Kuvvetle muhtemeldir ki, dünyada en çok konuşulan konu veya telafuz edilen terim demokrasi kavramıdır. Demokrasi, ortalama her insanın bir şekilde haşır neşir olduğu temel değerler kodu ve ona bağlı bütün anlatımların ifadesi olarak toplumlarda yer bulmuştur. İster gelişmiş, ister az gelişmiş veya post-kolonyal ilişkiler üzerinden yönetilen ülkeler olsun, dünyadaki bütün yönetsel aygıtların esas meselesi demokrasi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen mücadelelerin, hak ve hukuk arayışları sonucunda ortaya çıkmış ve asgari düzeyde temel hakların kabulü ve kullanımını kapsayan bir sistemin adıdır demokrasi. Bu yönetsel aygıtın neden işlevselleşmediğine bakmak, şu anda daha anlamlı bir yaklaşımdır. Uzun bir tarihin ürünü olan çoğulcu demokrasi, özellikle kıta Avrupa’nın birinci ve ikinci Dünya Savaşlarının yol açtığı yıkımların dehşeti karşısında bir uzlaşma kültürü olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla liberal çoğulcu demokrasinin küresel başarı öyküsü, 68 hareketinin dünyayı yeniden yorumlama fikriyle baş göstermiş ve 70’lerin ortalarında “üçüncü dalga” olarak ortaya çıkan sosyal hareketlerin ve sivil itaatsizlik eylemlerinin sonucunda başarıya ulaşmıştır. O güne kadar dünya devletlerinin sadece üçte biri demokratik bir yönetsel sistemi tanıyordu, geri kallanıysa devletin ceberut soykütüğü üzerinde inşa edilmişti. Üçüncü dalganın başlattığı temel hak arayışları, ezilen halkların mücadelesiyle buluşarak önemli bir toplumsal dönüşümü de sağlamış oldu. Nitekim milenyum öncesine bakıldığında dünyada %61 oranında demokratik ölçülere göre seçilmiş rejimler vardı. Birçok temel eksiğe rağmen liberal demokrasi, bireylerin hakları konusunda demokrasinin kriterlerini işlevsel kılmaya gayret gösteriyordu. Hatta demokratik yörüngede yapılan seçimler esnasında rakipler arasında daha fazla demokrasi, hak, hukuk ve refah vaatleri söz konusuydu. Bugünün yönetsel mekanizmalarına baktığımızda, nostaljik bir dünya tasviri gibi o günlerden geriye pek bir eser kalmadığını görüyoruz. Bugün dünyada olup bitenlere bakarken, demokrasi adına konuşanlara öfkelenmemek kolay değil. Demokrasinin beşiğini sallayan şefkatli anneler olduklarını iddia eden Batı dünyasının köklü devletleri, bugün dünyanın en problemli babaları haline gelmiş durumdalar. Bugünkü sona geliş ve değerlerin tükenişi buna bağlıdır. Zaten insanlığın maruz kaldığı grotesk hak ihlalleri, demokrasinin bitiş noktasına geldiğini ve fikirsel olarak vasat bir dünyaya atılmanın göstergesidir. Batı’nın köklü devletleri bile bugün kendi değerler merkezinden uzaklaşırken, Ortadoğu’da en güvenilir müttefikleri olan Türkiye’nin liberal ve çoğulcu demokrasiye veda yürüyüşünü desteklediklerini hayretle seyrediyoruz. Avrupa’daki mevcut rejim tiplerine ölçülü bir bütünlük içinde bakıldığında, Türkiye başta olmak üzere kıta Avrupa’da gelişmekte olan Macaristan ve Polonya gibi birliğin üyelerinin liberal demokrasi normlarından uzaklaşmaları hiç şaşırtıcı değildir. Türkiye özgünlüğünde olduğu gibi bu tür ülkelerde inşa edilen yeni rejim aygıtları, hem toplumsal hem de iktisadi refahın önünü kapatan yönetsel mekanizmalar oluşturdukları için totaliterleşmeyle yüz yüze kalmış veya kalmaları muhakkaktır. Zira bu durum aynı zamanda küresel ölçekte yükselen antidemokratik dalgalanmanın bir devamı olarak okunmalıdır. Oysa liberal ve çoğulcu demokrasinin Avrupa’da uzun bir süre temel hakların en önemli güvencesi olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunun tükenişi tarihsel deneyimlerin de gösterdiği gibi demokratik toplumlardaki ani düşüşlerini hızlandırdığını, onları radikalleştirdiğini, totaliterleştirdiğini ve hatta barbarlaştırdığını göstermiştir. Çağımızın en önemli sorunlarından biri olan bu antidemokratik rejimlerin baş vurdukları metotlar, tarihin en büyük adaletsizlikleri olarak önümüzde duruyor. Bundan kaynaklı dünyada kol gezen adaletsizlik her geçen gün çığlığa dönüşerek büyüyor ve büyüyeceği de kuvvetle muhtemeldir. Madalyonun diğer tarafı ise, ışık hızıyla demokratik değerlerden uzaklaşan bu yeni yetme havarilerin kendinden olmayanı demokrasinin düşmanları olarak göstermeleridir. Bizim açımızdan bunun en bariz örneklerinden biri, Erdoğan’ın geçen hafta yerel seçimlere ilişkin çıkışıdır. Tabii ki niyet okuma yetimiz olmadığı için Erdoğan’ın sözlerine bakmakla yetineceğiz: “Şimdiden hazırlanmamız, bütün oyunları bozmamız lazım; Terör örgütüyle birlikte aday olmaya yeltenenler kusura bakmasınlar bizden demokratik bir yaklaşım bekleyemezler. Biz kayyumlarla kısa sürede nasıl hizmetler yaptık, oradaki kardeşlerimiz görüyor” derken önemli bir noktaya işaret ediyor. Kendisini demokrasinin havarisi, HDP ve onun çeperindeki muhalefeti de demokrasi düşmanları olarak işaret etmektedir.
Bunun daha yerleşik bir hale gelmesi için şişedeki cin misali, cebinde bekleyen terör cinini çıkarıveriyor ve böylece ortalığı hezeyana boğuyor. Ahlaki buyruğun bozulduğu, etik kodların olmadığı ve keyfiyetin hakim olduğu bir yerde, ölçü her zaman muktedirin elindeki as olur. Onun için kime ne zaman terörist, vatan haini veya demokrasi düşmanı deneceğini elindeki o asayı sallayarak gösterir. Çünkü var olması ve erkini sürdürmesi için birden fazla mutlak düşmana ihtiyacı vardır.
Söz konusu bu düşmanlaştırma çabası, bir taraftan kendi rejimini kalıcılaştırma stratejisinin bir parçasıyken, diğer taraftan kendi antidemokratik yöntemlerine demokratik bir kılıf uydurma çabasıdır. Tabii ki meselenin ciddiyeti bunu aşan mahiyettedir. Oluşturduğu rejimin gerçek yüzünü gösterebilecek muhalefeti demokrasi düşmanlığı üzerinden ötekileştirerek, kendi erkini tahkim etmektir. Antidemokratik yöntemelere başvurarak hapishanelere attırdığı belediye başkanlarının yerine atanmışların konumunu kalıcılaştırma çabasıdır bu. Bu çaba kayyum rejimini, tıpkı OHAL rejimi gibi kalıcı hale getirme isteğinin iflah olmaz göstergesidir. Seçimlerde istediği gibi etkin olma veya arzuladığı sonucu elde etme, kayyum rejimini “seçimle meşrulaştırma” halini de beraberinde getireceğini ummaktadır. Yerel seçimlere çok kısa bir zaman kalmışken yarattığı bu “terörist” retoriği üzerinden kendi saflarını konsolide etmenin yanı sıra, etkin muhalefet yapan HDP’yi de toplum nezdinde “demokrasinin simgesel kötüsü” olarak göstermektir. Bu, hukuk ve kural tanımaz yöntemlerde ısrarcı olmanın ağır bedelini ödeyen Türkiye toplumu açısından pek bir karşılığı olmasa da, yandaşları nezdinde yaratmaya çalıştığı algı açısından oldukça önemli bir manevradır. Çünkü bu algıyı yerel seçimlerde yeni bir yakıt olarak kullanacaktır. Ama unuttukları şey, sahneye konulmaya çalışılan bu oyunu bozma konusunda pekişmiş, halkın ısrarcı iradesidir. Yerel seçimlerde halk iradesini daha da pekiştiren yeni yol ve yöntemlere başvurarak demokrasi düşmanlarını durdurmak mümkündür. Böyle bir kazanım, yeti ve çekim alanı zayıflanmış olan demokrasinin dünyaya yayılmasının önünü açabilme kabiliyetini de içerir. Dolayısıyla fikir ve pratikleriyle her türlü hukuksuzluğa, antidemokratik yöntemlere başvuranların tarih karşısında ne tür sıfatlarla anıldıkları iyi bilinen bir hakikattir. Insanlığın kesintisiz mücadele tarihinde olduğu gibi bugün de bu onurlu mücadeleyi büyütmek, çoğulcu ve demokratik bir ortak gelecek inşa etmek dünya halklarının özlemi haline gelmiştir. Yeter ki, gücümüzü ve yapabileceklerimizi idrak edebilelim.