayal ediliyor? “Herkesin şapkasını önüne koyup” bu sorulara cevap vermesi gerekiyor. Dördüncüsü, bilindiği gibi Türkiye seçim sürecine girmiş ve giderek yoğunlaşan bir çalışma başlamıştır. Ama bundan çok daha önemlisi ve başta Kürtler olmak üzere tüm demokrasi güçlerinin politik gündemine ve duyarlı insanların vicdanına oturan ve ölüm sınırına dayanan “açlık grevleri”dir. Leyla Güven’in başlattığı ve tüm cezaevlerinde yaygınlaşan açlık grevleri duyarlı olan herkesi düşündürüyor.
Unutmamak gerekir ki açlık grevleri belli bir aşamada ölüm getirmese bile kalıcı tahribatlar yaratmaktadır. Amed cezaevindeki açlık grevlerinin yarattığı sayısız tahribat bunun en somut örneğidir. Şimdi Türkiye’deki demokrasi güçlerinin baş görevi; yerel seçimler kadar, açlık grevleriyle kıvırtmadan, dolandırmadan, demagoji yapmadan dayanışmayı yükseltmektir. “X şehrinin” “su sorunuyla” uğraşıyor görünmenin zamanı hiç değildir.