Bertolt Brecht’in ‘Me-Ti’nin Özdeyişler Kitabı’ aslında Çin’i değil, yazarın içinde yaşadığı Doğu Alman rejimini anlatır. Orada Uzak Doğu felsefesi içinden yaptığı tartışma ise aslında ‘sosyalist’ devletlerin resmi ideolojisinin eleştirisidir. Me-Ti, uzun yıllar sonra yeniden ortaya çıktı ve bir hikaye anlattı. Birlikte dinleyelim:
Çin hükümdarı Xi Jinping, yeminli bir Maoizm düşmanıdır. Bu nedenle, 2002 yılında tahta çıktığında, Maoist üniter devlet saplantısına karşı Uygur sorununu çözerek Çin’i demokratikleştireceği yolunda bir beklenti oluşmuştu. Nitekim Jinping, iktidarının ilk on yılında Kızıl Ordu başta olmak üzere bütün Maoist kurumları çökertti ve generallerden başlayarak Maoist devlet kadrolarının çoğunu hapse attı. Bu esnada, Uygur halkının haklarını savunan silahlı gerilla örgütü ve onlarla paralel bir çizgide legal siyaset yürüten Toplumun Demokratik Partisi (TDP) ile barış görüşmeleri üzerinden bir ‘Uygur açılımı’ başlattı.
Uygur açılımı, muhalefete düşmüş olan Maoist ve Çin milliyetçisi partiler tarafından ağır eleştirilerin konusu oldu. Bu eleştirilerin çoğu iktidara değil, TDP’ye yönelikti. Uygur halkı ve TDP, özerklik karşılığında Jinping’i diktatör yapma pazarlığı içinde olmakla suçlanıyordu. Oysa TDP, barış ortamı içinde güçlenerek Çin parlamentosunun anahtar partisi haline gelirken Jinping’in partisi güç kaybederek tek parti iktidarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı.
Tehlike altındaki Jinping, Maoist ve milliyetçi Çin derin devletine zeytin dalı uzattı. Darbeci generalleri, polis şeflerini ve bürokratları hapisten çıkarttı ve Pekin’deki sarayına davet etti. Güçlerini birleştirerek Uygur halkının ülkesi Doğu Türkistan’a saldırmak konusunda anlaştılar. Çok kan döküldü. Uygur şehirleri ve kasabaları yerle bir edildi. Uygurca konuşup yazmak yeniden yasaklandı, Uygur kadınları zorla kısırlaştırıldı. Toplama kamplarında Çinlileştirme programı uygulandı.
Çin parlamentosunun ikinci büyük partisi olan Çin Halk Partisi (ÇHP), Jinping’in yürüttüğü bu soykırımı seyretti. Doğu Türkistan’ın seçilmiş yerel yöneticileri terörist ilan edilerek hapse atılırken de ÇHP seyretti. Seyretmekle kalmadı, destek de verdi: TDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını açıkça destekledi. TDP eşbaşkanları da dahil olmak üzere birçok Doğu Türkistanlı vekil hapse atıldı. Hâlâ hapisteler. ÇHP’liler, Jinping faşizmine verdikleri desteği ‘Ama TDP de Çin partisi olmadı’ ya da ‘TDP Doğu Türkistan gerillalarıyla bağlantısını kesmedi’ gibi absürt gerekçelere dayandırıyorlar. Uygur halkına ve siyasetine saldırmayı, iktidar ve muhalefeti birleştiren bir devlet görevi olarak sunan Jinping, tek adam rejimini işte böyle kurdu.
Geçtiğimiz günlerde bir TDP milletvekilli, Jinping ile yeniden barış masasına oturulabileceğini ifade etti. Aslında bu açıklama, Çin devletinin Uygur gerilla güçlerine bir heyet göndererek görüştüğü haberinin ardından geldi. Uygurlar, böylece Çin devletiyle müzakereye açık olduklarını belirtiyorlar. Ama hem ÇHP içindeki ‘solcular’ hem de TDP içinde yer alan Çin solunun bazı kanatları, bu açıklamayı şiddetle eleştiriyorlar.
Me-Ti, bu solculara sordu: Doğu Türkistan halklarının hakkı için Çin devleti ile görüşmek meşru değil midir? İktidarda Jinping değil de ÇHP olsaydı, yine böyle sert itirazlarınız olacak mıydı? Doğu Türkistan sorununun aslında Çin’in demokrasi sorunu olduğu doğrudur fakat Uygurların, Çin’in tamamını demokratikleştirmek gibi bir mecburiyeti mi vardır ki böyle eleştirilerde bulunabiliyorsunuz?
Me-Ti bu soruları sormakta yerden göğe kadar haklı değil mi?