Bu seçimde doğal olan elbette AKP’ye kaybettirmek için, halka yarayan şeffaf bir taktik işbirliğini CHP ile yapmaktı. Ancak belli ki, böyle bir halka, özellikle Kürt halkına yarayan şeffaf bir taktik işbirliği mümkün olmadı. Bunun da sonucu olarak DEM Parti iki önemli ismi İstanbul’da, diğer önemli isimleri yine CHP’nin iddialı olduğu illerde aday gösterdi.
Böylece ortaya şu risk kendiliğinden çıkmış gibi göründü: CHP’ye kaybettirmek ve AKP’ye kazandırmak riski.
Öyle göründü ki, CHP’ye kaybettirme riskini göze alan kimi arkadaşlarımız, satır aralarında ya da “Kürt sorununu çözerse Erdoğan çözer” diyerek “oylarımızı kendi partimize verelim” çizgisini savundu. CHP’ye kaybettirme riskini göze almayı yanlış bulan kimi arkadaşlarımız da “İstanbul’u İmamoğlu kazanırsa AKP sarsılır, çözüm için elverişli şartlar oluşabilir” gerekçesiyle, açıkça “CHP’yi destekleyelim” diyemeseler de bu sonucu verecek önerilerde bulundu.
Ben bunu gereksiz bir tartışma olarak görmekteyim. Hele seçime neredeyse ramak kala bu tartışmada tarafların DEM Parti seçmenlerinin yüzde doksanını kendi yanlarına çekme ihtimalini göremiyorum. Seçmenin birliğini sağlayamayacak bir tartışmayı ise yararlı saymıyorum.
Ama daha önemlisi bu tartışmayı gereksiz kılan bir olgu var: DEM Parti seçmeni İstanbul’da artık oylarının yönünü büyük ölçüde kesinleştirmiş görünüyor. Kamuoyu yoklamaları DEM Parti seçmenlerinin bir kesiminin kendi partisine, bir kesiminin İmamoğlu’na oy verme eğiliminde olduğunu gösteriyor. Bu olgu DEM Parti seçmeninin bölündüğünü mü gösteriyor? Hayır. Seçmen ezici çoğunluğu ile DEM Parti’nin seçim kampanyasına destek veriyor, adayların toplantılarına o adaylara oy verecek olanlar da vermeyecek olanlar da gidiyor. Bunun muhteşem örneği İstanbul Newrozu’dur. Milyonluk Newroz alanı DEM Parti’nin seçmeni ve onların henüz seçmen olmayan çocukları tarafından dolduruldu. Bölünen seçmen AKP seçmenidir. Erdoğan bu seçmene hitap ederken alandaki seyrekliğe bakarak, geçen seçimdeki 1.5 milyonun 1 milyonunun alana gelmediğini mikrofondan, nedenini bilmesem de açıklayıverdi. Bölünme böyle olur. Alanda bölünmüşsen, zaten sandıkta birleşmen çok zordur. DEM Parti seçmeni alanda, hep diyoruz ya sokakta birlik, beraberlik içindedir.
Esas olan bu değil mi?
Esas olan budur.
İyi de alanda, sokakta, üstelik devletin muhtemel baskılarını da göze alarak saflarını sımsıkı birleştiren bu seçmen, nasıl oluyor da “kendi partisine oy verecek olanlarla”, “İmamoğlu’na oy verecek olanlar” diye ayrışıyor? Arada kavga mı var? DEM Parti’nin sözüm ona “kanatları arasında” çekişme, hizipleşme gibi etkenler mi kitleyi ayrıştırıyor? İktidar değişikliğine yol açmayacak olan bir seçimdeyiz, elli yıldır bu devlet MİT’iyle, kontralarıyla, sızdırdıklarıyla, baştan çıkardıklarıyla içeriden, dışarıdan bu kahraman halkı bölememiş de, şimdi nispeten basit bir ikilem yüzünden mi DEM Parti seçmeni bölünecek? Bölündü diyenlere gülerim.
İşler şöyle oluyor: Hemen hemen her yerde DEM Partililerin evlerinde evin sakinleriyle misafirleri aylardır toplanıyor. Şöyle konuştuklarını duyar gibiyim: “Partimiz seçime kendi adaylarıyla girdi. Oy namustur. Partimize veririz. Lakin bir de sistem içi kavga var. Bu kavgaya müdahale de ederiz. Oyumuzu AKP’ye kaybettirmek için veririz. Eğer CHP partimizle şeffaf bir ittifak yapsaydı, verdiğimiz her oy hem partimize, hem de AKP’yi kaybettirmeye verilmiş olurdu. Şimdi ne yapalım?” Böyle evlerde mutlaka elli yıllık mücadelede saçını, sakalını ağartmış bir bilge kişi vardır. O konuşur “İyisi mi bir kısmımız kendi partimize, bir kısmımız AKP’ye kaybettirme şıkkına oy verelim. Hangisine hangi miktar oy vereceğimizi de seçime bir gün kala karara bağlayalım.”
İşte seçim öncesi kamuoyu yoklamalarında DEM Parti’nin oy oranlarıyla ilgili “bölünmüşlük” kokusu veren rakamların sırrı o evlerdedir. O evlerden DEM Parti seçim mitinglerine hep birlikte giden bu bilinçli insanlar ne yaptıklarını biliyorlar.
DEM Parti seçmeninin safları yüz yıllık Cumhuriyet tarihinin demokrasi okulunun kan deryasında eğitilmiş milyonlarca “çarıklı erkan-ı harb”i barındırıyor. Onlar yönlerini bizim gibi köşe yazarlarının ya da bugün var yarın yok kimi siyaset erbabının işaretleriyle tayin etmiyor. Bu halk kendi bağrından koskoca Kürt özgürlük hareketini doğurmuş; ebesi şimdi İmralı’da yatsa da onu kalbinde yaşatıyor. Bu halk ne ucuz bir Erdoğancı çözüm beklentisine yüz veriyor, ne de AKP iktidarına son vermeyi İmamoğlu’ndan bekliyor.
Bizlerin öyle mi yapsak böyle mi eylesek diye çırpınmamıza gerek yok. Zaten çırpınsak da faydasız. Hangi yönde çırpınırsak çırpınalım, seçime şuncağız zaman kala yüzbinlerce seçmene sesimizi, varsa kararımızı duyurana, seçmeni tek bir şık temelinde örgütleyene kadar seçim olmuş bitmiş olacak. Ürküttüğümüz kurbağaya değmeyecek.
Bu defa da kararı DEM Parti seçmenine bırakalım.
Yalnız seçimin eşiğinde değiliz, iktidar halka karşı ekonomik, Kürdistan’a karşı askeri saldırıya seçimden hemen sonra başlayacak. Belediyeleri kazansa da kaybetse de başlayacak. Öyle mi yapsak, böyle mi eylesek diye çekişmenin alemi yok…