Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP ) önceki Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasına ve dört yıldır süre gelen haksız tutukluluğuna karşılık kendisine yüklü bir tazminat ödenmesine karar verdi. Hukukçular bunun Ankara’nın bütün savunma dayanaklarını çökerten AİHM tarihinin en güçlü kararlarından biri olduğunda birleşiyor.
Büyük Daire kararı, siyasal imalarıyla Demirtaş’ın özgürlüğünün de ötesinde bir tarihsel-politik önem kazanıyor. Bu karar, 15 Temmuz’dan bu yana rejimin bütün temel hakları ilga ederek faşizme yürüyüşünün mahkumiyet ilamı. Böylece Türkiye’yi dünya ve Avrupa’yla ilişkilerinde hiç bir şeyin aynı kalamayacağı bir dönüm noktasının başına taşıyor.
Bu dava Büyük Daire önüne hem Türkiye hem Demirtaş tarafından getirilmişti. AİHM 2. Dairesi Kasım 2018’de açıklanan kararında “uzun tutukluluk” nedeniyle serbest bırakılmasına hükmetmiş ama Demirtaş’ın bütün öteki “ihlal” iddialarını görmezden gelmişti. Ankara ise “serbest bırakılma”ya itiraz etse de kararın siyasi gerekçelerinden memnundu. Ankara’da bir “ihlal rejimi”nin hüküm sürdüğü iddialarının artık AİHM’de itibar görmediği duygusu rejime egemendi. Büyük Daire, Demirtaş avukatlarının itirazları doğrultusundaki son kararıyla bu gidişe de son vermiş oldu.
Bununla birlikte Büyük Daire kararının bu şekilde tecellisi sadece mahkemenin hikmetinden değil. Bu karar bizzat Demirtaş’ın, bir bütün HDP’nin Demirtaş’ı savunan hukukçuların, Türkiye’nin demokratik kamuoyunun ve toplumun öncü kesimlerinin rejime karşı, hepsi birbirini tamamlayan, ortak direnişinin de eseri. Bununla birlikte aslan payı iktidar blokunun faşizmi kurumsallaştırma teşebbüsleri karşısında beş yıldır kararlılığından hiç bir şey yitirmeksizin süregelen toplumsal direnişe ait. Bu kararlı direniş olmasa, rejimin hedeflerini ele geçirmesi direnişlerle önlenmese, rejim halk oyuna her baş vurduğunda büyük şehirler ve Kürdistan’ın demokratik iradesi faşizmin ilerleyişini aksatmasa ve bu direniş uluslararası alemde bayrak gibi dalgalanmasa, sırf hukuk tekniğine hakimiyet ve profesyonel mükemmeliyet güçlü bir savunmanın sonuç almasına yetmeyebilirdi.
Türkiye’deki rejimin çürütücü etkisinin, Avrupa gericiliğinin entrikaları ve bürokrasinin vicdansızlığıyla birleştiğinde nasıl adaletsiz sonuçlar yaratabildiğini, Ankara-Strasbourg ortak yapımı “OHAL Komisyonu” örneğinden biliyoruz. Bu hengameden ancak toplumun rejimin şiddet ve hilelerine teslim olmadığını 2017 referandumu ve onu izleyen 2018 genel ve 2019 yerel seçimlerinde güçlü bir biçimde ortaya koyarak 15 Temmuz anlatısının sonunu getirmesiyle çıkılabildi. Avrupa’nın demokratik siyaset, hukuk, medya, akademi, sendikalar ve insan hakları alemiyle Türkiye ve Kürdistan direnişi arasında kurulan güçlü demokratik dayanışma Türkiye ve Avrupa gericiliğinin oluşturduğu statükoyu yıktı. Bütün uluslararası kurumlarda siyasi gerçekleri ısrarla açıklayarak rejimin anlatısına meydan okuyan HDP yeni siyasal iklimin oluşmasında en önemli rolü oynadı.
AİHM Büyük Dairesi Demirtaş’ın tutukluluğunun önünü açan milletvekili dokunulmazlığının hukuka aykırı olarak, topluca ve geçmişe yürüyecek şekilde kaldırılışını da mahkum etti. Bu yargının iki büyük ve çarpıcı sonucu olacak: Birincisi, bu kararla HDP milletvekilleri hakkında Anayasa değişikliğiyle açılan ve süregiden bütün davalar ve mahkumiyet kararları da hukuken boşa düşüyor. İkincisi, Büyük Daire bu kararıyla “anayasaya aykırı ama” diyerek dokunulmazlıkların kaldırılmasına katılmış olan ana muhalefetin tutumunu da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) çerçevesinde mahkum etmiş oluyor.
Bu karardan sonra da rejim, Demirtaş’ı göz göre göre içeride tutmaya devam edebilir mi? AKP kulislerinden sızdırılan haberlere göre Erdoğan, bir kere daha “Bu karar bizi bağlamaz” demiş. Böylece “Geleceğimizi Avrupa’da görüyoruz” çıkışının bu kararı önlemeye dönük bir “rüşveti kelam”dan ibaret olduğunu da itiraf etmiş oluyor. Ne var ki, rejim tutumunu resmileştirdiğinde sadece Demirtaş’ın değil, kendisinin dünyadaki yeri hakkında da bir karar vermiş olacak. Ankara, hem bir “haydut devlet”e yakışır şekilde Demirtaş’ı keyfi bir biçimde hapiste tutup hem de geleceğini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) üzerine kurulu bir uluslararası düzende arıyor olamaz.
Gelecek, sadece Erdoğan’ın keyfine değil, Türkiye’nin demokratik ve toplumsal muhalefet güçlerinin yeni güç dengelerini doğru bir biçimde okuyup okumayacağına ve AİHM kararıyla birlikte önlerinde açılan yeni siyaset zeminlerine hızlıca ve güçlü bir biçimde intikal edip etmeyeceğine de bağlı. Şimdi, Erdoğan AİHM kararına uymamak için bin dereden su getirmekle uğraşırken, uluslararası meşruiyeti bir kez daha tescil edilen demokratik direniş iradesinin ayağa kalkma zamanı.