DEM Parti Kadın Meclisi, açıkladığı deklarasyonla kaçınılmaz olan tek şeyin güçlü bir savaş karşıtı hareketi örgütleme gerekliliği olduğunu vurgulayarak, ‘Önümüzdeki altı ay boyunca ulusal ve uluslararası panel ve konferanslar düzenleyerek, atölye çalışmaları yaparak ve medyada savaş karşıtı metin ve görsel içerikleri çoğaltarak güçlü bir savaş karşıtı çaba ortaya koyacağız’ dedi
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Kadın Meclisi, “Özgür ve Eşit Yaşamda Israrcıyız, Savaşlara Karşıyız” şiarı ile kadınların savaşa karşı duruşunu bir kez daha ilan etmek için önümüzdeki süreçte eylem ve etkinliklerinin yol haritasını belirleyecek olan barış deklarasyonunu düzenlediği basın toplantısında açıkladı.
Parti vekillerin katılımıyla gerçekleştirilen basın toplantısında deklarasyonu DEM Parti Amed Milletvekili Sevilay Çelenk okudu.
‘Savaş karşıtı hareketi örgütleme gerekliliği’
Dünyanın her yerinde halkların topyekûn bir savaşa sürüklendiğini belirten Çelenk, “Kendi bekasını ve devamlılığını her şeyin önüne koyan antidemokratik, militarist, eril ve otoriter yönetimler, savaşları dünyanın her yerinde kaçınılmaz bir beka sorununun sonucu olarak göstermeye ve savaşı meşrulaştırmaya çalışır. Fakat dünya deneyimlerinin ve savaş karşıtı hareketlerin bize sık sık hatırlattığı gibi savaşlar kaçınılmaz değildir ve savaşın kazananı yoktur. Bütün savaşlar geride büyük bir enkaz bırakır. Savaşlar bedensel bütünlüğe, yaşama hakkına ve insanlık onuruna saldırıdır. Hayatlar gider, kentler yıkılır, doğa, tarih, kültür ve sanat mirası geri dönülemez biçimde tahrip edilir. Bu büyük acıların, bu kıyımın ve bu zulmün 21’inci yüzyılda tekrar tekrar yaşanması kaçınılmaz değildir. Bugün dünyanın her yerinde yeniden bir topyekûn savaşa sürüklendiğimiz hissiyatı güçlenirken ve bu yöndeki emareler çoğalırken, kaçınılmaz olan tek şey güçlü bir savaş karşıtı hareketi örgütleme gerekliliğidir. Bu hareketin evrensel ölçekte desteklenmesi gereklidir” sözlerini kullandı.
Çelenk sözlerine şöyle devam etti:
“Oysa maalesef savaş karşıtlığının ve savaş karşıtı örgütlenmelerin güçlenmesinin kaçınılmaz olduğunu anlatmak zor olmasa da bu karşıtlığı mücadele kanallarına yönlendirmek ve hayata geçirmek çok güç. Nitekim iki büyük emperyalist paylaşım savaşının yarattığı büyük yıkım ve bu savaşlarla eş zamanlı yaşanan soykırımlar da savaşlardan kesin biçimde kaçınma politikasını getirmedi. Büyük savaşların üzerinden elli yıl geçmeden Avrupa’da, eski Yugoslavya topraklarında yaşanan etnik savaşlar aynı korkunç savaş gündemlerinin içine ne kadar hızla düşülebileceğini de gösterdi. Aynı dönemlerde vuku bulan Ruanda Soykırımı, savaş ve soykırım tehdidinin dünyayı terk etmediğini ve hiçbir zaman kendiliğinden terk etmeyeceğini, barış için örgütlenmek ve bu konuda mütemadiyen çalışmak zorunluluğunu da büyük bir netlikle açığa çıkardı.
‘Üçüncü dünya savaşı vekalet savaşları olarak çoktan başladı’
Suriye’de 13 yılı geride bırakan iç savaş döneminde, Şengal’de yaşanan ve 75’inci ferman olarak anılan IŞİD’in Ezidi Soykırımı’ndan sonra ya da Rojava’da yaşanan katliamlardan sonra da savaşın ve çatışmaların sonu gelmiyor. Bundan öte, Kürt sorununun bir çözümsüzlüğe sıkıştırılmak istendiği ve Kürtlere savaşın dayatıldığı hem Türkiye’de hem de Orta Doğu coğrafyasında yaşanan tüm çatışmalarda açıkça görülüyor. Son olarak, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş süreci ve İsrail-Filistin Savaşı ile Gazze’de yaşanan korkunç katliamlar, bu çıkar mücadelesinin çapını ve ölçeğini genişletti. Bugün artık yeni bir dünya savaşının, yani üçüncü dünya savaşının mümkün olmayacağını kesin bir şekilde ifade eden kimse yok. Bu konuda çalışanlar ise üçüncü dünya savaşının Orta Doğu’da ve Ukrayna’da süren savaşlar gibi vekalet savaşları şeklinde çoktan başladığını söylüyor.
‘İmralı’da insan haklarına aykırı tecrit sürdürülüyor’
Türkiye’ye yakından bakıldığında Kürt sorunu ile ilişkili olarak, egemen söylemde kabul görmese de, sıcak bir savaş yaşandığı ve bu savaşın hem doğrudan hem dolaylı etkilerine oldukça sert bir şekilde maruz kalındığı anlaşılabilir. Cumhuriyet tarihinin tamamına yayılan bu çatışma, özellikle son 40 yılda, kısa süreli bir çözüm süreci deneyimi dışında, neredeyse kesintisiz bir hâl almıştır. Kürt sorununda, onurlu bir barış için, 2013-2015 yılları arasındaki barış ve çözüm sürecinde olduğu gibi tarihsel muhataplıkları dikkate alan ve bu muhatapların sözünü işitilir kılan bir müzakere süreci elzemdir. Bu hakikate rağmen, bugün İmralı’da, ulusal ve uluslararası mevzuata ve insan haklarına tamamen aykırı, tam iletişimsizlik koşullarındaki bir tecrit pervasızca sürdürülmektedir. Bütün cezaevlerinde ve özellikle idari gözlem kurullarının hukuk dışı uygulamalarıyla gündeme gelen hak ihlalleri, bu tecritle süreklilik kazanıyor ve tecridi tüm topluma yaygınlaştırıyor.
‘Savaş toplumun her yönünü etkiliyor’
Uluslararası toplum ve örgütlenmeler, Kürt sorunu etrafında Türkiye’de ve Ortadoğu’da yaşanan hak ihlallerine karşı bir yanıt üretemediği gibi, güçlü bir savaş karşıtı hareketin gelişmesine de yardımcı olmuyor. Egemen devletler, Türkiye’den Avrupa ve ABD’ye, İran’dan Rusya ve Çin’e kadar bu topraklarda kendi çıkarlarını gerçekleştirmeyi ve korumayı her şeyin üstünde tutuyor. Bu çatışmalı süreçlerin -sıcak savaş dönemlerinden farklılıklar gösterse de- ürettiği yapısal şiddet, ırkçılık ve yoksulluk, toplumun her yönünü etkileyen sonuçlar doğuruyor. Emek sömürüsü alanında ise savaş hâli, bir beka ve güvenlik sorununu gündemde tutarak her türlü toplumsal itirazı, toplantı ve gösteri özgürlüğünü, özellikle de ifade özgürlüğünü geri plana itmekte ve grev gibi sendikal hak taleplerini kriminalize etmektedir. Savaş ve çatışma bölgelerindeki yerlerini kaybetmiş, yerinden edilmiş insanların kitlesel göçü ve bu göçün çoğu zaman ölümcül koşullarda gerçekleşmesi, mültecilerin sığındıkları ülkelerde maruz kaldıkları dışlama ve ırkçı saldırılar da savaşın dehşet verici hakikatinin ayrılmaz bir parçasıdır.
‘Savaşlar, eril, militarist ve cinsiyetçi pratikleri en uç noktalara taşır’
Kadın cinayetlerindeki olağanüstü artış bile Kürt sorununu kuşatan eril, militarist ve cinsiyetçi dilden ve pratiklerden ayrı düşünülemez. Çocukları hedef alan şiddet vakaları da bu doğrultuda değerlendirilebilir. Çünkü savaşlar, eril, militarist ve cinsiyetçi şiddet dilini ve pratiklerini en uç noktalara taşır. Savaşın sona ermesiyle bu dil ve şiddet pratikleri ortadan kalkmaz. Şiddet, gündelik hayatta yerleşik hâle gelir ve normalleşir. Savaşların getirdiği insani ve maddi yıkım, kadınların ve çocukların yaşamında savaşın sürdüğü dönemi çok aşan, olumsuz ve onarılamaz sonuçlar yaratır. Kadınlar, savaş dönemlerinde çok özel biçimlerde ve yöntemlerle mağduriyetlere maruz kalıyor. Savaş ve çatışmalarda, kadın bedeni ve düşman topraklarının aynı işgal tasavvuru altında ele alındığı, pek çok araştırma ile ortaya çıkarılmıştır. Kadın bedeni, fetih mantığı ile ele geçirilen, teşhir edilen ve yağmalanan bir toprak ya da mülk gibi militarist söylemde yer alır. Bunun savaşlardaki sonuçları, kadınları hedef alan tecavüz, taciz ve işkencelerdir. Sadece bedenlerinin değil, kişisel eşyalarının ya da giysi ve iç çamaşırlarının da işgalci tarafından ele geçirilmesi, aşağılayıcı pozlar eşliğinde teşhir edilmesi yaygın bir durumdur.
‘Kadınlar, mücadele yöntemleri geliştirmişlerdir’
Kadınlar, hem özel hem de toplumsal yaşamlarında bu duruma karşı ürettikleri mücadele yöntemleri geliştirmişlerdir; çoğu zaman bu, özsavunma gibi yöntemlerle karşımıza çıkar. Bu, savaş ve barış ile ilişkili olarak üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir başlıktır. Özel yaşamlarında bu noktaya itilen kadınlar arasında Çilem Doğan ve Nevin Yıldırım ilk akla gelen örneklerdir. Rojava’da IŞİD barbarlığına karşı savaşan kadınlar da bu anlamda kadın savunması olarak mücadelenin önemli ve öncü bir gücünü oluşturmuştur. Bu nedenle, sadece savaşın mağdurları olarak değil, mücadeleyi ve savaşı geriletmek ve barışı inşa etmek için pozisyon alan aktif özneler olarak da kadınları ayırt etmek çok önemlidir. Aynı zamanda barış inşasında kadınların aktif rol almasının önemi her savaş bağlamında yeniden vurgulanmalı ve açıklanmalıdır.
‘Hakikati canlı tutmak ve toplumsallaştırmak gerekir’
Toplumsal ve ulusal siyasal mücadelelerde yer alan sosyalist ve feminist kadın meclisleri ile kadın hakları savunucuları kadar feminist teorisyenler ve akademisyenlerin de kabul ettiği temel hakikat, cinsel şiddetin ve cinsiyet eşitsizliklerinin savaş dinamiklerine derin bir biçimde kök saldığıdır. Bu temel hakikati her daim canlı tutmak ve toplumsallaştırmak gerekir. Bugün, savaş karşıtı perspektifleri güçlendirmemiz gereken bir kavşaktayız. Barış ihtiyacı, yakın tarihte hiç bu kadar güçlü olmamıştı. Barış istiyoruz. Barış istemeliyiz. Barışı inşa etmeliyiz. Bu, aynı zamanda geleceği birlikte inşa etmek demektir.
‘Panel, konferanslar ve atölye çalışmaları yapacağız’
Bu perspektifle DEM Parti Kadın Meclisi olarak, “Özgür ve eşit yaşamda ısrarcıyız, savaşlara karşıyız!” başlıklı kampanyamızı başlatıyoruz. Kadınların barış talebini en güçlü şekilde dile getirmek, savaşın kadınlar, çocuklar ve dezavantajlı kesimler üzerindeki yıkıcı etkilerini görünür kılmak ve küresel barışın tesisine katkıda bulunmak istiyoruz. Bu amaçla, uluslararası toplumla ve Türkiye’deki ilişkili kesimlerle, sivil toplumdaki kadın, çocuk, emek, ekoloji ve LGBTİ+ örgütlenmeleriyle, yerel yönetimlerimiz ve il teşkilatlarımızla çeşitli alanlarda temaslar kurarak barışın sesini yükselteceğiz. Önümüzdeki altı ay boyunca ulusal ve uluslararası panel ve konferanslar düzenleyerek, atölye çalışmaları yaparak ve medyada savaş karşıtı metin ve görsel içerikleri çoğaltarak güçlü bir savaş karşıtı çaba ortaya koyacağız.
‘2025 yılını barış yılı yapacağız’
Bunun yanı sıra, 2025 yılını barış yılı ilan etmek istiyoruz! Başta Diyarbakır ve İstanbul olmak üzere birçok ilde, 2025 yılında, tüm yıla yayılan atölyeler, buluşmalar, halk festivalleri ve barış etkinlikleri düzenlemeyi planlıyoruz. Bu ülkenin anti-militarist, sosyalist, feminist, ekolojik birikiminden ve Kürt halkının görkemli mücadele deneyiminden faydalanacağız. Barış yılında en güçlü biçimde “Savaş değil, barış kaçınılmazdır” diyeceğiz. Yıl boyunca düzenlenecek bu etkinlikler süresince, ülkenin her yerinden savaş karşıtı bir sesi tüm dünyaya duyuracağız. 2025 yılını kadınlar barış yılı yapacağız.”
Kaynak: JINNEWS