12 Eylül faşizminin kol gezdiği bir zamanda kısa da olsa yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştım. Prag’da yapılan TKP MK toplantısının ardından “partiyi yeniden ayağa kaldırmak için” Türkiye’ye döndüğümde kızıma alt kısmı yuvarlak, yere bırakıldığında sağa-sola, ileriye-geriye sallanan ama bir türlü de yere yatmayan oyuncak bir bebek almıştım. Kızım onun bu özelliğini çok sevmişti ve adını da “hacı yatmaz” koymuştuk. Bir gün eve baskına gelen polisler evi alt üst ettikten sonra kızımın o oyuncağının içinde “gizli doküman saklı” bahanesiyle Kristof Kolomb yumurtası misali yere oturtup oyuncağı darmadağın etmişlerdi. Kızım oyuncağının kırılmasına çok üzülmüştü. O “hacı yatmaz” ismi şimdiki AKP iktidarını anımsatıyor. Nereye ve nasıl atarsan at, bir o yana bir bu yana sallanıp ayakta kalmaya çalışıyor. Ama galiba o da “hacı yatmaz” oyuncağı gibi artık sona gelmiş durumdadır. Halk, demokratik bir yöntemle onu “kıç üstüne oturtacağı” süreci yakalamışa benzemektedir
. Kime bakarsan bak herkes “AKP iktidarı ancak demokrasi güçlerin birlikte yürüteceği ortak mücadeleyle gidebilir” demektedir. Bu bir tanımlamadır ve doğrudur da. Ama tanımlama yalnız başına AKP iktidarının gitmesine yetmez. Şimdi demokratik değişim için hareket zamanıdır. Bu reel durum ister istemez bize Karl Marks’ın Feuerbach üzerine yazılmış 11. Tez’ini anımsatmaktadır. Marks, bu tezinde şöyle demekte: “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.”
Evet, demokrasi güçleri AKP iktidarını tanımlamakla yetinmeyip, onu demokratik bir şekilde iktidardan uzaklaştırmak zorundadırlar. Günün devrimci demokratik görevi budur. Gerisi laftır. Devam edersek: AKP iktidarının “hacı yatmaz” durumuna geldiğini görebilmek için tek başına seçim sürecine ve sonuçlarına bakmak bile yeterlidir. Seçimler de bir kez daha göstermiştir ki; Türkiye demokrasi sorununun ana halkası Kürtlere demokratik haklarını kullandırtmayan ceberrut güçtür ve bu illeti ortada kaldıracak olan ana yolda buluşmaktır. Başka bir ifadeyle “Kürt paradigmasını” şiar edinmedir. Somut biçimiyle konuşursak, iktidar; yürürlükteki “kanunları” bile hiçe sayarak, dahası “rejimlerinin” liberal yanlarını bile çiğneyerek demokrasinin kırıntısını dahi yok etmeye çalışmaktadır.
Demokrat bir anlayışa sahip olan herkesin artık bu gerçeği görmesi gerekir. Artık Öcalan’ın üzerindeki tecridin bu konumla ele alınması her demokrat insanın görevi olmuştur. Tecrit; hem demokrasi, hem insan hakları ve en önemlisi insanın yaşam hakkına doğrudan bir saldırıdır. Ortada uygulanmayan bir demokratik hak var ve bu demokratik hak için açlık grevine yatmış binlerce insan var. Tecritle birlikte politik tutukluların koğuşları tamamen birer “siyasi hücreye” dönmüştür. Avukat ve aile görüşmeleri bile yasalar hiçe sayılarak ortadan kaldırılmıştır. Bunun yanında açlık grevleri ülkede ve dünya çapında yürütülen demokratik bir harekete ve dayanışma mücadelesine dönüşmüştür. Bu nedenle Kürt sorunu ve Öcalan’a uygulanan tecrit dar anlamından çıkmış, geniş manasıyla global demokrasinin ana gündemine oturmuştur. Bu tespit asla bir abartı değildir.
Herkesin kavraması gereken temel mesele budur ve bu mesele kendini en basit güncel sorunda bile göstermektedir. Şimdi seçimlerden sonra herkesin şapkasını önüne koyup düşünceciği konu da budur. Ya Türkiye’yi birlikte demokrasiye götürmek isteyen güçler Kürt halkının haklı hakları için Kürt devrimci hareketiyle birlikte davranıp Türkiye’yi onurlu bir yere getirecekler, ya da karanlık güçlerin ve rantçıların çıkarları için Türkiye’yi “tufana” sürükleyeceklerdir. Tecridin içeriği bundan ibarettir. Kürt halkının haklarının gasbının devam etmesi hem ülkeyi, batı dünyasıyla çelişkili konuma getirmiştir, hem de bölgeyi ve Türkiye’yi yeni bir savaş ocağının eşiğine itmiştir. Cumhuriyet tarihi boyunca rejimin hiçbir iktidarı “Kürt konusunda” bu kadar korku ve panik içine düşüp kendi “çekirdek kadrosuna” bile güven duymaz konumuna düşmemiştir.
Geriye kalan bir avuç insanın bile birbirine inançları kalmamıştır. Bütün bürokrasi onların elemanları, kolluk kuvvetleri onların emrinde, dahası geçmişte “karanlık işlerin mimarı” olanlar bile onlarla birlikte, medyanın neredeyse tümü onların borazanı, ama korkuyorlar! Seçim sonuçlarına duyulan korkunun nedenini de burada aramak gerekir. Şimdi seçimlerde kazanılan psikolojik “üstünlüğü” geliştirmek, ülkeyi içine girdiği ekonomik girdaptan kurtarmak, Ortadoğu batağına daha fazla batmamak, global dünyanın pervasız dayatmalarını kırmak ve insanın yaşam hakkını korumak için tecridin kaldırılması için mücadele tüm demokrasi güçlerinin ana görevi olmuştur. Tecrit kalksın, ölümler olmasın.