Selahattin Demirtaş, tutukluluğunun 4’üncü yılına ilişkin konuşurken Benim ve Figen hanımın aynı suçlamalarla tekrar tutuklanmamız, salt hukuk ihlali değildir, işlenmiş en ağır suçtur ve biz bu suçu işleyenleri kesinlikle sanık sandalyesine oturtacağız” dedi
HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş bunden 4 sene önce dokunulmazlıların kaldırılmasıyla başlayan operasyonalr zinciri ile gözlatına alınıp tutuklanmıştı.
Tutuklanmasının üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen Demirtaş hapishanede hala önemli bir siyasi figür olarak kendini korumayı başardı. Demirtaş tutuklanmasını 4. yılında değerlendirirken hakkında verilen beraat kararları sonrası yeniden açılan davaları ve mükerrer soruşturmaları hatırlatarak “Yeniden tutuklanmamız, salt hukuk ihlali değildir, siyaseti dizayn etmek için işlenmiş en ağır suçtur ve biz bu suçu işleyenleri kesinlikle sanık sandalyesine oturtacağız” yorumunda bulundu.
Ayrıca Demirtaş tutuklandıkları zaman kendisinin tutukluluğunu destekleyen kitlelerin gün gelecek yoksulluk canına tak edecek o zaman ne yaptıklarını anlayacaklar çıkarımının şu an gerçekleştiğini de söyledi.
Demirtaş tutuklu bulunduğu Edirne F Tipi Cezaevi’nden Mezopotamya Ajansı’ndan Berivan Altan’ın sorularını yanıtladı;
- Partinize yönelik “Kobanê soruşturması” kapsamında yapılan son operasyonla başlamak istiyorum. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) başvurunuza dair verdiği karar sonrası yeniden hakkınızda tutuklama kararı verilmesine gerekçe gösterilen bu operasyonu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizlere, HDP’lilere yönelik operasyonların tek birinin bile hukuki dayanağı yoktur. Altı yıl sonra gerçekleşen ve HDP’nin eski MYK’si ile birlikte başka siyasetçi arkadaşlarımızı da kapsayan siyasi tutuklamalar tamamen kumpastır, yasa dışıdır ve siyasi amaçlıdır. Hedef, HDP’yi tasfiye ederek AKP-MHP iktidarını kalıcı hale getirmektir. HDP’yi kriminalize edip, meşruiyetini tartışma haline getirerek, olası ittifakların dışında tutmaya çalışıyorlar. Ancak Sayın Pervin Buldan ve Sayın Mithat Sancar eşbaşkanlarımızın öncülüğünde, tüm parti yönetimimiz kararlılık göstererek ve dik durarak, daha en baştan bu siyasi operasyonu önemli ölçüde boşa çıkarmıştır. Hapishanelerde rehin tutulan arkadaşlarımız da aynı kararlılık ve dik duruşla bu direnişe katkı sunacaklardır.
Herkes bilmeli ki içeride ve dışarıda öyle büyük direneceğiz ki, bu siyasi kumpas operasyonları HDP’yi değil, AKP-MHP iktidarını tasfiye edip tarihin çöplüğüne gönderecektir. Burada HDP kadar diğer muhalefet partilerine de büyük sorumluluk düşüyor. Tüm muhalefet partilileri, HDP ile daha fazla yan yana durmalı ve dayanışmayı büyütmelidir.
- İktidar tarafından fazlaca suçlama konusu yapılmasına rağmen “Kobanê” deyince hafızalarımızda IŞİD’e karşı verilen mücadele geliyor. Bugün bu operasyonun temelinde ne yatıyor? Türkiye’nin Ortadoğu politikaları açısından nasıl okuyorsunuz?
DAİŞ’in gerileme ve çöküş sürecini başlatan olgu Kobanê direnişi ve zaferidir. AKP’yi en çok üzen şey de DAİŞ’in Ortadoğu’da yenilmiş olmasıdır. Suriye ve Irak başta olmak üzere, vekalet savaşlarının önemli ölçüde gerilemesiyle birlikte radikal unsurlara yatırım yapan AKP ve benzeri güçler, Ortadoğu’da stratejik bir yenilgiye uğramışlardır. Yani DAİŞ yenilince AKP de yenilmiştir. Bu tespiti sadece ben yapmıyorum, bütün ciddi siyasi analistler bu konuda hem fikir. AKP’nin Kobanê konusundaki bir türlü dinmeyen öfkesinin asıl nedeni budur ve o günden beri de Kobanê bahanesiyle HDP’den ve Kürtlerden intikam almaya çalışıyorlar. Dolayısıyla Kobanê tutuklamalarının hiçbir hukuki ya da yasal dayanağı yoktur.
Kobanê sürecinde bizim işlediğimiz tek bir suç bile yoktur. Aksine, bize karşı işlenmiş binlerce ciddi suç var. Tabii ki asıl suçlular ve tüm gerçekler AKP sonrası dönemde ortaya çıkacaktır. Biz bunun için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. İster siyasetçi ister yargı ve medya mensupları olsunlar, bizleri kumpaslarla, sahte delillerle hapse yollayanları, sanık sandalyesine oturtmak için siyasi ve hukuki mücadelemiz sürecektir.
6-8 Ekim 2014’te saldırıya uğrayan biziz, katledilen biziz, mağdur olan biziz. Bunu herkes, her yerde, bıkmadan ve usanmadan, binlerce defa tekrar etmelidir. Milletvekillerimiz, istisnasız her gün bu konuyu Meclis’te dile getirmelidir. Çünkü AKP, elindeki medya gücüyle altı yıldır yürüttüğü algı operasyonlarıyla kendi işlediği suçları bize yıkmaya çalışıyor. Bizim de buna karşı gerçekleri her gün yüzlerce defa haykırmamız gerekiyor.
- 6-9 Ekim olaylarının yaşandığı günlerde dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile temas halindeydiniz. “Davutoğlu ile yaptığım 12 dakikalık telefon görüşmesinde, gelişmeleri ve bizim tavrımızı kendisine aktardım. Ne dediğini, arzu ederse ve hatırlıyorsa kendisi açıklar” dediniz. 12 dakikalık görüşmeniz merak konusu ve Davutoğlu sessizliğini koruyor. Siz bu konuya daha fazla açıklık getirir misiniz?
Ben Sayın Davutoğlu ile telefonda neler konuştuğumu defalarca açıkladım zaten. Sayın Davutoğlu, 1 Ekim’de (2014) Başbakanlıkta yaptığımız görüşmede, Kobanê’ye insani yardım için koridor açılacağını, Türkiye’nin DAİŞ’e karşı tüm gücüyle Kürtlerin yanında olacağını, ancak Türkiye’nin de Suriye Kürtlerinden beklentileri olduğunu ifade etmişti. Biz bu yaklaşımı genel olarak olumlu görmüştük. İşte 6 Ekim akşamı, Sayın Davutoğlu’na telefonda, beş gün önce verdiği sözleri hatırlatıp, Kobanê’de durumun kritik bir noktaya geldiğini, ertesi güne kadar Kobanê düşerse artık Türkiye’nin yardımının da bir anlam ifade etmeyebileceğini, ne yapılacaksa o akşam yapılmasının elzem olduğunu belirttim. Kendisi de özetle, durumu ciddiyetle ele alıp değerlendireceğini belirtti.
Biz ABD’nin veya Rusya’nın değil, Türkiye’nin Suriye Kürtlerine yardım etmesini çok önemsiyor, anlamlı buluyorduk. Eğer bu başarılmış olsaydı bugün çok farklı bir Ortadoğu ve çok daha güçlü bir Türkiye gerçeği olacaktı. Maalesef bu konuda Hükümet 100 yıllık anti Kürt politikasının değiştiremedi. Tarihi bir fırsat kaçırıldı ve bugün görüyoruz ki, ABD ve Rusya çok daha güçlü bir şekilde gelip bölgeye yerleştiler. Kobanê sürecini okuyamamanın hükümet açısından doğurduğu sonuçları görüyor ve yaşıyoruz şu anda.
- Yürütülen “Kobanê soruşturmasının” mükerrer olduğu Yüksekdağ’ın yargılandığı Ankara 16. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti tarafından da teyit edildi. Suçlamaların sadece değiştiğine dair bir rapor hazırlandı. Siz de her çıktığınız duruşmada bu yargılamaların hukukilikten ziyade siyasi olduğunu dile getirdiniz. Türkiye’de hukukun geldiği noktaya dair neler söylersiniz?
Türkiye’de yargı hiçbir zaman bağımsız, tarafsız ve adil olmadı. Ancak hiçbir dönemde bu kadar pespaye bir duruma da gelmemiştir. Bir kurum olarak yargı tümden çökmüş durumda. Böyle bir ortamda şu veya bu mahkemeden adalet beklemek boş bir hayaldir. Seçimlerle birlikte oluşacak ve umarım HDP’nin de içinde olacağı yeni iktidar, demokratik reformlarla kapsamlı bir yeniden yapılanma süreci başlatırsa ancak o zaman yargı toparlanabilir.
Mevzu sadece biz değiliz. Milyonlarca insan yargının mağduru haline getirilmiş durumdadır. O nedenle iktidar ve yasalar değişmeden, hiç kimse adalete kavuşamayacaktır. Benim ve Figen hanımın aynı suçlamalarla yeniden tutuklanmamız, sadece bir hukuk ihlali değildir, aynı zamanda Türkiye siyasetini dizayn etmek için işlenmiş en ağır suçtur ve biz bu suçu işleyenleri kesinlikle sanık sandalyesine oturtacağız.
- 4 Kasım 2016’dan bu yana tutuklanmanız üzerinden tam dört yıl geçti. Size yönelik operasyonun ardından Türkiye’nin bugün geldiği koşulları nasıl değerlendiriyorsunuz? İktidar ne hedefledi, amacına ulaşabildi mi?
Dört yıl önce, tutuklandığımız ilk aylardaki bir demecimde, ‘Bizim tutuklanmamızı keyifle destekleyen kitleler, bizim hapiste kalmamız için her gün ceplerinden para ödeyecekler ve gün gelecek, ödeyecek paraları kalmayacak, yoksulluk canlarına tak edecek. İşte o zaman ‘vah, biz ne yaptık’ diyecekler’ demiştim. İşte şimdi o günleri yaşıyoruz. Çünkü bizi içeri atıp kurmak istedikleri faşizan düzen, kırıntı halindeki demokrasi ve hukuku da yok ederek, bununla doğrudan bağlantılı olan ekonomiyi de çökertecekti ve maalesef öyle oldu.
Öngörülerimizde haklı çıktık. Tutuklandığımız gün dolar kuru 3,14 TL iken bugünkü dolar kuru 8,40. Aradaki farkın nedeni, bizim hapiste olmamızdır. Ayrıca bizim hapiste olmamız, Erdoğan’ın otoriter tek adam rejimini kurumsal hale getirmesini de kolaylaştırdı. Kronolojik açıdan bakıldığında, bu nokta daha iyi anlaşılacaktır. 4 Kasım 2016’da yapılan operasyon, Erdoğan’ın planının bir aşamasıydı. Nitekim bizler tutuklandıktan birkaç ay sonra bir referandum yapıldı ve Erdoğan o referandumu şaibeli bir şekilde kazanarak tek adam rejimini anayasal güvenceye kavuşturdu.
Şimdi, hukuku katledip bizi hapse atanlara ve onları destekleyenlere sormak istiyorum, bütün bunlara değdi mi? Biz tutuklandığımızda AKP’nin oyu yüzde 49, HDP’nin oyu yüzde 11’di. Şimdi AKP üçe bölündü, oyu yüzde 28’e indi. HDP daha da güçlendi, oyu da yüzde 13’e çıktı. Kim kazandı, kim kaybetti? Herkesin bu hesabı iyi yapması lazım. Bizi içerde tutarak iktidarını sürdürmek isteyen AKP’nin çıkardığı faturayı kendi cebinden ödeyen milyonların, yoksulların, emekçilerin bu soruyu kendilerine sorması ve en akıllıca şeyi yaparak, bir an önce AKP’yi terk etmesi gerekir.
- Muhalefetin HDP’ye yönelik son operasyondaki tepkisi bir öncekilere göre daha üst seviyede oldu. Sizce bu yeterli mi? Muhalefet artık nasıl bir sorumluluk almalı?
Az önce de altını çizdiğim gibi, muhalefetin AKP’nin oyunlarını bozarak, cesur davranması gerekiyor. Tüm muhalefet daha açık ve yakın bir temasla HDP ile dayanışma içinde olmalıdır. HDP’ye yönelik eleştirileri varsa, bunları HDP Genel Merkezini ziyaret ederek, Eş Genel Başkanlarımıza bizzat söyleyebilir ve kendilerini yüz yüze dinleyebilirler. Bu hem dayanışma bakımından hem de birbirlerini daha iyi anlayabilme açısından çok daha medeni bir yoldur. Zaten Sayın Mithat Sancar, herkesle ön koşulsuz olarak görüşmeye açık olduklarını defalarca ifade etti. Diğer muhalefetin de bu açıklıkla davranması beklemek en doğal haktır.
Mesele sadece seçim iş birliği değildir. Asıl önemli olan medenice diyalog kurabilmek, sorunları konuşabilmek ve demokrasi için yan yana durabilmektir. Zaten bunlar bugünden hayata geçirilebilirse seçim iş birlikleri, meselenin en kolay kısmı haline gelir.
- Partinizin yaptığı “antifaşist blok” çağrısı var. Siz bu çağrıyı nasıl değerlendiriyorsunuz? Nasıl bir birliktelik örülebilir?
HDP’nin bu çağrısını anlamlı ve değerli buluyorum. Yurtsever, demokrat, sol güçlerin anti faşist bir blokta bir araya gelerek, mücadeleyi büyütmeleri hem demokrasi ittifakının gerçekleşmesine zemin sağlar hem de AKP-MHP faşist bloğunu kesinlikle geriletir. Zaten HDP bu doğrultuda bazı görüşmeler ve çalışmalar yapmaya başladı. Hepimiz bu çalışmaları desteklemeliyiz.
- Cezaevleri de salgında en riskli alanlardan biri. Bulunduğunuz cezaevinde önlemler ne durumda? Salgına karşı neler yapıyorsunuz?
Cezaevlerinde aile ve avukat görüşleri ile sosyal faaliyetlere ciddi ölçüde sınırlama getirilerek ve mahkumların hakları gasp edilerek, sözde tedbirler alınmış durumda. Ciddi bir tedbir söz konusu değil. Vücut direncinin artması için yemek kalitesi artırılıp, ücretsiz taze sebze ve meyve dağıtılmalıyken, bırakın bunu, tıpkı dışarıdaki gibi cezaevi kantininde sürekli fahiş fiyat artışları oluyor. Bu durumdan da en çok yoksul mahkumlar olumsuz etkileniyor, ki bu da mahkumların neredeyse tamamıdır. Ve tutsaklar hastalık riskiyle karşı karşıya kalmaya devam ediyor. Yani özetle tutsaklar içeride, halk dışarıda Allah’a emanet yaşıyor.
Tecavüzcüler ve katiller AKP-MHP oylarıyla serbest bırakıldığı için, şu anda cezaevlerinde önemli ölçüde, siyasi tutsaklar ve haksızlığa uğramış adli tutsaklar bulunuyor. Tecavüzcüler ve katiller AKP-MHP yönetiminin kendilerine en yakın hissettikleri ve empati yaptıkları kesimlerdir. Zaten bazıları çıkar çıkmaz parti genel başkanlarıyla poz vererek bu zihniyet birliğini tüm kamuoyunun gözleri önünde sergilemişlerdir. Geri kalan tutsaklar ise içeride onurlarıyla hem zulme hem de koronaya karşı direnmeye devam ediyorlar.
Tüm halkımız da dışarıda kendi sağlığına dikkat etmeli, salgına karşı kendini korumalıdır. Herkese selamlarımızı, sevgilerimizi, özlemlerimizi iletiyoruz.
HABER MERKEZİ